5 Eylül 2012 Çarşamba

Övgünün ters etkisi


Columbia Universitesinin yaptigi bir araştırmaya göre, Amerikalı ebeveynlerin %85'i, cocuklarına akıllı olduklarını söylemenin onemli olduğunu düşünüyormuş.
Turkiye'de bu araştırma yapılsa pek farklı bir sonuc çıkmazdi herhalde.

"cok akıllı benim oglum, teyzesi"... hiç düşünmeden sıklıkla söylediğimiz bir cümle!

Bizde övgünun sadece kelimelerle sinirli kalmayip, kreşlerde bir de sticker uygulamalariyla somutlastirildigini görüyorum. "Dişlerini fırçaladigin icin al sana bir sticker", "yemeğini bitirdiğin icin al sana başka bir sticker". Böylece cocuklar cok başarılı olduklarını, iyi isler yaptıklarını düşünüyorlar. Her yaptıkları takdir ediliyor, hem de herkes tarafından.
 
 
Çocugumuza surekli akilli oldugunu soyledigimizde buna kendisinin de inanması halinde ki -bunu cagristiran bir atasozumuz bile var; "Bir seyi kırk kere soylersen olur"- kendine güvenecegi ve zorluklar karşısında pes etmeyeceğine inanıyoruz. Buna Amerikali annelerin de %85'i inanıyormuş. Hatta biraz daha abartip o donemlerde Amerika'lilar çocuklar arasında yapılan yarismalara kotu gozle bakıyor, ogretmenler kirmizi kalemle hatalari isaretlemeyi birakiyor, hatta Massachusetts'te arkadaslarinin karsisinda sendeleyerek kucuk dusmesinler diye ogrencilerin jimnastik dersinde ip olmadan "ip atladiklari" bir okul bile peydahlaniyor.

Oysa bu alanda yapılan araştırmalar durumun farklı yönde olabileceğini ortaya koymuş; çocuklara "akıllı" etiketi yapıştırmak, beklentilerin altında performans göstermelerine sebep bile olabilmekteymiş.
 
Dr. Carol Dweck 10 yıl boyunca Newyork'un 20 farklı okulundaki 500 öğrencide övgünün etkisini araştırmış. Araştırmacılar her sınıftan çocuklar seçip onlara herkesin kolayca yapabileceği birçeşit bulmacadan oluşan sözsüz bir zeka testi uygulamışlar ve sonunda aldıkları puanları belirtip onlara tek bir övgü cümlesi söylemişler. Bir kısım öğrenci zekalarından (bu konuda çok iyisin), bir kısım ise çabalarından (belli ki çok bulmaca çözmüşsün) dolayı övülmüşler. Ardından biri diğerine göre daha zor olan 2 test daha aynı çocuklara gösterilmiş. Çabalarından dolayı övgü alan öğrencilerin %90'ı daha zor olan bulmacaları seçerken, zekalarından ötürü övülenlerin büyük çoğunluğu kolay olanı seçmiş. Yani anlayacağınız "Akıllı" çocuklar işin kolayına kaçmış!
 
Neden?
 
Dweck'e göre "Akıllı" çocuklar utanılacak duruma düşme riskine girmemişler. Ben de şunu eklemeliyim ki anne-baba, öğretmen ve arkadaşlarının gözündeki konumlarını korumayı seçmişler ve onların beklentilerini boşa çıkarmaktan korkmuşlar. 
 
Okuyunca beni daha da endişeye sevkeden şey ise araştırmanın ikinci yarısı oldu. Daha sonra aynı öğrencilere seviyelerinin üzerinde iki test vermişler ve tabii ki hepsi başarısız olmuş. Çabalarından dolayı övülen çocuklar teste fazla konsantre olamadıklarını söylerlerken, "Akıllı" çocuklar başarısızlıklarını aslında o kadar da akıllı olmadıklarının kanıtı olarak görmüşler.
 
Araştırmanın son aşamasında ise tüm çocuklara ilk aşamadaki kadar kolay bir test daha verilerek hepsinin başarılı olması sağlanmış. Sonuçlar karşılaştırıldığında çabalarından dolayı övülenler ilk başlangıçtaki puanlarından %30 fazla, zeki oldukları için övülenler ise ilk puanlarından %20 daha az almışlar. Bu sonuç araştırma yapanları bile şaşırtmış, yanlış övgünün bu kadar yüksek oranda ters etki yapacağını beklemiyorlarmış.
 
Kısaca; verdikleri çabaya vurgu yapmak çocukların kontrol edebilecekleri bir özellikken, doğuştan getirdikleri zekaya vurgu yapmak üzerlerinde kontrolleri olmayan bir durum ve bu çocuklar bir başarısızlıkla karşılaştıklarında nasıl tepki vereceklerini bilemiyorlar. Ayrıca "Akıllı" çocuklar şöyle de düşünüyor "akıllıyım, o zaman çaba harcamama gerek yok!" Bu etki okul öncesi dönemdeki çocuklar da bile saptanmış.
 
O zaman övgu nasıl yapılmalı? sorusunu sormak gerekiyor.

1- Övgü belli bir noktaya odaklanmalı ve somut olmalı.
Buna bir ornek çalısmayı anlatarak cevap vereyim.
Notre Dame Üniversite'sinde sürekli kaybeden hokey takımında övgünün etkisi denenir ve takım Play-off'lara kalır. Övgü faydalı olmuştur. Arastirmalara gore ovgünün faydalı olabilmesi icin belirli bir noktaya odaklanilmasi gerekiyor ve bu çalısmada da hokey takımının oyuncuları rakibin kalesini yoklama sayılarından dolayi ovulmusler.

2- Samimi olmalı. Biz yetiskinlerin aldığımız sahte bir iltifatı anlayabilmemiz gibi 7 yasından büyük cocuklar da övgünun samimiyetini irdelerler.

3- Övgü sonuca değil, süreçteki çabaya yapılmalı. Cocuklar yaptıkları isin sonucuyla degil, surecle ilgilidirler. Asırı övgü onları sonuc odaklı yapar ve sonunda derslerini anlamak icin degil not icin çalışan cocuklar olup çıkarlar.
 
 
Bu yazıda "Eyvah Çocuğum Büyüyor" Po BRONSON&Ashley MERRYMAN, kitabından yararlanılmıştır.

Yazmanın tadına doyum olmuyor...

26 Ağustos 2012 Pazar

Cocuğumu tek basına uyumaya nasil alıştırıyorum?

Ege'nin odasını o, 6 aylıkken ayırmıştım ama bu zamana kadar uykuya dalincaya dek onun yataginda yatiyor, sonra kendi yatagima geciyordum. Ege 4 yasını doldurdu. Her ne kadar onunla birlikte uyumayı sevsem de bir noktada tek basına uyumayı öğrenmesi gerektiğine inandığımdan durduk yerde rahatımı, keyfimi bozdum.
 

Tek basina uyumaya alistirmanin 5.gunundeyiz. Aslinda ikimiz de yeni duruma alışmaya çalışıyoruz. İkimizde diyorum çünkü ilk gece hiç beklemediğim birsey oldu; suçluluk duydum. Tıpkı emzirmeyi bıraktığım günkü gibi... Eğer siz de sucluluk duyarsanız hiç merak etmeyin, doğru şeyi yaptığınızdan emin olun ve asla yarı yolda vazgeçmeyin, bu ilerisi icin daha zor bir duruma davetiye çıkarır.

Ben nasıl yapmadım?

Ben asla cocuğumu odaya koyup "sen buyudun artik kendi basına uyumalisin" diyerek onu yalniz birakmadim. Bilirsiniz TRT'de "Dadi" adinda bir program var. Oradaki psikolog/pedagog (ne oldugundan pek emin değilim!) anneleri tam da boyle yapmaları icin yönlendiriyor malesef. Ağlasa da zirlasa da çare yok. Cocuklar tek baslarına uyuyorlar hem de ilk gunden ama ağlamak ve bağırmaktan yorgun düştükleri icin ve çaresizliği kabul ettikleri icin! Bu tabloya cok üzülüyorum. Tüm bu zorlamaya hiç ihtiyac yok aslında. Umarım bu programi seyreden anneler gördüklerine degil, içgüdülerine inaniyorlardir.



Ben cocuğun tek basına uyumaya ikna edilmesi, kademeli olarak alistirilmasi ve asla terkedilmemesini öneriyorum. Sadece önermiyorum kendim de oyle yapıyorum. Daha kolay olmuyor, zaman alıyor, sürekli açıklama yapmanız, cocuğu dinlemeniz, ağzını degdirip çekeceğini bildiginiz halde usenmeden gidip su getirmeniz, iki degil üç, dort hikaye okumaniz, "anne yanima yaaatt" dedikce yanina yatmamak icin kendinizle savasmaniz gerekiyor...bizde boyle oluyor...ama bu sürecin ardından cocuğunuz o gece mutlu bir sekilde uykuya dalıyor. Ertesi gece yine aynı döngü basliyor...Ege'yle ayni yatakta uyurken ben de dinleniyordum ama 5 gündür bedenen daha cok yoruluyorum.

İlk iki gece yanında uzun oturarak, 3. gece yatağın kenarına iliserek, 4. gece yatağın yanındaki sandalyeye oturarak kitap okudum. Her gece bana neden yaninda yatmadigimi sordugunda ona hep aynı açıklamayı yaptım. "buyuyen cocuklar tek baslarina uyuyabilirler. Ben ve baban gibi sen de tek basına uyuyabilirsin, yeterince büyüdün, öğrenmen icin sana fırsat veriyorum annecim. Büyümen icin sana yardim ediyorum" dedim. İkna olmuş görünüyor. Bizde ise yaradı...

Ne dediğinizden kadar nasıl söylediğiniz onemli. Siz de cocuğunuzu ikna etmenin bir yolunu bulabilirsiniz.

Onları tek baslarına odalarında bırakıp, aglayarak uyuyakalmalarini beklemekten cok daha insancil bir yöntem, degil mi?




Yazmanın tadına doyum olmuyor...

24 Temmuz 2012 Salı

Kardeşler arası ilişkiler...

Kardes kıskançlığı cok sık karşılaşılan bir sorun olması nedeniyle sanki doğalmis gibi algılanır ama bu müdehale edilmesine gerek olmadıgı anlamına gelmemelidir. Aslında kardes kıskançlığı anne sevgisinin kaybedilmesi endişesidir ve kendi haline birakilmasi degil, yonetilmesi gereken bir süreçtir. Bebeğin varlığı ile değişen ortamda büyük çocuğun anne sevgisini kaybetmekten endişe etmesi doğal bir duygudur, bu duygunun davranış sorunlarına dönüşmesi ise sürecin iyi yönetilememesinden kaynaklanır ve doğal olmayan da budur.

Annesinin sevgisini kaybetme endişesi yaşayan büyük çocuk rahatlatilmaya ihtiyaç duyar. Anne baba bu konuda bazı önlemler almalıdırlar. Örneğin anne bebeği severken baba da büyüğü sevebilir ya da tam tersi, anne küçükle ilgilendikten sonra büyüğe de ilgi gösterebilir, bebeği emzirirken büyüğü de okşayabilir, çocuk istekli olduğu sürece bebeğin bakımında kendisine yardımcı olması için anne büyüğe fırsat verebilir gibi... Çevremde sıklıkla görüdüğüm en büyük yanlis büyüğün anneanne/babaanne yanına gönderilmesi, yaz kampları vs.. ile evden uzaklaştırılması oluyor. Kardesler unutmamak gerekir ki kardesi degil, anne babanın sevgisini kıskanır. Yapılan bu yanlış uygulamayla, çocuğun anne/baba tarafından sevilmeyeceği yönündeki algılaması birnevi doğrulanmış oluyor. Bu gibi yanlış yöntemlere başvurmamak için evde anneye destek verebilecek bir yakının olması özellikle bu dönemin atlatılmasında anneye yardımcı olacaktır.

'Kardeş kıskançlığı' demek bana gerçekten çok doğru gelmiyor, 'anne sevgisini kaybetme endişesi' evde devam ettiği sürece bu durumdan muzdarip olan büyük kardeş evin dışında da bazı sıkıntılı anlar yaşar. Çevredeki diğer yetişkinler bebeği severken büyük kardeşin yüzünden ve tavırlarından rahatsızlık duyduğu çok rahat gözlemlenebilir. Bu durumlarda anne/baba anlık yaklaşımlarla durumu idere edebilirler. Garson bebeğinizi severken siz de büyük çocuğa yaklaşabilir, onunla konuşabilirsiniz. Eğer bu sizi ve çocuğu rahatlatacaksa neden yapmayasınız?

Burada asıl sorun kardeşi kıskanmak değil de anne sevgisini kaybetme endişesi ise neden o zaman garson severken de büyük çocukların yüzleri birden değişir? Annesinin sevgisini kabetmesine yol açan kişi olarak büyüğün öfkesi kardeşe yönelir de o yüzden. Sorunun kaynağı anne/babanın tavırları olmasına rağmen çocuğun gözünde sorun bebeğin varlığıdır ama burada güzel haber; dışarıda yaşananlar için çok endişe etmeye gerek yoktur. Anne/baba evde süreci doğru yönetmeye devam ederse zaman içinde büyük kardeş için hassasiyet ortadan kalkar ve bebekle sessiz bir barış anlaşması imzalanır. Bir kere annesinin sevgisinden emin olduktan sonra ise çevreden gelen etkiler çocuk için artık bir sorun teşkil etmez.

Kardeşler arasındaki ilişkilerde anne/babanın tavırları çok belirleyicidir. Bazı kardeşler yetişkin olduklarında dahi sağlıklı bir ilişki kuramıyorlarsa, sebebi önce anne babanın geçmişten beri kendilerine karşı davranışlarında aramak gerekir diye düşünüyorum. Kardeş elbette ki iyidir tabii ki anne/baba ilişkileri iyi yönetebildiği sürece!

15 Temmuz 2012 Pazar

Çocuklarla konuşurken hepimizin düştüğü tuzaklar neler?

Alternatif Anne dergisinden sevgili Tulay'in araciligiyla bir brosurden haberdar oldum. Basligi; "Cocuklarla konusurken- Cocuklari tesvik etmenin 75 degisik yolu". orijinal metni buradan görebilirsiniz:


Maddeleri tek tek inceledim ve katilmadigim ifadelerle ilgili görüşlerimi buradan paylaşıyorum.

4. ve 12. Maddeler:
"Supersin", "Cok efendisin" Abartılı, soyut. Hangi davranışdan bahsediliyor? Çocuk her yönüyle ve gercekten süper galiba!

9. Madde:
"Birlikte yemek pisirelim" yerine "Yemek pişirmek ister mısın?" seklinde olmalı ki karar verme sorumluluğu cocukta olsun. Böylece büyüdüğünde cocuklarınıza sürekli "ders çalış, ödevlerini yap" demek zorunda kalmazsınız.

16. 17. 19. 20. 21 ve 22. Maddeler:
Geri bildirim verilmek istenmiş ancak hepsi soyut. Ornegin 17. Maddeyi somutlastiralim: "İslerinin hepsini bitirdiğin icin oynamaya daha cok zamanın kaldı", iste bu somut oldu.

25, 32 ve 34. madde:
"Birlikte okumak ister misin?", "Birlikte sarki soylemek ister misin?" seklinde olursa sorumluluk cocuğa bırakılır.

30. Madde:
"guzel söyledin" gibi soyut bir ifade yerine;
"açık, anlaşılır, net söyledin" somut olur.

39. Madde:
"eminim başarırsın"...
ya başaramazsa!!! boyle bir ihtimal yok mu yani? Onun yerine; "cabalaman, elinden geleni yapman onemli/yeterli" olabilir.

47.Madde:
"Yaptıklarının icinde bu en güzeli".
Yani şu ana kadar yaptiklarin pek bir seye benzemiyordu... Cocugu motive etmek icin onun onceki calismalarinin degerini azimsamaya gerek var mı gercekten?

51, 52, 53, 57, 59, 60 ve 63. maddeler:
Burada tehlike şu: cogunlukla abartılı ifadeler. Övgü kullanılması en zor motivasyon şeklidir. Cok seyrek ve yerinde kullanilmalidir. Herseyi, her zaman övmek cocukta sahte bir güven duygusuna neden olur ve sürekli kullanılan bu kelimelerin degeri azalır.
4 yaşındaki bir cocuk icin...
Anne: "Ba-ba-sıı oglum cok guzel kaka yaptı"(gereksiz bir övgü)
Baba:"aferin oğluma!"
Bu abartılı övgüye bir ornek olabilir mi?, ne dersiniz?
Bunu aynen yasamış bir psikolog anne olarak ornegin sahsima ait oldugunun da itirafını yapmis olayim.

64.Madde:
"Birlikte oynayalım" yerine ______________ eminim siz tahmin ettiniz coktan:)

65. Madde:
"birlikte cok guzel oynuyorsun" yine soyut,
"seninle birlikte oynamak hoşuma gidiyor" somut.

72. Madde:
"cok yaraticisin"
Soyut. Hangi davranışı yaratıcı buldugumuza vurgu yapmalıyız. "ipin altından geçmen cok yaratıcıydi" somutlastirmaya bir ornek olabilir.

73.Madde:
"cok guzel bir resim"
hem soyut hem sonuc odaklı bir övgü.
"resminde kullandığın renkler cok canlı", "renklerin uyumunu sevdim", "çizgilerin bazı yerlerde cok belirgin sanırım kalemi buralarda bastırmissin" gibi süreci vurgulayan ve somut geribildirim veren ifadeler kullanılmalı.

74. Madde:
(Beynim dondü, gunler torbaya mi girdi bilmiyorum ama yazma ilhami gecenin 2'sinde gelince orijinal cümleyi yazmadan direkt düzeltilmisine geçmişim)
"Duvara asmak ister misin?" basittir ve basit iyidir. Ayni zamanda yine karar verme sorumlulugu cocuga bırakılmış olur.

75. Madde:
"Bu yaptigin seyi bana anlat" bunun bir çeviri hatası olduğunu düşünmek istiyorum. Degilse buna en guzel cevap "Emredersin" olurdu.






Yazmanın tadına doyum olmuyor...

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Anaokulu/Kres'e ilk başlarken nasıl bir yöntem izlenmeli?

İlk olarak Anaokuluna başlama yası konusuna bir açıklık getirmekle baslayalim. Mecbur olunmadigi sürece cocukların 36 aya kadar kendi evlerinde, anne, anneanne/babaanne ya da bakici tarafından bakılması tercih edilmelidir. Burada onemli olan bakan kisinin sabit olması ve cocugun kendi evinde bakılmasidir.

İlk 3 yasta cocuk icin en onemli ihtiyac güvende olma/ hissetme ihtiyacidir. Bu nedenle bakan kisilerin sürekli değişmemesi ve cocuğun kendini en güvende hissettiği yer olan kendi evinde bakılmasını tavsiye ederim.

Simdi bunu saglayamayan ailelerin panik yapmasına ya da suçluluk duymasına da hiç gerek yok aslında. Cocuk psikolojisi pamuk ipliğine bağlı gibi degildir, oyle hemencecik bozuluvermez. Ne zaman yıkıcı etkiler olur? Psikolojik sorunlar uzun sure ve tekrarlayan kötü muameleler sonucunda oluşurlar. Bizler genelde ailelere ideal koşulları anlatırız, buna ne kadar yaklasilabilirse iyidir.

Evet, cocugunuzu anaokuluna gondermeye karar verdiniz, Anaokulunu da sectiniz.(Anaokulları Milli Egitim tarafından, kreşler Saglık Bakanlığı tarafından denetlenirler. Benim kişisel tercihim anaokullarından yanadir. Bu da ayrı bir yazı konusu aslında).
Başlayacağınız güne de karar verdiniz.

Simdi cocugunuzun alisma doneminde nasıl bir yol izleyebilirsiniz?

Okul alışverişlerini cocuğunuzla birlikte yaptınız ayrica çocuğunuzla bir süredir okul hakkında sohbetler ediyordunuz zaten. Orada nasıl bir ortamla karşılaşacağı konusunda bir beklenti oluşturdunuz. Bunu yaparken anne/babaların en sık düştüğü hata okulu gerçekçi olmayan sekilde iyi gostermeleridir. Cocukta beklentinin gercek dısı olmaması icin tepkilerimizde abartıya kacmamamiz gerekir.(zaten her zaman boyle degil mıdır?)

Ev-okul geçişini kolaylaştırmada yardimci bir "geçiş nesnesi" yapabilirsiniz: Mesela biz oğlumla birlikte gülen bir yüz yaptık. Onu okul çantasına astık. Gülen yüzü yaparken de "Bu bizim gülen yüzümüz, okulda bu gülen yüzü gördüğünde seninle konuştuklarımız aklına gelsin, bizim ne kadar iyi vakit geçirdiğimizi ve seni ne kadar sevdiğimi hatırlarsın ve aksama gelirken de evimize getirirsin" gibi konuşmalar yaptık. Eve döneceğinin kesin olduğunu somutlastirmis da olduk.


Cocuklar soyut islem donemine 10 yas civari gecerler yani olaylar arasinda neden sonuc iliskisi 10 yasa kadar kuramazlar. Bu nedenle de somutlastirmak cocuk icin faydalıdır.

(Ben temkinli olmayi seven bir anne olarak çantasına bana ait bir kusak koydum ve dedim ki; "Ege'cim bu kuşağı kreste kimsenin görmediği sadece ikimizin bildigi bir yere saklayalım, aksam seni almaya geldigimde onu sakladigimiz yerden çıkarır evimize getiririz". Ege buna bayıldı!!!)

Okula ilk kez ogrenciler yokken, aksam uzeri gidin. Ogretmenle sakin bir ortamda cocugun tanismasini sagladiktan sonra binayı ogretmen ve cocugunuzla birlikte gezin, gezerken siz araya cok girmeden öğretmenle cocuğun sohbet etmesine fırsat verin. Sonra biraz da bahçede birlikte zaman geçirin. Mesela ogretmenle birlikte cocuğunuzu salıncakta sallayabilirsiniz gibi...İste ilk gün bitti bile.

İkinci gün bahçe saatinde okulda olun, siz biraz kenarda durarak bahçede çocukla öğretmenin ve diger cocuklarin vakit geçirmesine olanak tanıyın. Cocuğunuz sizi yanından ayırmak istemezse sorun yok, yanında durun. İkinci gün de bitti. Cocugunuzun ihtiyacı olduğunu düşünüyorsanız bu gunü ertesi gun tekrar edebilirsiniz.


Diger gün evde kahvaltı yaptıktan sonra yaniniza istedigi bir oyuncagi da alip sınıfınızın serbest zaman/oyun saatinde okulda olun. Kameradan sınıfı birlikte izleyin, gordukleriniz konusunda sohbet edin. İsterse sinifa gidebilecegini, öğretmenin gelip sınıfa çıkmasına yardim edebileceğini, sinifin cocuklar ve ogretmenler icin oldugunu bu nedenle sizin orada kalip kendisini bekleyeceginizi anlatin. Cocuğu zorlamadan sınıfa gitmesine ikna etmek gerekir. Sizin kameradan izleyeceğinizi ve kendisinin el sallayabilecegini vb..söyleyebilirsiniz mesela. İstediği zaman yanınıza gelebileceğini de bilmek cocuk icin herzaman rahatlatıcıdir. O gün cocuğun sıkılmasına fırsat vermeden onu alın ve eve dönün.

Ertesi gün yine kahvaltıyı evde yaptırıp oyun saatinde orada olun, bu sefer dünden biraz daha uzun kalın. Yine sizi her istediginde görmesine fırsat verin. Sınıfta kullanabileceği ipuçları verin öğretmene; örnegin Ege o donemde tamir etmeyi, ertafi silmeyi severdi. Ogretmen bu etkinlikleri yapmasini tesvik edince Ege'nin hem arkadaslarinin yaninda kalabilmesi hem de ayni zamanda bagimsiz hareket edebilmesi icin muthis bir arac oldu.

Ögretmenin bu ilk gunlerde cocuga ozellikle masa basinda oturmasi, etkinlige katılmasi konusunda israrci olmaması gerekir. Bunu kameralardan izleyerek cok rahat takip edebilirsiniz.

Cocuk okula alışmaya başladığını gözlemledikten sonra okulda yarım gün kalacak sekilde bir ayarlama yapılabilir. Arada ben su isimi halledip gelecegim diyerek kisa kisa kaybolmalar yapilir, sonra tam yarim gun kaybolunabilir. Çocugun durumuna bakilarak bir sonraki basamak olan "okulda uyumak" konusunda adımlar atilabilir.
Onemli olan her yeni aşamaya geçmeden once mutlaka çocukla konuşarak bir on hazırlık yapmaya özen gösterilmelidir.

Yeni ortama uyum konusunda süreler, yontemler cocuktan cocuğa değişir, kimi cocuk bunların hiçbirine ihtiyac duymaz kimi cocuk daha hızlı bu basamakları atlatir, kimi daha yavaş. Burada en onemli nokta anne ve öğretmenin cocuğu gözlemlemesi, işbirliği içinde hareket edebilmeleri ve asama asama cocugun hizina uygun alıştırma yoluna gitmeleridir.

Ağlamalar, ısrarla gitmek istememeler şiddetini genellikle bir ay icinde kaybeder. Bazı cocuklarda ise ilk okula başlarken sorun yaşanmaz ancak 9-10 gun sonra isteksizlik ortaya çıkabilir. Bu durumların hepsi normaldir.

Herzaman danisanlarima dedigim gibi anne cocugun duygularini anlar ve cocuga yansıtırsa, normal seyler hissettigini, kendisinde bir sorun olmadigini cocuga hissettirirse, sabırlı, güçlü ve açıklayıcı olursa bu donem daha rahat geçecektir.

Tum okula baslayan cocuklara ve annelerine kisa ve sorunsuz bir gecis sureci diliyorum.


Sevgilerimle,

Yazmanın tadına doyum olmuyor...

15 Mayıs 2012 Salı

Hasan icin ilik bulunmasına artık gerek kalmadı!




Hasan icin de ilik aranıyordu, gerek yok artık, kimse zahmet etmesin!

Evet cok üzgünüm, icimi ruhumu biri sikistiriyor sanki kalbime bir ağırlık oturdu, kalkmıyor. Haybeye yazıyorum, giden gitti!!!

Ben cok üzgünüm, neden daha cok çabalamadım, neden çevremdekileri toplayıp hastaneye goturmedim, "o gün bugün" arkadaslar demedim. Neden israr ederken kendimi kotu hissettim? Neden daha cok israr etmekten cekindim? Ben ve belki bir kac kisi daha kan verdik diye elimden geleni yapmismi oldum. Su an çektiğim vicdan azabını okuyan okurum sen beni anlasan ne olacak, anlamasan ne olacak, küçücük Hasan geri gelmeyecek, onun icin yapmadıklarımi telafi etmeyecek.

Siz elinizden geleni yaptınız mı? O kadar üzgünüm ki bu yüzden kızginim arkadaslarıma. NEDEN ihmal ediyorsunuz? NEDEN umursamiyorsunuz? NEDEN kalkıp Eskisehir Devlet Hastanesine gitmiyorsunuz? NEDEN KAN VERMiYORSUNUZ?
Hasan'ı görünce içinizde hicbirsey kıpırdamamış olamaz, bunu biliyorum. Gerisi NEDEN gelmiyor!!!! Belki de ölmeyecekti diye dusunmekten kendimi alamıyorum. Belki hepiniz kan verseydiniz bir umudu olacaktı. Üzerinize fazla mı geldim? Anlayışla karşılayın.. ama ilik bekleyen başka Hasanlar da Ardalar da var. Hissettiğiniz insanı duygunun geçip gitmesine izin vermeyin daha fazla, LÜTFEN.



Yazmanın tadına doyum olmuyor...

10 Mayıs 2012 Perşembe

EDÜTEG "Organik Tarim" Seminer Notları

EDUTEG olarak Organik Tarimla ilgili merak ettiklerimizi Eskisehir Tarim İl Mudurlugu Ziraat Muhendisi Muazzez Gunay'dan öğrendik. İste seminer notlarım:

Toprak canlı bir varlıktır. İçinde birçok mikroorganizma, bakteriler ve canlılar bulunur. Bunlar olmazsa toprak verimsizdir ve işe yaramaz. Topraktaki organizmalar 0-10 cm. derinlikte olur. Bu nedenle toprağı sürerken derinlere inilmemeli ve canlılara zarar verilmemelidir. Bu iş için özel makineler kullanılmalıdır.

İlaçlar, gübreler, pestisit ve insektisitler topraktaki mikroorganizma faaliyetlerini engeller, kısmen veya tamamen yok ederler. Ayrıca kimyasal tarim ilaclari aşırı dozda kullanılınca bitkide kalıntı bırakarak insan sağlığına da zarar verirler.


Organik Tarım;
Kimyasal girdilerin olmadığı,
Üretimden tüketime her aşamanın kontrol edildiği,
Sertifikalı bir tarım şeklidir.

Bazen sebzelerde çekirdek olmuyor, neden?
Hormonlar yüzünden!
Tüketici hormon deyince daha çok domatesi düşünüyor ama yediğimiz ekmekte daha çok hormon var çünkü buğdaya hormon etkili olan yabancı ot ilacı atılıyor.


Hormonlar çeşit çeşit; bitkinin büyümesini durduranlar, bitkiyi olgunlaştıranlar, döllenmeyi teşvik edenler. Hormonlar ulaşılması kolay ve ucuzdurlar, tenekelerle bile satılırlar. Sadece döllenmeyi teşvik eden ilaçlar pahalıdır ve bunlar daha çok domates-patlıcan-kabakta kullanılırlar.
Bu şekilde hormonla döllenme teşvik edildiğinde aslında gerçekten bir döllenme olmadan bitkinin böyle zannetmesi sağlanır ve bitki tomurcuklanmaya, filizlenmeye başlar. Bu yüzdendir ki böyle yetiştirilen sebzelerde çekirdek göremezsiniz. Bu istenmedik bir durumdur, ornegin Avrupa Birliği hormonla döllenen ürünleri bizden almaz, iç pazarda tüketilir.


Tarımsal Mücadele- Örneğin Yabancı otlarla nasıl mücadele ediliyor?
Organik Tarımda en önemli sorun yabancı otlar. Sıra aralarındaki otları makineler alırken, sıra üstlerindeki otları işçiler tek tek toplar bu yüzden maliyet artar. Örneğin maydanozların yaprakları arasından her bir ot tek tek işçiler tarafından elle toplanır. Bugün maydanozun hakkettiği fiyat 4.5 Tl’dir fakat bu fiyata satılamayacağı için üreticiler maydanozdan zarar etmektedirler. Maydanozdan ettikleri zararı diğer ürünlerle telafi etme yoluna giderler.

Tarımsal mücadelede uygulanması gereken birçok yöntem vardır. Bu yöntemlerin işe yaramamasi durumunda son çare olarak ilaç kullanılması gereklidir ancak malesef konvansiyonel tarımda çiftçilerimiz hiçbir yöntemi uygulamadan direkt ilaca başvurmaktadırlar.

Konvansiyonel tarımla yetiştirilen sebze ve meyvelerin tadı neden yok?
Bitkiler gübreyle hızlı büyütüluyorlar bundan dolayı tadları olmuyor. Ayrica hızlı büyüyen sebzelerin dokuları gevşek olduğu için çabuk hastalanırlar ve dolaplarınızda beklerken çabuk bozulurlar.


-Organik tarımda kimyasal gübre kullanılmaz. Bitki ve hayvan kompostları ve fosfat kayaçları kullanılır.
-Toprak her dikimden önce analiz edilmeli, gübrede ne kadar fosfat olduğuna bakılarak gübrenin nasıl kullanılacağına karar verilmelidir.
-Ayrıca organik tarım yapan çiftçiler gübreleri organik tarım yapan firmalardan satın almalıdır.

Tohum
Organik tarımda tohum ve fidan organik metodlarla üretilmiş olmalı, İlaç kullanılmamalıdır.

Sulama
Tarla bitkilerinde yağmurlama, bahçe bitkilerinde damla modeli kullanılarak yapılmalıdır.

Hasat
Ürünler makinelerle toplanmadan once konvansiyonel üretimde kullanılma ihtimaline karşı makinelerin iyi temizlenmesi gereklidir.

Organik tarım nerelerde yapılabilir?
Otoyoldan(anayoldan) 1 km mesafedeki tarım arazilerinde,
Kuşuçuşu 3km yarıçapta konvansiyonel tarım yapılan bir arazinin olmadıgı bir bölgede yapılmalıdır.

Organik Tarımda Örgüt Şeması :

Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı

Sertifikasyon Kuruluşları(20 sertifikasyon şirketi var)

Firmalar

Projeler

Çiftçiler

Kısa kısa:

Sertifikalandirmada; önce çiftlikler sonra da ürünler sertifikalandırılır.
Denetimler sertifika kuruluşlarınca yapılır, tarım bakanliği da sertifika şirketlerini denetler. Denetimler en az yılda bir kez ve habersiz olarak yapılır.
Sulamada kullanılan su kuyu sularıdır. Ornegin Porsuk suyunda ağır metaller olduğundan sulamada kullanılmaz.
Organik Ürünler marketlerde ayrı bölümlerde satılmalıdır aksi takdirde cezası yüksektir.
Semt pazarlarındaki organik ürünlere asla itibar edilmemelidir.
Organik ürünlerin konvansiyonel ürünlere oranla 1.5 kat kadar yüksek fiyatlı olması normaldir.
Eskisehir Carrefur’da organik ekmek satışı vardır.
Organik yumurta sertifikası alınabilmesi için civcivlerin 3 günlükten itibaren alinip uygun kosullarda yetiştirilmiş olması gerekir.



Yazmanın tadına doyum olmuyor...

25 Nisan 2012 Çarşamba

Okul Sütü Projesi- Bir velinin bilmesi gerekenler!

"Okul Sutu Projesi". Buyrun projeye ve uygulanmasina iliskin bir ornek uygulamayi okuyun.

İlk olarak, okullarda süt dağıtılmasının desteklediğim bir proje olduğunu söylemek isterim ancak UHT sütlerinin doktorlar tarafından özellikle bağışıklık sistemine zarar verdiği ve alerjiye neden olduğu açıklamalarından sonra çocuklarımız için süt olarak pastorize günlük sütlerin çok daha faydalı olduğu kanısındayım. Pastorize sütlerin dağıtımında ortaya çıkabilecek zorluktan dolayı belki bu kampanyaya dahil olmamış olabilir ama bu çocuklarımızın UHT süte mahkum bırakılması durumunu değiştirmiyor. Projeyle ilgili bu durum ilk gunden beri canımı fevkalade sıkıyor. İyi bir sey yapmak isteniyorsa pastorize gunluk sutleri dagitmanın bir yolunun bulunması sanırım yine yetkililere düşüyor.

Tebligde olusan arz fazlalığını dengelemek amaçlı yaptıklarını söylüyorlar;
"Program doğrultusunda dağıtılacak sütün üretimi ve dağıtımı ile takvimi, mevsimsel süt arzı fazlalığının olduğu dönemler dikkate alınarak Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından belirlenir."
Sütte arz fazlalığı soyleminin da gündemi takip eden biri olarak gerçek dışı olduğunu düşünüyorum. Arz fazlalığı çiğ süt üretimindeki fazlalıktan değil, muhtemelen süt tozu kullanılarak yapılan sütlerin fazlalığından kaynaklanıyor . Yoksa çiğ süt üreten küçük üretici neden yardım çığlıkları atıyor? Bildiriler yayınlıyor. İnternete girip araştırın göreceksiniz bildirilerini.

Günlük sütlerde arz fazlalığı yok mu sorusu da insanın aklına gelmiyor değil!! Gerçi yoktur, çünkü pastorize günlük süt üretien firmalar o kadar az ki..Pastorize sütte süt tozu kullanılamıyor yani çok da karlı olmayabilir. Benimki sadece bir yorum...

Durum buysa o zaman "tamam, benim cocuklarıma UHT süt verin, zararı yok, ne de olsa bedava ne de olsa süt. Uzun ısıl işlemlerden geciyormuş, sütun protein yapısında degisiklikler oluşuyormuş, alerjiye sebep veriyormuş, bağışıklık sistemini zayıflatıyormuş, hiiiic farketmez." diyemeyeceğim.


Bir de aşağıdaki maddeye bakın...
"Süte karşı duyarlılığı olan öğrencilerin okul yönetimleri, öğretmenler ve aile hekimlerince tespiti yapılarak Programın dışında tutulmaları sağlanır."

Okullara gidin de bir görün...kaç veli farkında cocugundaki süt duyarlılığının. Peki ya hangi ögretmen bilebilir bunu?
Öğretmenler de tespit edecekmis duyarlılığı olanları!!! Ne kadar gerçekçi?
Evrak dağıtiyorlar ogretmenlere; sutu içtikten sonra 6 saat icinde mide bulantisi, karin agrisi, kusma gibi seyler gorulurse yandaki kutucuklara çek atacaklar. Sanırım tespit yöntemi bu olacak.(yanlis anlaşılmasın eleştirim öğretmenlere degildir, konustugum hicbir Ogretmen bu durumdan oyle veya boyle memnun degil)

Veliye sorulacak "cocuğun süt icsin mı?" diye. Evet derse cocuk sisteme dahil olacak. Buradaki konu şu; veliye sütun faydaları anlatılacak öğretmenler tarafından, sonra UHT sütleri dayayacağız cocuklara. Sag gosterip sol vuracagiz bir nevi yani.. Kimse UHT süt konusundaki endişelerden velileri haberdar etmeyecek. Önce her türlü bilgilendir sonra seçenek sun, o zaman tamam, hiç lafım yok. Bu şekliyle ahlaka sığar mı? Alisveriste biri bize bir malı övse sonra da başka mal satsa...bence aynı şey. Bu kadar net düşünüyorum bu konuda. Ben evime sokmadigim, cocuğuma içimediğim sütun pazarlamasının öğrencilere yapılmasını is-te-mı-yo-rum!


Var mı ötesi?
Vaaarr.
Yapılmak zorununda, çünkü öyle işte...burada kesiyorum zira siyasi algılanmak istemiyorum. Bu yazımın bütün nedeni ne yediği ve çocuğuna ne yedirildiği konusunda duyarlı bir anne olmamdır.

Diger bir konu, sutu icecek cocuklar icin belli bir ders saati belirlenecek, o saatte cocuklar sütlerini icmek ve bitirmek zorunda tutulacaklar, sanırım yerlere atmasın, çantada dökmesin, sut bekleyip de bozulmasin, süte duyarlilik gosterenler de okulda tespit edilsin diye.
Cocuk bir insan, sırf velisi "süt içsin" dediği icin başkasının belirlediği dakikada süt icmek zorunda tutulması size mantıklı geliyor mu? Bana gelmiyor da.. Ben 4 yaşındaki oğluma bile boyle bir dayatma ve saygısızlık yapmazken, koca koca cocuklara yapılması tabii ki beni rahatsız ediyor. Hemen ayakustu bir cozum önerisi; okul çıkışında dagitilabilir, isteyen evinde ailesinin gözetiminde istediği kadar icebilir..cok zor degil, degil mı? (okuduğum hicbir resmi yayında uygulamayla ilgili ayrıntılar belirtilmediginden yorumum uygulama sekline okul yönetimlerinin karar vereceği yönünde oldu. Bu konuda farklı bilgiye sahip olan varsa yorum kısmında belirtebilir)

Aklıma ne geldi? Bir zamanlar kaynanalarin ogullarina gelin adaylarıni sectigi abuk subuk bir program vardı. Ata'nın annesi orada beni şok eden cümleyi kurmuştu:
" Ata sen aşık degilsin yavrum, ben asik oldugunda sana söylerim!!!"
"Çocum canin süt içmek istemiyor simdi, istedigi zamanı ben sana söylerim!" Her gün son derste!!!


Daha bitmedi...
"İçmesin" diyen velinin çocuğuyla "içsin" diyen velinin çocuğu aynı sınıfta nasıl olacak? Cocuklar sut içerken ögretmen ders yapmayacağına göre, icmeyen cocuk oturacak içenlerin içmesini seyredecek. Ben, (bence) doğrusunu yapıp içirmiyorum diye benim cocuğumun günahı ne? Ufacik anasinifi cocuğuna nasıl anlatacaksınız buradaki çarpıklığı. Bedeli içmeyen cocuklarin kendilerini dışarıda kalmış hissetmeleri mı olacak? Nerede kaldı benim veli olarak özgür secimim? Ben gercekten özgür muyum?

Ben burada;
Saglikli beslenmeyi degil, elde kalan ve içilmesi doktorlar tarafından önerilmeyen UHT sut stoklarinin eritilmesini görüyorum.
Cocuğun isteklerine, ihtiyaclarina saygıyı degil, dayatmayı görüyorum, bu dayatmadan UTANÇ duyuyorum.

Bu yazıyı okuyan sevgili veliler, sizin de önünüze "sut icsin izin kağıdı" geldiginde "evet" ya da "hayir" demeden once lütfen UHT süt ve pastorize günlük sut konusunu araştırın ve okul yöneriminize sorun:
Çocuğum bu sutu istediği zaman istediği kadar mı icecek? yoksa yönetimin belirlediği bir saatte icmek ve hatta bitirmek zorunda mı tutulacak?




Yazmanın tadına doyum olmuyor...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...