Kültür farklılığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kültür farklılığı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Aralık 2013 Çarşamba

Almanya Rheinland-Pfalz eyaletinde okul öncesi eğitim sistemi Türkiye'deki eğitim sisteminden farklı mı?

Okul öncesi eğitim alanında çalışan öğretmenler olarak araştırma ve gözlem yapmak için Almanya'nın Rheinland-Pfalz eyaletine gittik. Burada aktaracağım gözlemlerimin tamamen kişisel olduğunu, birlikte gittiğim arkadaşlarımın farklı gözlem ve yorumları olabileceğinin altını çizmek istiyorum. Ayrıca çeviri hataları olabilir, böyle bir durumda yorum kısmında fikrinizi belirtebilirsiniz.

Genel yapı nasıl?
Anaokullarını gezmeden önce eyaletin eğitim sistemi hakkında genel bilgilendirme yapılan bir toplantıya katıldık. Aldığımız bilgileri kısaca derlersem; Rheinland-Pflaz eyaletinde okul öncesi eğitim Entegrasyon, Aile, Çocuk, Gençlik ve Kadın Bakanlığı'na (Ministerium für Integration, Familie, Kinder, Jugend und Frauen: Bakanlığın sitesini incelemek isterseniz buradan yapabilirsiniz)  bağlı.  Eğitime ayrılan bütçe 674.000.000 Euro. Bunun 500.000.000 Euro'su (yazım hatası yok) sadece okul öncesi eğitime ayrılıyor. 32.000.000 Euro'su da mültecilerin eğitim ihtiyaçlarına ayrılan kısmı. Bakanlık çalışmalarını belediyeler ve belediyelerin 'Gençlik Daire Birimleri' ile birlikte sürdürüyor. Okul öncesi eğitim ihtiyaçlarını çalışan annelerin sayısına göre belirliyor ve bu amaçla yine belediyelerle işbirliği yapıyor.

Her çocuğun 1 yaşından sonra okul öncesi eğitimden yararlanma hakkı var ve bu haklar anayasa ile korunuyor. 2 yaşından itibaren ise aileler sadece yemek bedelini ödeyerek çocuklarını bu haktan ücretsiz olarak faydalandırabiliyor. Bu eyalette anaokulundan üniversiteye kadar tüm devlet okulları ücretsiz, özel okullar ücret alıyor ancak özel okul sayısı çok az. Okul öncesi eğitim zorunlu olmadığı halde 3 yaş ve üzeri çocuklarda okullaşma oranı %100. Anaokulları yarım (8.00-14.00) ve tam gün olarak hizmet veriyor. Burada kısa bir parantez açalım, ders bitiminden itibaren 'etüd' diyebileceğimiz bir sistem ile ilkokul da tam güne çıkarılmaya çalışılıyor.
 
Okul öncesi eğitimin bağlı olduğu Aile, Çocuk, Gençlik ve Kadın bakanlığı aynı zamanda gençlerin istihdamı ve faşizm, istismar ve medyanın olumsuz etkilerinden korunması konularında da çalışıyor. Bu amaçla sinema filmlerinin, TV'de gösterilecek her türlü film ve çizgi filmlerin incelenmesinden de sorumlu olan bakanlıktan onay almadan hiçbir film yayına giremiyor. Bu arada bana ilginç gelen, bu eyalette 27 yaşına kadar bireyler hukuk önünde genç olarak kabul ediliyor.
 
Çok kültürlü, çok dilli bir yapısı olan Rheinland-Pfalz'da okul öncesi eğitimde dil sorunu nasıl çözülüyor?
Her çocuğun okul öncesi eğitimden faydalanmasının anayasal bir hak olması gibi dil eğitiminden yararlanması da anayasal bir hak. Bunun anlamı aile çocuğunu anaokuluna yazdıramaz ya da dil eğitimi aldıramazsa mahkemeye gidebiliyor. Anaokullarında dil eğitiminin çok önemli olmasının iki geçerli nedeni var; birincisi Rheinland-Pfalz eyaleti Fransa, Belçika ve Lüksemburg'a sınırı olmasından dolayı çok kültürlü bir yapıya sahip. İkincisi ise dili anlama, kullanma becerilerinin zihinsel gelişim için gerekli olduğu düşüncesi. Anaokullarında dil eğitimine 6 milyon Euro'luk bir bütçe ayrılıyor ve bu kaynak Belediyelerin Gençlik Dairelerine veriliyor, oradan anaokullarının ihtiyaçlarına göre anaokullarına dağıtılıyor.
 
Anaokullarında dil eğitimi, bu konuda özel eğitim almış kişiler tarafından ayrı bir program ile yürütülüyor. Mülteci çocukların Almanca'sının gelişmesi için kullanılan bu program ile çocukların Almanya'daki yaşama uyumları desteklenirken, bir yandan da anaokullarında yabancı kökenli çocukların kendi kültürlerini ve dillerini de geliştirmelerine yönelik çalışmalar yapılıyor. Her eyaletin kendi dil eğitim programı var ancak 2013-2014 yılında tüm eyaletler ortak bir dil gelişimi projesi üzerinde çalışmaya başlamışlar. (İhtiyaç halinde) çocukların anaokulundan ilkokula geçişe hazır olup olmadığına dil, akademik, psikolojik gelişimlerini değerlendirmede özel eğitim almış tıp doktorları karar veriyor.
 
Özel eğitime ihtiyacı olan çocuklar okul öncesi eğitime nasıl dahil oluyor?
Özel eğitime ihtiyacı olan çocuklar yaşıtlarıyla aynı sınıflarda eğitim alıyorlar. Bizdeki kaynaştırma sistemi uygulanıyor. Ancak bizde uygulanmayıp orada uygulanan bir şey var ki, umarım bir gün ülkemde de hayata geçer: kaynaştırma öğrencisi olan sınıflara ayrıca bir özel eğitim öğretmeni veriliyor. Bu öğretmene 'gölge öğretmen' deniyor.
 
Yasal düzenlemeler nasıl?
Yakın zamanda eğitimcilerden gelen talepler üzerine okul müdürleri ile bakanlık yetkilileri bir araya gelerek,  okul binasının özellikleri, anaokulu açmak için gerekli şartlar, kültürlerarası çalışmalar, dil eğitimi, çocuk sayısı ve personel sayısı konusundaki oranların belirlenmesi, sağlık önlemleri gibi genel konulardan oluşan bir düzenleme yapıp, bu düzenlemeyi kitapçık haline getiriyorlar. Okul öncesi eğitimcileri bağlayan tek şey bu kitapçıkta belirlenen şartlar. Okullar personel ücretlerinin devlet tarafından karşılanmasını istiyorlarsa bu şartları taşımak zorundalar. Yasal düzenlemelere buradan ulaşabilirsiniz.
 
Okul öncesinde eğitimin içeriği nedir?
Okul öncesi eğitimde, eğitimin içeriği yani bizim sistemimizde var olan şekliyle söylersek kazanımlar belirlenmiş değil, standart bir program yok. Her anaokulu neyi, nasıl öğreteceğine karar vermede insiyatif sahibi. Önceden belirlenmiş kazanımlar yok, ders planları yok.
  • Öğretmenler neyi nasıl öğreteceğine nasıl karar veriyorlar?
  • Çocuklara bir kazanım verme gayeleri yok mu?
  • Gün boyu yapacakları etkinlikleri neye göre planlıyorlar?
  • Etkinlik planlamadan mı derse giriyorlar?
  • Eğer öyleyse bütün gün çocuklar okulda ne yapıyor?

Tüm bunları da sonraki yazımda ele alayım...


Not: Buraya kadar okuduklarınız hakkında neler düşündüğünüzü merak ediyorum. Varsa yorumlarınızı buradan, faceden, twitterdan yapabilirsiniz.

15 Mart 2012 Perşembe

Plumber Pit versus Tesisatçı Tekin

Bizim Tesisatci Tekin ile Plumber Pit'ten bahsedeyim size biraz.
Bizim Tekin malesef ya derslerden çakmis! ya okuldan atılmıştır ya da atılmayı bile beklememistir. Babasinin gozunde bir baltaya sap olamayan Tekin yine babasi tarafindan "bari meslek ogrensin" denilerek tesisatci yanina cirak verilmistir. Plumber Pit önce Amerikan ordusundan astsubay emeklisi olup sonra tesisatcilik günlerine başlamıştır.
Gecekondudan hallice bir evin kırasını denklestiren ve esi ile cocugunun karnını doyuran Tesisatçı Tekin'in bu hayattan daha da birsey isteyecek hali kalmaz.

Plumber Pit'in yukaridakine benzer ama 3 katlı, en alt katinda sinema ve spor salonu, bahcesinde bildigin yuzme havuzu (öyle kuşların serinledigi cinsten degil) olan cok hos bir countryside evi olur. Yetmez bizim Plumber Pit'in kendisinin yaptigi kocaman bir yapay gölü olur, Pit'in kızı arkadaslariyla havuzda serinlerken babalar da gölde balik tutarlar. Yeter mi? Yetmeeezzz...Bir de hani su filmlerde gördüğünüz kocaman tırı olur Pit'in.

Siz okuduklariniza inandiniz mı? Benim bunları hayal ettigimi ya da abarttigimi düşünseniz yeridir çünkü ben bunları gozumle gördüğüm halde hala inanamıyorum.
Ulkemi cok seviyorum, ayrim yapmaksizin tum insanlari saygideger buluyorum ve kendi Tesisatcimin da Astsubayimin da Ogretmenimin de insanca ve rahat yasamasini istiyorum. Yasarken hayattan zevk almasini istiyorum. Plumber Pit gibi...
Yazmanın tadına doyum olmuyor...

13 Mart 2012 Salı

Amerika'da Türk Olmak- devam

Tam yazacaklarım bitti diyorum, bitmiyor. Hala evin içindeyim. Hatta fırından başlamalıyım.

Söyle ki; bizden once bir Çin'linin kaldığı evimizdeki fırının icini görünce küçük çapta bir sok yasadim. Birkaç gün fırının kapağını açtım açtım kapattım. Sonunda "kaçarı yok" dedim, eldivenleri geçirdim, hadi bismillah!!! Mis gibi yaptım ama kullanmaya baslamam biraz zaman aldi, fırının kapağını yine açtım açtım kapattım bu sefer gorduklerime inanana kadar. Görsel hafızadaki goruntuyu değiştirmeden birseycik pişiremezdim onda.

Simdi farkediyorum da bizim arkadaslardan birinin üst komşusu da Çin'li bir aileydi. O aile gitmeseydi, koku nedeniyle evi değiştireceklerdi neredeyse. İngiltere'de ayni binada yaşadığım Çin'li aileyi de katarsak bugüne kadar yaşadıklarım Çin'liler adına pek iç açıcı görünmüyor. 2010 Kasım'da yapılan son sayıma göre 1,34 milyar Çin'li varmış. Biri İngiltere digeri Amerika olmak üzere dunyanin iki ayri ucunda 1,34 milyar Çin'liden en temiz 3'u ile mi karsilastim bilemiyorum. (Yaşadığım olayları anlatmanın dısında kesinlikle hiçbir halk icin bir yargılamada bulunmak amacında değilim.) Genel anlamda, bulunduklari ortamda rahatsiz edici bir koku oldugunu soyleyebilirim. Bu belki de sadece temizlik degil, yemek yeme alışkanlıklarıyla ilgili de olabilir.





Neyse, Çin'den Cezayir'e geciyorum. Komşumuz vardı, Cezayirli. Üniversitede doktora yapıyordu. Konusmayi son derece seven, İngilizce'de takilinca araya Arapça ve Fransizca katarak zaten konusmasindan ambale olmus beynimi icinden çıkılmaz bir bunalıma sokan tarziyla yorucu ama sevimli bir arkadaştı. Neyse ki ben zorlaninca Murat'a satıp stand by'da dinlenebiliyordum:)

Bir gece, birsürü polis bizim Cezayir'li komşunun dairesine paldır küldür daldilar. Girdiler diyemeyecegim... O gürültüden nasıl korktuğumu anlatamam. Hicbirsey yapamadık, "O" da yapamadı. Anlamadı, anlatamadı... ülkesindeki üniversitenin kendisini resmi yollarla doktora icin gönderdiğini anlatamadı:(

Çok üzüldüm, korktum, kendimi hiç güvende hissetmedim, kızgınlık hatta öfke yasadım. Ne olursa olsun evi belli, okulu belli, nerede oldugu belli olan birisi gündüz vakti, olmadı aksam kapıdan insanca alınabilirdi. Yanlis hatırlamıyorsam birkaç gün sonra dönmüştü. Ortada da kayda deger herhangi bir sebep olmadıgı anlaşılmıştı.

Amerika'da Türk olmak cok zor degildi ama Cezayir'li bir doktora ögrencisinin arkadaşı olmak ve yapılanları sessizce izlemek cok zordu:(



Yazmanın tadına doyum olmuyor...

12 Mart 2012 Pazartesi

Amerika'da Türk Olmak

Daha onceden basladigim yazimin devamidir. Okumayanlar icin "Amerika'da Turk Olmanin Dayanilmaz Hafifligi" yazilarimi once okumanizi tavsiye ederim.

....İlk gun eve yerlestik, alisverise gidecegiz; ne otobüs, ne minibüs, ne taksi yolda sadece sahsi arabalar var. Hadi yuruyelim dedik, demez olaydik. Yolda giderken yanımızdan gecen arabalardaki insanlar dönüp dönüp bize bakıyorlardı. Hatta bir araba yavaşladı, icindekiler utanmadan elleriyle bizi işaret edip bir de ustune gulduler. Cok rahatsiz oldum. Her disari cikisimizda garip bakışlarla izlendik. Bir sure sonra, sokağa çıkacagimiz zaman bende hafif bir titreme baslamadi degil.
Aynen böyle iste Rollada boş sokaklardan biri:



Yaşadığımız yer yukaridaki kasabaydi, acaba yabancı olduğumuz icin mı bunları yaşıyorduk? Kıyafetlerimiz mı farklıydı? Sorun neydi?
Bir aksam pizzaciya gittik. İçeri girince sahibi "yürüyerek mı geldiniz" diye saskin bir sesle sorunca "eee pes yani" dedim!!!

Neyse merakta bırakmayayım; bizim yolda yürüyor olmamız hem tehlikeli hem de alisik olmadiklari birseymis. Oralarda kimse yollarda yurumezmis, heryere kendi arabalarıyla giderlermiş. Zaten bizden baska kimsecikler de yoktu yollarda. Bu insanlar nerede?, hic cocuk yok mu? sokak-mahalle kavrami yok mu? Yok arkadas, kel yollar arabalardan ibaret. Sokaklar boomboss.



Yukaridaki ev Oradan bir ornek mesela, keske bahce iclerinden bulabilseydim bir resim ama bununla idare edecegim.
Her evin super bahcesi var, bahcede yapay havuzlarindan tutun da oyun parklarina, trombolinlere kadar herseyleri var.

Uzun lafin kisasi insan gormeye hasret kaldik oralarda. Aralarına karışip, komsuluk yapma, onlari yakindan tanima olasiligimin da bu noktada bitmiş olduğunu anladım.

Kucuk kasabalarda İnsanları sadece mekanların icinde görebilirsiniz. Pizzaci, market, Cafe... Bu durumda sanırım hayatımda gördüğüm en kilolu insanları Amerika'da gormuş olmam bir rastlanti degil. Marketlerde kilolu insanlar icin özel alisveris arabaları var, aldiklarini taşımak icin degil, kendilerini taşımak icin. Aşağıdaki gibi birsey.



Reyon aralarinda gezerken yaninizdan geciveriyor etleri arabadan disari tasan insanlar.

Birgün bulunduğum kasabada bir pazar kurulduğunu öğrendim ve ogrenir öğrenmez soluğu orada aldım. Eve taze ve tek tek streç filme sarılmamış sebze alacagim icin cok heyecanlanmistim. Aşağıdaki resim Rolla pazarından.



Gerçi benim gittiğim pazarda kamyonetlerin arkasında sergiliyorlardı ürünlerini ama oyle özensiz degil. Yukarıdaki gibi örtüler üzerinde falan. Sebzeler cok temiz ve tertipli duruyor. Dolmalik biber aldım, hani su yapma plastik gibi gözükenlerden. Nerde bizim o küçücük ince kabuklu biberlerimiz. Yokluktan aldım iste. Bir Amerikalı teyze geldi onu nasıl pisirecegimi sordu. Ayaküstü dolma tarifi verdim:). Başka bir gün de Walmart'tan (bizim Migros ayarında bir fırt büyüğü) kereviz alırken kasadaki bayan "köklerini almissiniz, bunu nasıl yiyeceksiniz?" diye sordu. Onlar hep saplarını yıyiyorlarmis. Hani bizim havuç yediğimiz gibi. Ben de ona sordum " ee kökü neden satılıyor o zaman?" kadının cevabı: "yillardir burada calisiyorum ama siz alana kadar kökünün satıldığını farketmemistim. Dikmek icin falan satıldığını düşünürdum herhalde" oldu:)).

Daha once bahsetmiştim ev sahibimden. Angel'la hadi birbirimize Türk yemegi ve Amerikan yemegi yapalım dedik. Bize hamburger yapacagını söyledi, inanabiliyor musunuz? Ne değişik!!! Ben ona taze fasulye, mercimek corbasi yapacaktım. Orada bulduklarımla ancak o kadar olurdu yani yoksa bir doktururdum ki talihsizlik iste:)

Burada ara vereyim, telefon elime yapıştı. Su bilgisayarım bir düzelseydi:(

Yazmanın tadına doyum olmuyor...

9 Mart 2012 Cuma

Amerika'da Türk Olmanın Dayanılmaz Hafifliği-Bitmedi

İlginç bir ev sahibimiz vardı. Adını versem sorun olmaz, koskoca Amerika'da bir Angel. Sarı çizmeli Mehmet Ağa!!
Angel 3 cocuk annesi, ev hanımı ama 10 parmağında 10 faaliyet. Yeni gittigimiz gunlerdi, bir gün kapı çaldı, Angel uğramış.
"bir yere mı gidiyorsun" dedi. Şaşırdım,
"Yoo(nooo!!), niye ki?"
Durum anlaşıldı, banyo yapmis, saçlarımı kurutmustum!!! Benim icin her zamanki sıradan şey iste.

Dunya tatlısı bir bebeği vardı. Onu minivan'de yalnız bırakırdi, cocuk da sürekli aglardi. Çok üzülürdüm, bazen alır evde bakardım cocuğa. Bana para vermek isterdi ama ben asla almazdim. Bu ona garip gelirdi, o kadar rahatsız olurdu ki beni bazen Cafe'ye arkadaslariyla buluşmalarına davet ederek içten ice odesirdi benimle.

Bir gün eşi geldi, (eşinin nascardaki yarış arabalarından vardı) eve girmesi gerekti, su korktuğum meseleyle yüzleştim.
"would u pls take your shoes off!" birisine ayakkabısını çıkartmasını söylemek benim icin gerginlik sebebidir. Neyse çıkardı sagolsun. Asil sorun önüne terlik koyunca cikti.
"Pls, dont act like I'm a king" kendisine kral muamelesi yapmamamı istedi, diyemedim ki "ne alakası var!!" dil yetmedi. Adama terlik giydirene kadar akla karayı sectim. Yine kibarmis, mahcup ola ola giydi.

Kibar olmayanları da var. Bir gun musluğun bozulası tuttu. Tamirci çağırdık, adam çıkarmadı, Nuh dedi peygamber demedi. Terlik teklifini de "baskasının giydiği terliği giymem" diyerek berteraf etti. Sonuc, tamirci gitti, gidene kadar yumrugumu isirdim, sonra da tüm halıyı sildim.

Simdilik kesiyorum, yok daha bitmedi ama Ege kresten geldi gelecek:))


Yazmanın tadına doyum olmuyor...

Amerika'da Türk Olmanın Dayanılmaz Hafifliği

2003 yılıydı, 16 saat süren eziyetli yolculuktan sonra gecenin bir vakti aktarma otobüsünde gözümü açtığımda kendimi Devler ülkesinde gibi hissettim. Karanlığı yaran ışıklara bakakaldim. Esim de ben de ayni duygulari yasadik, cok kucuguz, yutulmus gibi..hala da esimle konuşuruz o anı.











Resimlerdeki manzaraların icinde olmaktan kesinlikle büyülendik ve farklı bir kulturdeyiz dedik.

Kalacağımız eve geldik sabahın 3-4'u gibiydi. Elektrikler kesikti:) Amerikaya geldik elektrikler mi kesik!!! inanamadik. Ev sahibimiz de bir mahcup, "aslında hic kesilmez, ilk kez oluyor, 3.dunya ülkeleri gibi kesileceği tuttu" diyerek durumu kurtarmaya çalıştı. Bende garip bir memnuniyet duygusu belirli tabii..

Orada yasamanın en guzel yanlarindan biri de alışveriş yapmanın rahatlığı. Bilen bilir alisverisi hiç sevmem, nedenini orada anladım; GERİLİYORMUSUM!! meğer. Orada cok rahattim; aldın mı? vaz mi geçtin? sebebini soran yok, kullandın ve beğenmedin asla soru yok! Sırf denemek icin bisküvi yiyip beğenmedim deyip paketi geri verecek kadar septik bir milletiz buna bile soru yok (bunu yapan ben değilim, esım falan okur da!! belirteyim dedim.)
İcimde alışveriş canavarı varmış da yeri darmis meğer!!!




Bir gün evin önünde hani olur ya çimlik alan orada oturuyorum, yoldan gecen birisi durdu, hem gülümsedi, "hem iyi günler" dedi.
Esimin sınıfından bir arkadaşı herhalde dedim, iyi gunler diledim. Tanimadigim biri olmasi imkan ve ihtimali yoktu tabii. Ertesi gün yine oradan gecen baska biri gulumsedi, sonra başka biri... Siz hic tanimadiginiz birine bildiginiz sırıtır sekilde merhaba dediniz mi? Ben döndükten sonra dedim, tavsiye etmiyorum:)), bön bön bakılıyorsunuz.

Geçelim açılır kapanır kapılara... Eşim bir gün dedi ki "Aylin, bir gün de sen yol ver!!!" Ben ne yapıyormuşum söyleyeyim de buradan da rezil olayım. Hemencecik geçivereyim de yolu tikamayayim telasiyla fırt fırt aradan, onden geciveriyormusum. Sonra durmayı, beklemeyi ve acele etmemeyi öğrendim.
Acele etmek zorunda olmadığımı Walmart kasasinda da gordum. Kuyruk ne kadar uzun olursa olsun arkadan acele eden yok, ensemde kimsenin nefesi yok, elim ayağıma dolaşmadan kasadan çıkmak da varmış.

Amerika'dan Eskisehir Yildiztepe Hava Lojmanlarina dönüş yaptık. İlk zamanlar nizamiyelerdeki askerlere gülümseyip selam veriyordum, şaşkın şaşkın bakıyorlardı gariplerim, ne bilsin kafası karışmış birinin garip davranışları olduğunu.
Bir de minibüse binmek icin kuyruk olusturmaya calisiyordum ilk zamanlar, kimse tınmiyordu tabii. Kac sabah ise gec kaldim, ite-kaka minibuse binmeyi reddettigim icin. Gel gör simdi, pehh!!!



Bir gün araba kiraladık iki aile, uzun bir gezi planı yaptık. Gunun sonunda Niagara Şelalelerindeydik. Not duseyim Niagara Kanada ile Amerika arasinda sinirdadir. Kanada ile Amerika arasinda siradan bir kopru vardi, vizir vizir gecen arabalara baktık. Kimse kimseyi durdurmuyor, birsey soran yok. Karnimiz da nasil aç, orasi renkli isiklariyla cazip gorundu. "Bir deneyelim, gidelim olmazsa doneriz ayni kopruden" dedik. Bastık geçtik karşıya, kimseyi durdurmayan görevli bizi durdurdu. O kağıdı istiyor yok, bu kağıdı istiyor yok, "siz ne yapmaya gidiyorsunuz?"dedi. Bizdeki cevap "aksam yemegi yemeye!?!?"oldu. Üniversitede okuyup da aksam yemegi yemek icin öylece ülke değiştireceğinizi mı sandiniz diyerek lafı kibarca tam yerine yerleştirdi.
İste o köprü:



"İyi geri donelim" dedik ne yapalim..Görevli "Amerika'ya da dönemezsiniz" deyince biz kızları bir gülme tuttu. Neyse sonunda nezarethane gibi bir yerde filmlerde gordugunuz esrar saticilari, kacakcilarla birlikte saatlerce kağıt işlemlerinin bitmesini bekledik. Bu bizim ki saflık degildir de nedir? Güleceğim tabi:)))))))

Yazmaya devam etsem daha neler var ama şimdilik bu kadar olsun. Yazarken yeniden yasadım. Belki başka yazıda devam ederim. Belki de İngiltere maceramı da yazarım. En cok da büyüyünce Ege okusun diye.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...