iletişim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
iletişim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

28 Mart 2019 Perşembe

OYUN YOLUYLA DAVRANIŞ DEĞİŞİKLİĞİ KAZANDIRMA-5.Oturum Ödül-Ceza Olmadan Çocuklara Sınır Koyma



Bugün grup çalışmamızda işlediğimiz ÖDÜL ve CEZA OLMADAN ÇOCUKLARA SINIR KOYMA konusu annelerimizin oldukça ilgisini çekti. Tahmin edeceğiniz gibi hiçbiri bu konuda çocuklarıyla gerilmekten hoşlanmıyor.

Çalışmamızın 5.oturumunda çocuklara sınır koymanın eğlenceli yolları olduğunu konuştuk ve bolca oyun oynadık. Grubun başlangıç aşamasında; her zamanki tanışma oyunlarımız vardı. Bugün 5.oturumu yapıyor olsak da birbirimiz hakkında öğrenmeye devam ediyoruz. Annelerimiz birbirlerini ne kadar fazla tanırsa oyunlar da onlar için o kadar zevkli geçtiğinden tanışma oyunlarını son oturumda bile oynayacağım sanırım.

Sınırları ihlal etme kavramını tartıştık önce. Bu kavramın kuralları çiğneme, güçlü olduğunu hissettirme ve varlığını kabul ettirme ihtiyacını da kapsadığını fark ettik. Anne baba olarak çocuklarımıza sınır koyarken karşılaştığımız saldırgan ve öfke dolu davranışların altında aslında acı veren duyguların oldugunu anladık. Saldırgan davranışla karşılaştığımızda yapmamız gerekenin çocuklarımızı bu duygulardan arındırmak olduğunun altını çizdik. Bunu başarmanın yolu da elbette oyunlaştırmadan geçiyor. Bu nedenle grubun gelişme aşamasındaki oyunlarımız bu çerçevede oldu.


Bazı bağlanma oyunların çocuklar üzerindeki etkisini arttırmanın yolu; abartılı davranmak. Hal boyle olunca resimlerdeki bazı tuhaf hallerimin sebebini de anlamış oluyoruz. Açıkcası abartınca gerçekten siz de daha çok eğleniyorsunuz.

Oturumun son aşamasında “küfür, kötü söz” söylendiğinde nasıl davranacağımızı tartıştık ve yöntemlerle ilgili oluşan sorulara cevap verdik. Tam hızımızı almış, “kardeş rekabetinde oyunu kullanma” konusuna girecekken minik öğrencilerimizin anneleriyle buluşma zamanı geldi. “Bir saat yetmiyor” sitemkar konuşmaları arasında oturumu sonlandırdık. Doğru yetmiyor ama neden yetmiyor? Özellikle fiziksel hareket gerektiren oyunlara bayılıyorlar daha da bıraksam oynayacaklar :) 

Bugün annelerimizden biri, önceki seansta gördüğümüz fiziksel temas içeren bir oyunu 8 yaşındaki kızıyla oynadıklarını, çok keyif aldığını, oyunu tekrar tekrar oynamak istediğini; öte yandan küçük oğlunun temastan hoşlanmadığı için oynamak istemediğini ve bu nedenle onunla farklı bir oyuna geçtiğini anlattı. Bu da aslında 2.oturumda gördüğümüz esneklik ilkemizin ve gözlemci olmamız gerektiği konusundaki uyarılarımızın gerçek hayatta uygulandığının güzel bir örneği oldu.



















15 Mart 2019 Cuma

Oyun Yoluyla Davranış Değişikliği Kazandırma Grup Çalışması 3.Oturumu

Evde, okulda pek çok yerde rekabetin hakim olduğu eğitim anlayışına inat, ailede iş birliğine dayalı bir eğitim anlayışının oluşması için çalışmamızın 3. oturumunu büyük oranda işbirliği oyunlarına ayırdım. Aile içi sosyal etkileşimi arttırmanın yanı sıra aynı amaç için bireyleri birlikte hareket etmeye motive eden ve güven duygusunu tazeleyen bu oyun türünü diğerlerine göre bir tık daha fazla önemsiyorum galiba. Çocukların yarıştırılması, ödül ve ceza gibi dış etkenler yoluyla davranış değişikliği kazandırılması anlayışına mahkum olmadığımızı görmemizi istiyorum. 

Başlangıçta bilgi paylaşımı, sonrasında uygulama ve kapanışta küçük grup tartışmasıyla 3. oturumu tamamladık. Tartışma kısmında gerçek yaşam deneyimlerimizi paylaşıyoruz. Bir nevi teori ile deneyimi bir araya getiriyor ve öğrendiklerimizin gerçek hayattaki karşılığını fark etmeye çalışıyoruz. Bunun güzel bir örneğini annelerimizden biri anlattı bugün. Kapıdan çıkarken montunu giymeyi reddeden çocuğuyla sık sık kriz yaşadıklarını ama bu sefer krize dönüşmeden olayı atlatmayı nasıl başardığını anlattı. Öğrendiği saçma oyun tekniği işe yaramıştı. Artık kapıdan çıkmak eziyet olmayacaktı, otorite savaşı yaşanmak zorunda kalınmamıştı. Ayni yas grubu çocukları olan annelerin sorunları da haliyle birbirine benzer oluyor. Burada öğrendiklerinin işe yaradığını görmek, diğer anneleri de heyecanlandırıyor. Aralarındaki bu paylaşımları izlemek keyfi de bana kalıyor. 

Çocukların, huysuzluk etmelerinin altında yatan ihtiyacın ne olabileceğine de kafa yorduk bu oturumda. Örneğin bacağınıza yapışan çocuğunuzun ihtiyacı ne olabilir dediğimde:

"Acaba fiziksel temas olabilir mi? ya da ayrılmaktan korkuyordur belki. Fiziksel temasa ihtiyacı varsa onunla daha sık mesela boğuşma oyunları oynayabilir, ayrılık endişesi yaşıyorsa saklambaç gibi oyunlar oynayabiliriz dediler annelerimiz. Bazıları da şu yorumu yaptılar; belki de kendisini güvende hissetmiyordur, yalnız kalmak istemiyordur, o zaman gücün çocukta olduğu oyunlar da işe yarayabilir."  
Ben.... mest! 😍

Hangi davranışlar altında nasıl ihtiyaçlar yatıyor olabilir ve bu ihtiyaçlara yönelik ne tip oyunlar kurgulayabiliriz üzerine alıştırma yapmaya devam edeceğiz elbette ama fotoğraflarda gördüğünüz bu harika annelerle sanırım aynı dilden konuşmaya başlıyoruz. 








22 Kasım 2016 Salı

Çocuğunuzun öğretmeninde aradığınız en temel özellik nedir?

Bir sınıfa girdiğinizde gördükleriniz, o sınıfın yönetim şekli ve sınıfın iklimi hakkında size bir fikir verir. Öğrenciler sessizce oturuyor, söz almıyor, soru sormuyor sadece dinliyorsa orada özgür hissetmediklerini ve sınıfta baskıya (korkuya) dayalı otorite kullanıldığını düşünürüm. Öğrenciler akıllarına gelen soruları anında soracak kadar özgür hissediyor, sorulara cevap veriyor, yüzleri gülüyorsa, orada sevgi ve saygıya dayalı bir otorite görürüm. "Sevginin olmadığı sadece saygının olduğu sınıflar soğuk yerlerdir" diyor Doğan Cüceloğlu. Böyle sınıflarda herkes rolünü ve sınırlarını iyi bilir ve ona göre davranır. Öğretmen dersini anlatır, derslerini sorunsuz işler, gerisi ile pek fazla ilgilenmek istemez.



Bir öğretmende aradığınız en temel özellik nedir? sorusuna Doğan Cüceloğlu'nun verdiği cevap; ne öğretmenin alan bilgisi, ne konu anlatımındaki becerisi ne de öğrencilerinin sınavlardaki başarısı oluyor. En önemli özellik, öğrenci ile "empati yapabilmesi, onu öğrenci olarak değil önce insan olarak görüp saygı duyması ve içten yaklaşımı". Bu durumu Özgür Bolat öğretmenin öğrencisini "mesleki" olarak değil, "kişisel olarak sevebilme yetisi" şeklinde açıklıyor; belki siz de bir veli olarak "öğretmenin duyduğu şefkat ve çocuk sevgisi" dersiniz. Nasıl tanımlarsak tanımlayalım şahsi kanaatim; sevginin olmadığı yerlerde çocukla gerçek bir ilişki kurulamayacağı yönünde. Gerçek bir ilişki olmayan yerde ise ne çocuğun kişisel gelişiminden bahsetmek mümkün ne de kaliteli bir öğrenme ortamından. 

Bu vesile ile veliler için önerim:

Öğretmenlerinizin nasıl eğitim verdikleri, kaç net çıkarttırdıkları, nasıl ders işlediklerinden önce, çocuklarınızla saygı ve sevgi dolu bir ilişkileri olup olmadığını sorgulayınZaten sevgi bağı kurulduysa ve öğretmen çocuklara saygı duyuyorsa çocuğun öğrenmesinde ortaya çıkabilecek her türlü sorun karşılıklı işbirliği içerisinde çözüme ulaştırılır.

9 Kasım 2012 Cuma

Aşağılanmak nedir bilir misin?

Annenin çocuğunun yanında “Hiç ablası gibi değil, bunun dersle, ödevle alakası yok” demesidir…

Görüşme sırasında kocanın karısını sürekli susturması, “hoca hanım sen ne varsa bana anlat, o anlamaz’ demesidir…

Meslektaşın meslektaşa “çocuğa böyle yaklaşacaksın, bak ben sihirli dokunuşumla bir günde onu düzelttim” demesidir.

Bir müdürün törende mikrofonu eline alıp, kah sessiz olmuyorlar kah SBS puanlari düşük diye öğrencilere küfür etmesidir.

Annenin çocuğuna, öğretmenin öğrencisine, kocanin karisina hakaret etmesi, dövmesidir aşağılama…


Aşagılanmaların ortak noktası, madur olan çocuğa karşısındaki kişi tarafından ne kadar değersiz olduğunun hissettiriliyor olmasidir. Eger bunu yapan, çocuğun ebeveyni, deger verdiği öğretmeni ise bununla baş etmek çocuklar için malesef daha da zor hale gelir.

Yürümeye başlayan bir çocuk fiziksel olarak büyümüştür ve annesinden bağımsızlığını önce fiziksel olarak kazanır. Bilişsel gelişim ilerledikçe düşünebilme, muhakeme edebilme, anlamlandırabilme yetenekleri de gelişir. Tüm bunların sonucunda çocuk anneden duygusal olarak bağımsızlığını adım adım ilan eder ve kendi kararlarını kendi verebileceğini, kendi seçimlerinin olacağını hissettirmeye, kendine güven duymaya, anne olmadan da toplum içine karışmaya başlar.


Çevresi tarafından sürekli aşağılanan bir çocukta özgüven sağlıklı gelişemez, kendisini güvende hissetmeyen çocuk tedirgindir, dış dünyaya karşı daima savunma halindedir çünkü sürekli bir saldırı beklemektedir. Bu şekilde de anneden bağımsızlığını kazanamaz… Yaş ilerledikçe kendine güven problemini aşamayan, duygusal bağımsızlığını kazanamayan gençler, anneye karşı olumsuz duygular beslese bile onun onayini almadan harekete gecemeyen yetişkinlere dönüşürler.

Burada bir patolojik tablo yarattığımın farkındayım. Resmi net çizebilmek için olabilecek en kötü senaryoyu yazdım aslında.

Elbette zaman zaman hepimiz çocuklarımızı başka çocuklarla kıyaslama durumu yaşıyor olabiliriz ya da bir kere “beceriksiz” diye kızıp bağırdığınız oğlunuz büyüdüğünde “sizden nefret eden ama sürekli de sizin onayınıza ihtiyaç duyan, bağımsızlığını kazanamamış, kendisi de çocuğunu aşağılayan bir babaya dönüşecek” demiyorum. 

Altını çizerek anlatmak istediğim noktayı aslında son bir paragrafla vurgulayarak yazımı kapatayım. Özgüven gelişimi, duygusal bağımsızlığın kazanılmasında önemli bir etkendir. Bunda annenin, babanın ve yakın çevrenin çocuğa olan yaklaşımı belirleyicidir.

Anne çocuğuna “aman be bi şeyi de yapamadın” dedi diye perişan mı hissetsin diye sormuştu arkadasım ve "Anneliğin Ötesinde" kitabının yazarı sevgili Gülüş Türkmen.

Cevap veriyorum: Sevgisiz bir ortamda büyüyen, aşağılanmaya sık sık ve uzun süre maruz kalan çocuğunuzun psikolojisi olumsuz etkilenir. Kısacası “bi-kereden bişey olmaz”



Yazmanın tadına doyum olmuyor...

5 Eylül 2012 Çarşamba

Övgünün ters etkisi


Columbia Universitesinin yaptigi bir araştırmaya göre, Amerikalı ebeveynlerin %85'i, cocuklarına akıllı olduklarını söylemenin onemli olduğunu düşünüyormuş.
Turkiye'de bu araştırma yapılsa pek farklı bir sonuc çıkmazdi herhalde.

"cok akıllı benim oglum, teyzesi"... hiç düşünmeden sıklıkla söylediğimiz bir cümle!

Bizde övgünun sadece kelimelerle sinirli kalmayip, kreşlerde bir de sticker uygulamalariyla somutlastirildigini görüyorum. "Dişlerini fırçaladigin icin al sana bir sticker", "yemeğini bitirdiğin icin al sana başka bir sticker". Böylece cocuklar cok başarılı olduklarını, iyi isler yaptıklarını düşünüyorlar. Her yaptıkları takdir ediliyor, hem de herkes tarafından.
 
 
Çocugumuza surekli akilli oldugunu soyledigimizde buna kendisinin de inanması halinde ki -bunu cagristiran bir atasozumuz bile var; "Bir seyi kırk kere soylersen olur"- kendine güvenecegi ve zorluklar karşısında pes etmeyeceğine inanıyoruz. Buna Amerikali annelerin de %85'i inanıyormuş. Hatta biraz daha abartip o donemlerde Amerika'lilar çocuklar arasında yapılan yarismalara kotu gozle bakıyor, ogretmenler kirmizi kalemle hatalari isaretlemeyi birakiyor, hatta Massachusetts'te arkadaslarinin karsisinda sendeleyerek kucuk dusmesinler diye ogrencilerin jimnastik dersinde ip olmadan "ip atladiklari" bir okul bile peydahlaniyor.

Oysa bu alanda yapılan araştırmalar durumun farklı yönde olabileceğini ortaya koymuş; çocuklara "akıllı" etiketi yapıştırmak, beklentilerin altında performans göstermelerine sebep bile olabilmekteymiş.
 
Dr. Carol Dweck 10 yıl boyunca Newyork'un 20 farklı okulundaki 500 öğrencide övgünün etkisini araştırmış. Araştırmacılar her sınıftan çocuklar seçip onlara herkesin kolayca yapabileceği birçeşit bulmacadan oluşan sözsüz bir zeka testi uygulamışlar ve sonunda aldıkları puanları belirtip onlara tek bir övgü cümlesi söylemişler. Bir kısım öğrenci zekalarından (bu konuda çok iyisin), bir kısım ise çabalarından (belli ki çok bulmaca çözmüşsün) dolayı övülmüşler. Ardından biri diğerine göre daha zor olan 2 test daha aynı çocuklara gösterilmiş. Çabalarından dolayı övgü alan öğrencilerin %90'ı daha zor olan bulmacaları seçerken, zekalarından ötürü övülenlerin büyük çoğunluğu kolay olanı seçmiş. Yani anlayacağınız "Akıllı" çocuklar işin kolayına kaçmış!
 
Neden?
 
Dweck'e göre "Akıllı" çocuklar utanılacak duruma düşme riskine girmemişler. Ben de şunu eklemeliyim ki anne-baba, öğretmen ve arkadaşlarının gözündeki konumlarını korumayı seçmişler ve onların beklentilerini boşa çıkarmaktan korkmuşlar. 
 
Okuyunca beni daha da endişeye sevkeden şey ise araştırmanın ikinci yarısı oldu. Daha sonra aynı öğrencilere seviyelerinin üzerinde iki test vermişler ve tabii ki hepsi başarısız olmuş. Çabalarından dolayı övülen çocuklar teste fazla konsantre olamadıklarını söylerlerken, "Akıllı" çocuklar başarısızlıklarını aslında o kadar da akıllı olmadıklarının kanıtı olarak görmüşler.
 
Araştırmanın son aşamasında ise tüm çocuklara ilk aşamadaki kadar kolay bir test daha verilerek hepsinin başarılı olması sağlanmış. Sonuçlar karşılaştırıldığında çabalarından dolayı övülenler ilk başlangıçtaki puanlarından %30 fazla, zeki oldukları için övülenler ise ilk puanlarından %20 daha az almışlar. Bu sonuç araştırma yapanları bile şaşırtmış, yanlış övgünün bu kadar yüksek oranda ters etki yapacağını beklemiyorlarmış.
 
Kısaca; verdikleri çabaya vurgu yapmak çocukların kontrol edebilecekleri bir özellikken, doğuştan getirdikleri zekaya vurgu yapmak üzerlerinde kontrolleri olmayan bir durum ve bu çocuklar bir başarısızlıkla karşılaştıklarında nasıl tepki vereceklerini bilemiyorlar. Ayrıca "Akıllı" çocuklar şöyle de düşünüyor "akıllıyım, o zaman çaba harcamama gerek yok!" Bu etki okul öncesi dönemdeki çocuklar da bile saptanmış.
 
O zaman övgu nasıl yapılmalı? sorusunu sormak gerekiyor.

1- Övgü belli bir noktaya odaklanmalı ve somut olmalı.
Buna bir ornek çalısmayı anlatarak cevap vereyim.
Notre Dame Üniversite'sinde sürekli kaybeden hokey takımında övgünün etkisi denenir ve takım Play-off'lara kalır. Övgü faydalı olmuştur. Arastirmalara gore ovgünün faydalı olabilmesi icin belirli bir noktaya odaklanilmasi gerekiyor ve bu çalısmada da hokey takımının oyuncuları rakibin kalesini yoklama sayılarından dolayi ovulmusler.

2- Samimi olmalı. Biz yetiskinlerin aldığımız sahte bir iltifatı anlayabilmemiz gibi 7 yasından büyük cocuklar da övgünun samimiyetini irdelerler.

3- Övgü sonuca değil, süreçteki çabaya yapılmalı. Cocuklar yaptıkları isin sonucuyla degil, surecle ilgilidirler. Asırı övgü onları sonuc odaklı yapar ve sonunda derslerini anlamak icin degil not icin çalışan cocuklar olup çıkarlar.
 
 
Bu yazıda "Eyvah Çocuğum Büyüyor" Po BRONSON&Ashley MERRYMAN, kitabından yararlanılmıştır.

Yazmanın tadına doyum olmuyor...

15 Temmuz 2012 Pazar

Çocuklarla konuşurken hepimizin düştüğü tuzaklar neler?

Alternatif Anne dergisinden sevgili Tulay'in araciligiyla bir brosurden haberdar oldum. Basligi; "Cocuklarla konusurken- Cocuklari tesvik etmenin 75 degisik yolu". orijinal metni buradan görebilirsiniz:


Maddeleri tek tek inceledim ve katilmadigim ifadelerle ilgili görüşlerimi buradan paylaşıyorum.

4. ve 12. Maddeler:
"Supersin", "Cok efendisin" Abartılı, soyut. Hangi davranışdan bahsediliyor? Çocuk her yönüyle ve gercekten süper galiba!

9. Madde:
"Birlikte yemek pisirelim" yerine "Yemek pişirmek ister mısın?" seklinde olmalı ki karar verme sorumluluğu cocukta olsun. Böylece büyüdüğünde cocuklarınıza sürekli "ders çalış, ödevlerini yap" demek zorunda kalmazsınız.

16. 17. 19. 20. 21 ve 22. Maddeler:
Geri bildirim verilmek istenmiş ancak hepsi soyut. Ornegin 17. Maddeyi somutlastiralim: "İslerinin hepsini bitirdiğin icin oynamaya daha cok zamanın kaldı", iste bu somut oldu.

25, 32 ve 34. madde:
"Birlikte okumak ister misin?", "Birlikte sarki soylemek ister misin?" seklinde olursa sorumluluk cocuğa bırakılır.

30. Madde:
"guzel söyledin" gibi soyut bir ifade yerine;
"açık, anlaşılır, net söyledin" somut olur.

39. Madde:
"eminim başarırsın"...
ya başaramazsa!!! boyle bir ihtimal yok mu yani? Onun yerine; "cabalaman, elinden geleni yapman onemli/yeterli" olabilir.

47.Madde:
"Yaptıklarının icinde bu en güzeli".
Yani şu ana kadar yaptiklarin pek bir seye benzemiyordu... Cocugu motive etmek icin onun onceki calismalarinin degerini azimsamaya gerek var mı gercekten?

51, 52, 53, 57, 59, 60 ve 63. maddeler:
Burada tehlike şu: cogunlukla abartılı ifadeler. Övgü kullanılması en zor motivasyon şeklidir. Cok seyrek ve yerinde kullanilmalidir. Herseyi, her zaman övmek cocukta sahte bir güven duygusuna neden olur ve sürekli kullanılan bu kelimelerin degeri azalır.
4 yaşındaki bir cocuk icin...
Anne: "Ba-ba-sıı oglum cok guzel kaka yaptı"(gereksiz bir övgü)
Baba:"aferin oğluma!"
Bu abartılı övgüye bir ornek olabilir mi?, ne dersiniz?
Bunu aynen yasamış bir psikolog anne olarak ornegin sahsima ait oldugunun da itirafını yapmis olayim.

64.Madde:
"Birlikte oynayalım" yerine ______________ eminim siz tahmin ettiniz coktan:)

65. Madde:
"birlikte cok guzel oynuyorsun" yine soyut,
"seninle birlikte oynamak hoşuma gidiyor" somut.

72. Madde:
"cok yaraticisin"
Soyut. Hangi davranışı yaratıcı buldugumuza vurgu yapmalıyız. "ipin altından geçmen cok yaratıcıydi" somutlastirmaya bir ornek olabilir.

73.Madde:
"cok guzel bir resim"
hem soyut hem sonuc odaklı bir övgü.
"resminde kullandığın renkler cok canlı", "renklerin uyumunu sevdim", "çizgilerin bazı yerlerde cok belirgin sanırım kalemi buralarda bastırmissin" gibi süreci vurgulayan ve somut geribildirim veren ifadeler kullanılmalı.

74. Madde:
(Beynim dondü, gunler torbaya mi girdi bilmiyorum ama yazma ilhami gecenin 2'sinde gelince orijinal cümleyi yazmadan direkt düzeltilmisine geçmişim)
"Duvara asmak ister misin?" basittir ve basit iyidir. Ayni zamanda yine karar verme sorumlulugu cocuga bırakılmış olur.

75. Madde:
"Bu yaptigin seyi bana anlat" bunun bir çeviri hatası olduğunu düşünmek istiyorum. Degilse buna en guzel cevap "Emredersin" olurdu.






Yazmanın tadına doyum olmuyor...

14 Mart 2012 Çarşamba

Çocuğum Oyuncaklarını Toplamıyor!

Psikologsanız ve anneyseniz çevrenin genel beklentisi, çocukla dingin, sorunsuz, evde sesin yükselmediği bir hayat yaşıyor olduğumuz yönünde olabiliyor. Şimdiden söyleyeyim, böyle bir ilişki ne eşle, ne çocukla, ne de arkadaşla pek mümkün değil, sağlıklı da değil.

Ornegin bizim evde Ege’nin dağıttığı oyuncaklarını toplaması konusu üzerinde pürüzler yaşıyoruz. Ege’ye dün akşam eve yaydığı flash kartlarını toplamasını hatırlattım:
Anne: ‘Ege’cim oyunun bitmiş gibi görünüyor. Yatağa gideceğiz birazdan. Gitmeden önce oyuncaklarını yerine koymak ister misin?’(Seçimi ve dolayısıyla sorumluluğu kendisine bırakıyorum)
Ege: ‘Hayır. Sen topla’(Seçimini yaptı!!! ama pes etmeyi düşünmüyorum)
Anne: (Önce derin bir nefes aldım, sonuçta ustaca sorduğum sorunun sonunda duymak istediğim cevap bu değildi) ‘Şu anda istemiyorsun, anladım. O zaman şimdilik ben kaldırayım, belki başka zaman da sen kaldırmak istersin.’
Ege: Tamam ben sonra yaparım (Kıvama geliyor)
Ben toplamaya başladım, kısa bir süre sonra Ege’nin bana kendiliğinden eşlik edeceğini umuyordum. Baktım beyefendi de hiç hareket yok. İkinci bir hamle zamanıydı.
Anne: ‘Ne kadar da çoklarmış, kendi başıma toplamam biraz uzun sürecek…(kısa bir bekleyişin ardından yine hareket gelmeyince) annecim sen de bana yardım etmek ister misin?’(yine seçimi ona bırakıyorum)
İşte sonunda birlikte topluyorduk. Toplama işi bitince ‘Ege bence evimiz çok düzenli görünüyor, ne iyi ettik de topladık’ şeklinde cilasını da sürmeyi de ihmal etmedim. (Geribildirim)



Bir püf noktası eklemek isterim; ben hissettirmeden işi ağırdan alıp çoğu kartı onun toplamasına fırsat verdim. Şimdi yazımı okuyanlar ‘alavere dalavereyle mi iş yaptıracağız’ diye düşünürlerse müsaadenizle hemen uzmanlığımı konuşturayım. En baştan ‘Annecim oyuncaklar oynandıktan sonra yerine konur’ şeklinde Ege’ye nasihat etseydim hiçbir yere varamayacaktık. (Yanlış olduğunu bilsem de daha önce denemedim değil:)
Benim çözüm yolumda uyguladığım bazı ilkeler, püf noktalar vardı:
• Cevaplarımla Ege’yi anladığımı ve o anda toplama konusunda isteksiz olduğunu kabullendiğimi hissettirdim,
• Emir kiplerinden, nasihatlerden uzak durdum,
• Seçimi ona bıraktım.
Bu püf noktalar kullanılarak çocuklara odasını toplamak, aldığını aldığı yere geri koymak gibi davranışları kazandırmak mümkün olabilir. Danışanlarıma her zaman ‘günlük hayatınızda davranışlarınızla çocuklara örnek olun’ derim. İşte ben de evimde davranışlarımla (kartları kendim toplamaya başlayarak) örnek olmaya çalışıyorum. Burada benim yaptığım sadece doğru davranışı seçmesi için onu doğru yönlendirmek oldu. Bu yöntem bizde çoğunlukla işe yarıyor. Yaramadığı zamanlar da var tabii. Öyle zamanlarda ‘bir dahaki sefere belki toplamak istersin’ diyerek paşa paşa kendim topluyorum. Yazının başında da söylediğim gibi psikolog olmam, bazı ilkeleri uygulamam, konuşma dilime dikkat etmem her zaman herkese istediklerimi yaptırabilmem anlamına gelmiyor, keşke gelseydi…
Kitabi bilgileri bilmek işleri kolaylaştırabilir ama annelik içgüdünüz sonunda her zaman doğru ya da yanlış yaptıklarınız konusunda sizi uyaracaktır. Her çocuk farklı, annelerin beklentileri farklı, geçmiş yaşantıları farklı, evin ahengi bile farklı değil mi? O zaman çözüm yolarının da farklı olması normaldir.


Yazmanın tadına doyum olmuyor...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...