okul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
okul etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

18 Mayıs 2018 Cuma

Marmara Eğitim Kurumları Hakkında İzlenimlerim

Okul arayışında olan biri olarak günlerce internet basında zaman harcayıp, facebook, bloglar, nurturia, instagram, eksi sözlüğe varana kadar bulduğu her yorumu okuyor, bulduğu her veliyi dinliyor insan. Direkt etkilenmek degil ama okulları ziyarete gitmeden önce hangi noktalara dikkat edeceğinizi bilmek açısından iyi oluyor veli yorumları.

Edindiğim izlenimleri elbette ki kendi eğitim anlayışım ve dünya görüşüm çerçevesinde değerlendiriyorum. Bu nedenle görüşlerimin öznelliğinin altını çizmek, ne okulu ne de o okulun velilerini bağlamayacağını en baştan ifade etmek istiyorum.

Okulun çevresi: Kolej “Marmara Egitim Köyü” içerisinde bulunuyor. Aynı yerleşkede Maltepe Universitesi, öğrenci ve öğretmenlere tahsis edilmiş evler, bir otel ve kafeler var. Guvenligin yakınında bir otel ve iki kafe bulunuyor. Bu durum beni biraz rahatsız etti açıkcası. Alışılmış bir durum degil. Erken gitmiştik, kafede biraz oturduk. Üniversite kampüsü icinde bir kafede görmeye alışkın olmadığım özellikte bazi insanlar gördüm. Biraz şaşırdım. Öğrenci ya da akademisyen olmadigi açıkça görünen siyah takım elbiseli değişik insanlardı. Kurtlar Vadisi canlanıyorsa gözünüzde doğru yoldayım demektir, kendimi biraz garip hissettim doğrusu. Bana değişik geldiği icin yazmak istedim yoksa okul ile ilgili bir olumsuzluk olarak almadığımı da ifade edeyim, yerleşkeye girerken de okula girerken de güvenlik var.

Not: Egitim köyü çok yeşil ve büyük bir arazi, zamanımız olsaydi gezmek isterdim ama maalesef yoktu.

Fiziksel Mekan: Konuyu hemen toparlıyor ve artık okulun içindeki izlenimlerime geciyorum. Okulun girişindeki danışmada kimse yoktu, nereye gideceğimizi mudur odasının iç odası oldugunu tahmin ettiğim odadaki birinden öğrendik. Maalesef egitim devam ettiğinden tüm okulu gezemedik ama okulun giriş katı karanlık ve kasvetliydi. Dışarısı ne kadar günlük güneşlik olsa da içerisi pek iç açıcı değildi. Görüşme yaptığımız idareci odasi mobilyasından tülüne kadar alelade ve özensiz görünüyordu. Yaklaşık 40 bin lira olan bir kurumun daha aydınlık, ferah ve özenli bir fiziksel mekana sahip olmasını bekliyor olduğumu farkettim.

Bazı Uygulamalar: 18 yıldır devlet okullarında çalışan bir psikolog olarak değişmesi için savaştığım uygulamaların bu kurumda övünülecek bir şey gibi anlatıldığını duyunca üzüldüm. Bu uygulamalardan biri; okulda “3 D Uygulaması”. Belirlenmiş 3 değer var. (Dürüstlük, d..., d...bu ikisini hatırlayamadım) Bu üç değer kriter alınarak belirli periyotlarda çocuklar arasında seçim yapılıyor ve seçilen çocukların resimleri okula asılıyor. Bunu duyduğum anda beynimde şimşekler çaktı. Yani diğerlerinin dürüstlüğü seçilmeye değer değil mi? Ya da diğerleri yeterince dürüst değil mi? Peki ya seçimlerde adaleti nasıl sağlıyorsunuz? Çocukların dürüstlüklerini objektif olarak nasıl tespit ediyorsunuz? diyecek oldum ama iç sesim “sen velisin ya beğen ya sus” dedi, sustum.

Diğer bir uygulama; çoğu okulun malum kitap okuma saatleri oluyor. Bu kurumda serbest okuma saatlerinde hangi kitabın okunacağı sene basında öğretmenler tarafından belirleniyor ve tüm çocuklar ayni kitabı okuyor; yetmezmiş gibi çocuklar sınavlarda bu kitaplardan sorumlu tutuluyor. Az önceki simsek beynimde patlamaya devam ederken üzerine bir de bunu duyduğumda bendeki asfalyalar çoktan atmıştı. Kendi seçmediği kitabı okutup bir de sınavda sormak bir kişide kitap okuma isteği nasıl doğurabilir ki? Olanı da bitirmez mi? Yani bu çok basit bir mantık. Benim çalıştığım okullarda en azından kitabı seçme özgürlüğü çocuğa verilip, sınavlarda da sormuyorlardı. Bu gerçekten bir eğitim kurumundan beklediğim bir yaklaşım değil.

İyi niyetli bile olsa her uygulamada çocuğun biricikliğine saygı duymak gerek diye düşünüyorum. Gerek bu yaklaşımları, gerekse değerler konusundaki uygulamaları nedeniyle okulu listemden sildim. Ayın öğrencisi, haftanın kitap kurdu vs. çocuklar arasında hiyerarşik düzen yaratan çeşitli uygulamaların değişmesi için psikolog olarak yeterince uğraşıyordum, bir de kendi isteğimle bu anlayışı körükleyen bir okula veli olmak bacağıma sıkmak gibi olacaktı. Zaten yeri de epey bir uzakta olunca, tesekkür ederek oradan ayrıldım. Eminim okulun pek çok artısı vardır ama ben hassas olduğum noktalardan daha en başında vurulunca... bu da benim talihsizliğim oldu sanırım.

Bir sonraki yazım Irmak Okullari, FMV Işık Erenköy Kampüsü ve Sezin Okulları hakkında olacak.

Okul arayışındaki herkese sabır diliyorum. Bence dernekleşmeliyiz. #okulseçmeçilesibitmez





12 Temmuz 2017 Çarşamba

Okul öncesinden üniversiteye eğitememe sistemimizin 21. yüzyıl becerileri ile imtihanı


Eleştirel düşünce    → itaat
Problem çözme      → problem çıkarmama
Yenilikçilik               → risk almama 
İşbirliği                    → rekabet
İnisiyatif gösterme  → pasif olma
Öz-yönetim            → dış motivasyonlu denetim
Karşılıklı iletişim     →tek taraflı dinleme/me(!)
Yaratıcılık              → yerine ezber


Şimdi kaldığımız yerden devam edelim: Ziraat mühendisliğine, biyolojiye, işletmeciliğe, otobüs şoförlüğüne, aşçılığa, gemi kaptanlığına  vs... formasyon verelim derse sokalım; eğitim yönetimi, planlaması, sosyoloji, felsefe okuyanlara kurs açalım rehberlik ve danışmanlık servislerine psikolojik danışman olarak oturtalım, sınıf öğretmenliği mezunlarına kurs verelim özel eğitim öğretmeni yapalım; kimse aldığı eğitimin gerektirdiği uzmanlık alanında çalışmıyor artık galiba. Öyle bir gayretimiz yok bakanlık olarak. 

Derdim eğitimde alan dısı branşlarda çalışan bireyler değil; içlerinde canla başla uğraşan, çalışmalarını, profesyonel gelişimlerine gösterdikleri özeni takdir ettiğim pek çok arkadaşım var. Benim derdim sistemle. Karar vericiler, lisans eğitimi sonrası yüksek lisans ve/veya hizmet içi eğitimler, sertifika programları ile kişilerin kendi alanlarında profesyonelleşmesini sağlayacak tedbirler almak yerine yukarıda saydığım uygulamalarla sistemi zayıflatıyorlar. Bir de derdim, bunun kariyer gelişimi yaşam boyudur diyerek rasyonellestirilmesiyle.

Evet kariyer gelişimi yaşam boyudur, o zaman MEB bunun gereklerinin de tam ve eksiksiz karşılanmasıni istemelidir. Haklar ve sorumluluklar iliskisi bir nevi. Kariyer gelişimi birşey; bireylerin sistematik egitimden geçmeyip, formasyon eğitimi ve/veya kurslarla sınıfa sokulması ve 21.yuzyil becerileri geliştirmelerinin beklenmesi baska birşey. 

22 Kasım 2016 Salı

Çocuğunuzun öğretmeninde aradığınız en temel özellik nedir?

Bir sınıfa girdiğinizde gördükleriniz, o sınıfın yönetim şekli ve sınıfın iklimi hakkında size bir fikir verir. Öğrenciler sessizce oturuyor, söz almıyor, soru sormuyor sadece dinliyorsa orada özgür hissetmediklerini ve sınıfta baskıya (korkuya) dayalı otorite kullanıldığını düşünürüm. Öğrenciler akıllarına gelen soruları anında soracak kadar özgür hissediyor, sorulara cevap veriyor, yüzleri gülüyorsa, orada sevgi ve saygıya dayalı bir otorite görürüm. "Sevginin olmadığı sadece saygının olduğu sınıflar soğuk yerlerdir" diyor Doğan Cüceloğlu. Böyle sınıflarda herkes rolünü ve sınırlarını iyi bilir ve ona göre davranır. Öğretmen dersini anlatır, derslerini sorunsuz işler, gerisi ile pek fazla ilgilenmek istemez.



Bir öğretmende aradığınız en temel özellik nedir? sorusuna Doğan Cüceloğlu'nun verdiği cevap; ne öğretmenin alan bilgisi, ne konu anlatımındaki becerisi ne de öğrencilerinin sınavlardaki başarısı oluyor. En önemli özellik, öğrenci ile "empati yapabilmesi, onu öğrenci olarak değil önce insan olarak görüp saygı duyması ve içten yaklaşımı". Bu durumu Özgür Bolat öğretmenin öğrencisini "mesleki" olarak değil, "kişisel olarak sevebilme yetisi" şeklinde açıklıyor; belki siz de bir veli olarak "öğretmenin duyduğu şefkat ve çocuk sevgisi" dersiniz. Nasıl tanımlarsak tanımlayalım şahsi kanaatim; sevginin olmadığı yerlerde çocukla gerçek bir ilişki kurulamayacağı yönünde. Gerçek bir ilişki olmayan yerde ise ne çocuğun kişisel gelişiminden bahsetmek mümkün ne de kaliteli bir öğrenme ortamından. 

Bu vesile ile veliler için önerim:

Öğretmenlerinizin nasıl eğitim verdikleri, kaç net çıkarttırdıkları, nasıl ders işlediklerinden önce, çocuklarınızla saygı ve sevgi dolu bir ilişkileri olup olmadığını sorgulayınZaten sevgi bağı kurulduysa ve öğretmen çocuklara saygı duyuyorsa çocuğun öğrenmesinde ortaya çıkabilecek her türlü sorun karşılıklı işbirliği içerisinde çözüme ulaştırılır.

21 Mayıs 2015 Perşembe

Sırp öğrencilerle Google Hangout üzerinden ortak ders işledik.

Ana Zivkoviç
Okul rehberlik servisi, çocukların gelişimini destekleyen ortamları yaratabilen ya da yaratılmasına öncülük eden bir birim olmalı, bu yönde yaşamdaki değişim ve gelişimi de takip edebilmeli. Sadece rehberlik birimi olarak değil okulun tüm paydaşlarının öğrencilerin vizyon sahibi olmalarını, farklı bakış açıları geliştirmelerini sağlamaya ve daha önce deneyimlemedikleri yaşantıları onlara sunmaya çalışması gerektiğine inanıyorum. Bu kapsamda daha önce education skype üzerinden gerçekleştirdiğimiz bir etkinliğimiz olmuştu. 

Şimdi ise Sırbistan'dan Ana Zivkoviç ile devam eden yazışmalarımız sonucunda Google Hangout'un video konferans ve ekran paylaşımı özelliğinden faydalanarak, Kahoot etkinliğimizi hayata geçirdik.
Hazırlığın son aşaması
Öncelikle, kısıtlı imkanlar nedeniyle yetersiz olan alt yapıyı hazırlamamız gerekliydi. Etkinlik için Milli Eğitim Bakanlığı kısıtı olmayan bir internete, her öğrenci için bir bilgisayara ihtiyacımız vardı. Ancak 4+4+4 sistemi nedeniyle ilköğretimlerdeki bilgisayar laboratuvarları kaldırıldığı için böyle bir imkanımız elbetteki yoktu. Ne okulumuzda bilgisayar laboratuvarı ne de öğrencilerimizde akıllı telefon olmadığına göre yapacak tek şey en az 2 bilgisayar ile bu işi gerçekleştirmekti.
Bilgisayarın biri projeksiyona bağlı,
diğeri Kahoot.it üzerinden cevap verme ekranı.

Mudurumuz Fatma Uyar okulun internet sorununu uzun uğraşlar sonucunda çözdü; her öğrenciye bir bilgisayar vermek yerine toplamda iki bilgisayar kullanacağımız bir konfigürasyonla labaratuvar engelini de aştıktan sonra artık etkinlik için hazırdık. Burada Bakanlığa biraz sitemkâr konuşacağım; bir eğitimci olarak okulda interneti rahatça kullanabileceğim bir sistem ve öğrencilerimin bilgisayarlara erişebileceği bir ortam istiyorum!

Çocuklarımız henüz kısa bir süredir İngilizce dersi alıyor olduğundan konuşma ağırlıklı bir etkinlik yerine oyun içerikli bir etkinlik olan Kahoot uygulamasını tercih ettik. Oyun temelli dijital öğrenme programı olan Kahoot ile öğretmenlerimiz Merve ve Ana etkinlikten bir süre önce bir quiz oluşturdular. Ôğrencilerimiz quizin oluşturulduğu konuları Merve öğretmenimizle birlikte derslerde zaman zaman tekrar ettiler.

Teknik alt yapıdan, ders içeriğine kadar çok yönlü hazırlık sürecinden sonra artık geriye bugün etkinliğin heyecanını hep birlikte yaşamak kaldı. Çok değerli şeyler yaşandı bugün o sınıfta: Öğrencilerimiz hayatlarında ilk defa İngilizce'nin yaşayan bir dil olduğunu sadece dizilerden, eğitim videolarından değil, aynı zamanda yaşamın içinden gördüler. Yaşıtlarıyla ortak dil kullanarak iletişim kurmaya çalıştılar. Basit düzeyde konuşmalar yaptılar. En önemlisi de bunları yaparken çok istekli ve heyecanlıydılar. 


Ortak dersimizin sonunda hissettiklerimi özetlemek istersem sanırım şöyle derdim; çocuklarımızın farklı yaşantılar deneyimleyeceği ortamlar yaratmanın mutluluğu paha biçilemez. Bence "okul" dediğin çocuğa ders dışında hayata dair gerçek bir yaşantı sunmalı. Okulları dershaneden ayıran şey de bu olmalı.


Sırbistan ile ortak ders işlememizde internet alt yapısını sağlayan Okul Müdürümüz Fatma Uyar'a; İngilizce dersi kapsamında içerik oluşturan, destek veren İngilizce öğretmenimiz Merve Bıyık'a; partnerliği, rehberliği ve teknik desteği için Sırbistan'dan İngilizce Öğretmeni Ana Zivkoviç'e çok teşekkürler: много вам хвала: Thanks a lot. Hope it is right. :)
Son olarak da Kahoot, Photopeach gibi uygulamalardan haberdar olmamı sağlayan kişisel mesleki gelişim ağıma katmaktan mutluluk duyduğum Uğur Mert'e çok teşekkürler. 
Öğrencimiz Ana'ya "merhaba" diyor ve kendini tanıtıyor.



5 Mart 2014 Çarşamba

Okul gösterileri hakkındaki gerçekler

Okullarda yapılan gösterilerin eğitim, öğretim ve pedagojik açıdan değerlendirilmesi 

Çocuklarda öğrenme doğal gelişen bir meraktan gücünü alır yani motivasyon içten gelir. Çocuklar kendi tatminleri için ve keyif aldıkları için öğrenirler. İçsel motivasyona bir örnek verelim; çocukların şarkı söylemedeki motivasyonları eğlenmeleridir, eğlenirken bir yandan da kısa süreli hafıza becerileri, ritm duygusu, kelime bilgisi gibi alanlarda farkında olmadan gelişirler. Çocukları gösteri için şarkı söyletmeye başladığımız andan itibaren, o şarkının söylenmesindeki motivasyon içsel değil, dışsal bir nedene bağlıdır ve bunun çocuk için öğrenme açısından anlamı olmayıp sadece ezber değeri vardır. Öğrenme onay ve alkış almak, anne babaya göstermek amacıyla gerçekleşen bir süreç değildir.

Öğrenme sürecinde önemli olan çocukların gösterdikleri çabadır oysa ki veliler, öğretmenler ve eğitim sistemi maalesef ki öğrenmenin kendisine değil çıktılarına odaklanır. Gösteriler ve performanslar yoluyla çocukların öğrenme çıktılarına abartılı bir vurgu yapılır. Bu, o kadar önemlidir ki bütün okul öğretmeniyle, yönetimiyle, yardımcı kadrosu ve velileri ile hazırlık yapmaya başlar. Planlamalar, malzeme teminleri, özel kostüm ayarlamalar, anne-baba-büyükanne/dede-enişte-hala-görümce-elti tüm sülalenin ön sırada oturmak için yer kapma telaşları... 





Çocuklar okulda öğrendiklerini sergiliyorlar, 
bunu sevdikleri kişilerle paylaşmalarının ne sakıncası olabilir?

"Gösteri okulda öğrenilenlerin sene sonundaki sunumudur" şeklinde yapılan açıklamalar ve gösterinin sanki öğrenme sürecinin doğal bir sonucuymuş gibi lanse edilmesi gerçek dışıdır. Okullarda klup/egitici kol dersleri ikinci dönem boyunca sadece gösteri hazırlığından oluşur. Özellikle özel okullarda 2.dönem eğitici çalışmaların amacı gösteri ortaya çıkarmaktır. Oysa ki Eğitici Çalışmalar Yönetmeliğine göre kluplerin amacı oldukça farklıdır. Ayrıntıları buradan okuyabilirsiniz. 

Diyelim ki çocuk okulda öğrendiklerini paylaşmak istiyor:
Şarkı örneğinden devam edersek; çocuk şarkısını güvende ve rahat hissettiği yerde, içinden geldiği anda söylediğinde paylaşım anlamlı ve değerlidir.

Bir velinin öğretmenin yıl boyu etkin çalıştığını görmesi için gösteriye değil, neye ihtiyacı var?

Gözlem ve iletişim. 

Bir veli yıl boyu evde çocuğu ile, okulda öğretmeni ile iletişim kurarak, eve verilen ödevleri takip ederek, çocuğunu gözlemleyerek gelişimi sağlıklı şekilde takip eder. Bir okulun, bir öğretmenin "biz bunları yapıyoruz demek için gösteri düzenlemesine ihtiyacı yoktur. O zaman okullar neden kendini bu şekilde ispat etmek zorunda hissediyorlar? Cevabı size bırakıyorum.

"Çocuklar gösteri yapmayı seviyor ve istiyorlar... "
öyleyse sorun yok(mu)?

Bir faaliyetin "çocuğun doğasına uygunluğu" ve "öğrenme ilkeleri" gibi objektif kriterlerle değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yapılan iş doğru olduktan sonra çocuğun katılma isteği elbetteki çok önemlidir. Ayrıca burada yürütülen mantık bebeğe şekeri kendi elimizle verdikten sonra "çok seviyor, istiyor o yüzden vermemin ne sakıncası olabilir?" demekle aynı mantık. Her çocuk şeker ister ama bu şekeri masum yapmaz.




Çocukların kendine güvenlerini sahneye çıkarak kazanacaklarına dair inanç 
ne kadar doğru? 

Bu inanç öyle güçlü ki yaşadığınız şehir, eğitim düzeyiniz, yetişme koşullarınız vs. fark etmiyor. Gösteriye çıkmanın kendine güvenle ilişkili olduğu düşüncesi ne kadar gerçekçi Erikson'un Psikososyal Gelişim Kuramı açısından değerlendirelim. 

Kendine güven;

Bebeklik çağında; çocuğa bakan kişi ve çocuk arasında kurulan yakın ilişkiyle temel güven duygusu oluşmaya başlar,

Çocukluk (okul öncesi) çağında; özellikle özbakım becerilerini kazanma,

Okul çağında; hem yapabilme/becerebilme duygusu hem de sosyal ortamın varlığı önemli olur. Bu yaşta güven, çocuğun yaşıtlarıyla arasında doğal gelişen rekabet ortamından beslenir. Okul başarısı da kendine güvenin oluşmasında çok önemli olur. Bu dönem sonunda artık temel güven duygusu kazanılmıştır.

Kısacası kendine güven de tıpkı öğrenme gibi bir süreçtir. Sahnede performans sergileme ise kendine güven oluşumunda hiçbir dönemin kritik becerisi değildir. Ayrıca sahne, çocuğun güveninin gelişip gelişmediğini test edeceğimiz bir deneme ortamı da olmamalıdır. 

Gösteri çıkaran bir öğretmenin üzülerek yaptığı açıklama

Gösterilerde rahat, becerikli olan(popüler) çocuklar ön plana çıkarıyoruz, sahnede rahat olmayan, görece düşük performans gösteren (ama başka özellikleri olan) çocukları geriye koyuyoruz bu da tercih edilmeyen çocukların daha da sönmesine neden oluyor. 

Burada faturayı öğretmene çıkarmamak gerekir. Öğretmen kendisini okul yönetimine, zümrelerine ve velilerine karşı iyi bir gösteri çıkarma konusunda baskı altında hisseder. Çünkü gösteri aslında çocuk için değil başkaları için yapılır ve bu durumda çocuk gösterinin öznesi değil, nesnesidir. 

Gösteri yapılması istenmediğinde 
aşırı korumacı mı davranmış oluyoruz?

Çocuklarının hayal kırıklıkları ve başarısızlıkla başetmeyi öğrenmelerini isteyen veliler, gösteriye katılmayı bir meydan okuma gibi algılıyorlar. Çocuk ya başaracak ya da başaramadığını görüp bununla başedecek. Koruyucu ebeveyn olmamak katıldığım bir düşünce olsa da çocuklar başarısızlıkları ve hayal kırıklıklarını günlük yaşamlarında, doğal ortamlarında yaşamalılar ve bununla başetmeye çalışmalılar, bir salon dolusu yetişkin topluluğunun önünde, spot altında değil diye düşünüyorum.





Gösteri konusunda Bakanlık ne düşünüyor?

Milli Eğitim Bakanlığı 2014 yılında okullara gönderdiği resmi yazıda okul gösterileri konusunda bakış açısını yukarıdaki şekilde ortaya koydu. Bu iyi bir gelişme olsa da sahada maalesef değişen birşey olmadı.

Milli Eğitim Bakanlığı ve Özel Okullar Birliği çocukların gösterilerde kullanılması konusunda daha hassas olması gerekiyor. Türkiye'nin hemen her okulunda alışılagelmiş gösteri kültürünün kalkması elbette zaman alacak ancak yukarıdaki yazıya bakınca bu anlayışın değişeceği yönünde umutlanmamak elde değil.

Bir eğitimci ve bir veli olarak gösteri yerine çocukların arkadaşları ve aileleriyle birlikte eğlenebilecekleri, etkinliklerin nesnesi değil öznesi olabilecekleri, çocuk dostu bir anlayışın hakim olduğu organizasyonlar talep ediyorum.

Bu konuda tüm velileri ve eğitimcileri #gösterideğilşenlik hastagi ile paylaşımlarda bulunmaya davet ediyorum.

Değişim velilerden gelecek!




24 Ocak 2014 Cuma

Yetti Artik! Bir Psikolojik Danışman işini yapmak için öğretmenden gelecek izni beklemek zorunda mı?

Psikolojik Danışmanları ilgilendiren yeni yonetmeligimizin tasarisi yayinlandi. Twittera yazdim, facebooka koydum kesmedi.. birkac degisiklikle buradan da yaziyorum. Mesai saatleri ile ilgili olarak yıllardır kulağımıza çalınan dedikodu gercek mi oluyor diye düşünmeden edemiyorum. Var olan mesai saati icinde, okulda ogrenci varken cocuklarla birlikte etkinlik yapabilmek icin danışmanların yaşadığı sıkıntıyı çözeceğimize hala mesai saatlerini....neyse susuyorum. Siz en iyisi mi cocuklarınızın rehber ogretmenleri onlarla bulusabilmek icin enerjisini nasil gereksiz yere harcıyoru buradan okuyun:

Biz danismanlar okullarda (test uyg.,seminer verme, bazi etkinlikler icin derse girme gerekliliklerinden) etik/yasal olmayan bicimde öğretmenlerden ders istiyoruz. Ogretmenlerin derslerini verme zorunluluğu olmadigi gibi isini yapmak icin danışmanların da öğretmenlerden boyle bir özveriyi talep etme zorunluluğu yok. Ayrica ders almamizin yasal bir dayanagi olmadigi icin ogretmen derse kendi girmis gibi defteri doldurup, imzalıyor. O saatte bir sıkınti yasansa resmiyette ogretmen sorumlu gorunecek. Ogrencilerle grup rehberligi yapmamiz bizden bekleniyor ancak bunun gerçekleşmesi icin hangi zaman aralığında yapabilecegimiz konusundaki belirsizligin ortadan kaldirilmasi gerekiyor.

Hepi topu haftada 1 saat olan rehberlik ders saatini neler icin kullanacağını şaşmış durumda rehber ogretmenler. Olcme araçları mi uygulasın?, ilgili rehberlik etkinliklerine mi girsin?, yılda vereceği bilmem kac tane konuda cocuklara seminer mi versin? Yoksa o saatte sinif rehber ogretmeni kendi planini mi uygulasin?...Hal boyle olunca okulda isimizi yapmak icin ders istemedigimiz ogretmen kalmiyor. Kimi dersini verirken surat asıyor, kimi kibarca reddediyor, kimi de "benim dersim onemsiz mi" diye güceniyor. Beden dersini alinca cocuklar dayanamayip kiziyor. Bir yanda alınmış, gonulsuz ogretmenler diger yanda kizgin bir sinif dolusu ergen...

Dersi alana kadar kimine rica minnet, kimine duygu sömürüsü, kimine "bugun olmazsa yarin alacagim ne de olsa, ver kurtul baskısı"... bir sekilde dersi aliyoruz ama enerji, moral, gurur falan kalmiyor.






Yazmanın tadına doyum olmuyor...

24 Aralık 2013 Salı

Okul dediğin...!

Eğitim sistemimizi "okullar çocuklara ne kazandırmalı?" diye düşünerek gözden geçirmeliyiz. "Okul, çocukları hayata hazırlayan yerdir" bakış açısıyla, sanki yaşamdan kopuk, kendine has bir bilgi labarotuvarı canlanıyor insanın aklında. Antagonist eğitimciler arasında okullar için kullanılan benzetmelerden biri de; Kendine has kuralları ve çalışma prensibi olan ön kapıdan ham maddenin verilip, arka kapıdan istenen özellikte ürünlerin alındığı bir fabrika benzetmesi. Biz öğretmenler fabrikada kendi  bandımızdan çıkacak  ürünün sadece kalitesi ile ilgileniyoruz. Ne kadar iyi okuyabiliyor, matematikte ne kadar iyi gibi. Öğretmenleri suçlamak değil amacım, ancak gücü ve yetkisi olup da çözüm bulması gereken fakat sadece şikayet eden kişilerin de sorumlu oldukları yadsınamaz bir gerçek.

Okul hayata hazırlayan yer değil, okul hayatın kendisidir. Öyle olmalıdır. Okulun güvenli ortamında hayatı deneyimlemeye devam eden, potansiyelini ortaya çıkaran, kendini farkeden çocuk için ayrıca hayata hazırlanmaya gerek yoktur.  Maalesef okullar hem eğitim sistemi hem de fiziksel yapı açısından hayattan kopuk dizayn edildiği için bu misyonu gerçekleştirmiyor.

Okullarda çocukları farklı açılardan geliştirecek ortamlar sunmak yerine, onları tek bir açıdan geliştirmeye çalışıyoruz ve bunu yaparken de onların hiçbirşey bilmeden okula geldiklerini varsayıyoruz. Sadece ne öğreteceğimize takılıyor (müfredat), belki içimizden eğitime duyarlı olanlarımız biraz ileri giderek, çocuklarımıza nasıl öğreteceğimize kafa yoruyoruz. Çocuklarımızın okulda, dersleri konusunda ne kadar başarılı(!) olduklarını yani fabrikadan çıkan ürünün kalitesini görmek için bir derecelendirme sistemi kullanıyoruz. Çocukları notlar vererek ölçüyor, biçiyor, değerlendiriyor, sıralıyor, etiketliyor ve komplike bir insanı tek bir göstergeye indirgiyoruz. Gerçekçi olmayan hatta hiç uygun bulmadığım not sistemi ile çocukların başarısını değerlendirdiğimizi zannede duralım, asıl şuna dikkat çekmek istiyorum, okulda sadece müfredat, ders, öğretim yok, biz görmezden gelsek de okulda çocuk sadece zihinsel işlevleriyle değil, duyguları, sosyalliği, tercihleri, ilgileri, kızgınlıkları, problemleri ile var.

Öyle bir okul olsun ki; öğrenciler 100'lük, 60'lık diye sıralanmasın. Neler öğrenebileceği çocuklara seçenek olarak sunulsun. Öğretmek amaç olmasın, keyifli öğrenme ortamları sunmak amaç olsun. Okulda derslik yerine atölyeler olsun. Atölye deyince sadece marangozluk gelmesin akla, neden iletişim atölyesi olmasın mesela? Öğrenciler istedikleri atölyelere katılarak sertifika alsınlar. Böylece yıl sonunda çocukların notları değil, çeşitli alanlarda yeterliliklerini gösteren sertifikaları olsun. Bu sistemin benzeri Almanya'da bazı okul öncesi eğitim kurumlarında uygulanıyor, bunlar gerçek dışı fanteziler değil. Uyarlaması yapılarak okul sistemine de katılabilir. Okullarda kurulacak atölyeler bölgenin özelliklerine de hitap edecek şekilde dizayn edilsin. Bunun için elbette merkezi yapıdan yerel yönetimlere inisiyatif tanınan bir yapıya geçilmesi gerek. Tüm bunlar için okul mimarisi hayatın küçük bir kopyası olacak şekilde planlanmalı. Bütün illerde, semtlerde birbirinin benzeri, soğuk, kasvetli, tek tip okullar var. Okulların kendine has kimliği, kişiliği yok, ne öğretmen ne de öğrenci için bir cazibesi yok. Okul dış mimarisiyle, iç dizaynıyla çocuk dostu, eğlenceli, renkli, informal öğrenme ortamlarını teşvik edici bir ortam olmalı, çocuğun hem aklına hem ruhuna hitap etmeli. Okul dediğin gidilmeyince eksikliğini hissettirmeli.
 

İnternette kısa bir araştırmadan sonra farklı konseptte tasarlanmış pekçok okula rastladım. Buyrun buradan... okulunuzu nasıl alırsınız?
Fransa Bobigny İlkokulu
Çin Dalian İlkokulu
                                      






İngiltere Kingsmead İlkokulu
Washington Machais İlkokulu








Fransa Paris bir ilkokul
Seattle Epiphany İlkokulu








LosAngeles'da bir lise
Söğütlüçeşme Bilgievi













Dış mimarisi farklı tasarlanmış okulların iç dizaynları da oldukça farklı:


Çin Dalian İlkokulu
Çin Dalian İlkokulu









İngiltere Kingsmead İlkokulu

Kingsmead İO. hol yemek piş.alanı



















Fin. Riverview Elementary School
Finlandiya Riverview Elemantary School

















Seattle Epiphany İlkokulu
Orestad Lisesi









Orestad lisesi
Paris'te bir ilkokul











Avusturalya'da bir ilkokul
Avusturalya'da bir ilkokul















Okullardan bazılarının kütüphaneleri:

İngiltere Stoke Newington
Washington Machais İlkokulu










Avusturalya'da bir ilkokul
Finlandiya Riverview Elemantary School











Kantin demeye dilim varmıyor; mutfak, kafetarya demek daha olası:


Seattle Epiphany İlkokulu
Finlandiya'da okulların kantinleri genelde böyle



Finlandiya'da genelde kantinler








İngiltere Stoke Newington kantini










Okulların bahçeleri:

Finlandiya Riverview İO

Washington Machais İO


İtalya'da bir İO

11 Aralık 2013 Çarşamba

'Midemiz nasıl çalışır?' konusunda okul öncesi çocuklar için evde basit bir deney

Oğlum Ege anasınıfına gidiyor. "Midemiz nasıl çalışır?" konusunda bir sunum hazırlayıp derste sunması için birlikte bir hazırlık yapmamız gerekiyordu. Biz de anne baba olarak ne yapacağımızı düşünmeye başladık. Kısa bir araştırmadan sonra bu konuda bir etkinlik yapmaya ve bunu videoya çekip okula yollamaya karar verdik. Önce Ege'ye sorduk, onayını aldıktan sonra birlikte hem deneyimizi yaptık, hem de yaparken konu hakkında konuştuk.

Etkinlikte kullandığımız malzemeler:
    Mideyi temsilen şeffaf bir naylon poşet.
    Kusmuk yapmak için yarım muz, iki parça bisküvi, biraz havuç
    Mide asidini temsilen sirke ya da limon suyu

Malzemeleri teker teker poşetin içine attık. 


 Poşetin ağzını bağladık, 'midemizde yiyecekler ezilir' diyerek ellerimizle mıncıkladık.
 

Bu noktadan sonra 'ıyy! çok iğrenç, anne sen aç poşeti' diyerek görev bana verildi. Buraya kadar eğlenceli geçen etkinliğimiz sonunda çok gerçekçi görünen bir kusmuk elde ettik.
 
 
Sonrasında Ege 'yiyecekler popomuza kadar gider' diyerek boşaltım sistemine geçiş yapıyordu ki...:) Etkinliğimiz bitti. Kaydını okula gönderdik. Ege'den aldığımız geribildirime göre son yorum 6 yaş grubunda bir hayli rağbet görmüş :)


5 Aralık 2013 Perşembe

Ödev konusunda yapılmış bilimsel araştırmalar ne diyor?

Eğitim sistemimizi çocuğun sadece akademik gelişimi açısından değil, aynı zamanda psikososyal gelişimi açısından ele almak  ve eğitime eleştirel bakmak gerektiğini düşünüyorum. Bu yazıyı kaleme almamın sebebi ev ödevlerinin öğrenme üzerindeki etkisini irdelemek ve bu sayede veliler ve öğretmenler tarafından ödevlerin sorgulanmasını sağlamaktır. 

Ödev dendiğinde ilk akla gelen ev ödevleridir ancak eğitim sistemimizde temelde 4 tür ödev vardır.
  1. Yardımcı ders kitapları
  2. Günlük ev ödevleri 
  3. Proje çalışmaları: öğrencilerin araştırma yapma becerilerine yönelik uzun süreli çalışmalar.
  4. Performans ödevleri: Bu uygulamanın amacı, proje çalışmalarındaki sürecin okulda gerçekleştirilmesi ve bu sayede öğrencilerin geliştirdikleri becerilerin öğretmen tarafından gözlenmesidir fakat uygulamaya ödev formatında girmiştir (Berberoğlu, 2008).
Öğretmen ve velilerin, yerleşik bir uygulama olan ödevler konusunda katı inançları olabileceğinin farkındayım. Birçok öğretmen ve velinin okulda görülen derslerin ödevlerle evde pekiştirilmesinin öğrenmeyi kalıcı kılacağına, sorumluluk duygusunu geliştireceğine ve başarıyı arttıracağına inandıklarını biliyorum. Peki, gerçekten öyle mi? Eğer öyleyse ev ödevlerinin verilme sıklığı, uzunluğu gibi noktalar önemli mi? Uzun süreli proje ödevleri gerçekten öğrenmeyi sağlamada etkili mi? Bu soruların cevabını bulmak için önce araştırmalarda ulaşılan sonuçlardan, sonrasında bu sonuçları nasıl yorumladığımdan bahsedeceğim.


Proje çalışmaları:
  • “Türkiye’nin de katıldığı uluslararası Okuma Becerilerinde Gelişim-PIRLS verileri incelendiğinde 4.sınıf öğrencilerinin proje yapma sıklığı ile okuma becerileri arasında olumsuz bir ilişki bulunmuştur(yani daha çok proje yaptıkça öğrencilerin okuma becerisindeki başarı düşmüş)…. Türk öğrenciler okudukları hakkında bireysel veya grup projesi…gibi etkinlikleri ortalama olarak haftada 1-2, AB üyesi ülke öğrencileri aynı etkinlikleri ortalama olarak ayda 1-2 kez yapmaktadırlar. Buradan da anlaşıldığı üzere gelişmiş ülkelerde eğitim ilkokul düzeyinde çok fazla proje tabanlı yürütülmemektedir”(Aktaran: Berberoğlu, 2008,s. 50-51).
  • “…Aynı şekilde yabancı literatürde de proje tabanlı uzun ödevlerle matematik dersindeki başarı arasındaki ilişki ilköğretim 2. kademede ters yönde bulunmuştur(şöyle de diyebiliriz; daha çok proje ödevi yapan öğrencilerin matematik başarısı düşük çıkmış)”(Akt: Berberoğlu,2008.s.50).
  • “…TIMSS’ de 8. sınıf öğrencilerinin Matematik ve Fen Bilgisi başarıları ile gerçekleştirdikleri proje çalışmaları değerlendirildiğinde; öğrenme ile proje ödevleri arasında olumsuz ilişki gözlenmiştir”(Akt: Berberoğlu,2008, s.51).
Sonuç olarak proje çalışmaları ile akademik başarı arasında yurt içi ve yurt dışında yapılan araştırmalarda olumlu bir ilişki bulunamamıştır. Hatta verilen proje ödevlerinin sıklığı arttıkça öğrenci başarısının düştüğü görülmüştür.


Performans ödevleri ile ilgili olarak yapılan deneysel çalışmalar, performans ödevlerinin öğrenmeye katkısı olduğunu gösteriyor ancak “…her aşamasının uzmanlarca kontrol edildiği ve uygulayıcılara sürekli geri bildirim verildiği deneysel ortamın ülke genelinde sağlanamayacağı açıktır. Bu nedenle deneysel çalışma bulguları ile karar vermek, ülke koşullarında uygulamanın nasıl yapıldığını görmezden gelmek anlamına gelecektir”(Berberoğlu,2008).
Günlük ödev miktarı ya da süresi arttıkça öğrenme daha çok gerçekleşmekte midir? 

  • 1986-1992 yıllarında yapılmış bazı çalışmalar ödeve ayrılan süreyle başarı arasında olumlu bir ilişki olduğunu söylemekteyken (Cooper, 1989a; Walberg, Fraser & Welch, 1986; Epstein, 1988; Keith & Cool, 1992), bazı çalışmalar da olumlu bir ilişkinin olmadığını (Check & Ziebell 1980) veya bu ilişkinin nedensellikle açıklanamayacağını (Van Voorhis, 2003) belirtmektedir. 2000’li yıllarda yapılan araştırmalara göre ise ev ödevinin, ilköğretim düzeyinde hiçbir katkı sağlamadığı, ortaöğretim düzeyinde sınırlı miktarda verilmesi halinde bir miktar yararlı olduğu (Cooper ve diğerleri, 2006), daha az ödevin başarıya daha çok katkı sağladığı (Hallam, 2004) ve küçük yaştaki öğrenciler için (3-12. sınıf) beslenme gibi ders dışı etmenlerin; akademik başarı üzerinde ödevden daha etkili olabildiği (Bennett & Kalish, 2006) ileri sürülmektedir. Ayrıca Kohn’a (2006a) göre, ödevin yararlı olduğu algısı, yararlı olacağına ilişkin beklentilerden kaynaklanmaktadır (Akt:Turanlı,2009,s.130).  

  • “…Milli Eğitim Bakanlığı’nın yürüttüğü Öğrenci Başarısını Belirleme Sınavı (OBBS) çalışmalarında temel eğitim ikinci kademe düzeyinde günlük ödev sıklığındaki artışın akademik başarı ile ilişkisi olmadığı görülmüştür… TIMSS ve PIRLS çalışmalarında da bulunduğu gibi öğrencilere çok ödev vermek öğrenmeye yardımcı olmamaktadır… Ödev miktarı ile başarı arasında ilköğretimin birinci kademesinde herhangi bir ilişki çıkmazken, ikinci kademede çok az olumlu ilişki bulunmaktadır (0,07 korelasyon). Lisede ise bu ilişki biraz daha artmaktadır(0,25 korelasyon) (Akt: Berberoğlu, 2008, s.51). Yine bir diğer çalışmada ödevin öğrenci başarısı üzerine pozitif etkisi, yüksek okul ve kolej düzeyinde rapor edilmiştir (Doyle ve Barbar; Fehrman, Keith ve Reimers). Diğer çalışmalarda, ödev üzerinde harcanan zamanın öğrenci başarısında bir farklılık yaratmadığı ve öğrencilerin ödeve yönelik tutumları ile ödev miktarı arasında negatif bir ilişki olduğu bulunmuştur.(Akt:Gür,2003).   



  • “Uzun ödevlerin olumsuz etkileri başka araştırmacılar tarafından da rapor edilmiştir. Özellikle ilköğretimin ikinci kademesinde yapılan bir çalışmada uzun ödevlerle matematik dersindeki başarı arasında ters yönde ilişkiler bulunmuştur… Bu araştırmalardaki genel eğilimler özellikle ilköğretimin birinci yarısında ödevlerin başarıya olumlu katkısı bulunmadığı yönündedir. Öğrencilerin sınıf düzeyi arttıkça miktarı ayarlanmış ödevlerin çok az da olsa olumlu katkıları olabilmektedir. Büyük sınıflarda ödeve ayrılan zamanın günde bir-iki saatten az olduğu durumlarda başarı üzerinde olumlu etkiler görülmekte, bunun üzerine çıkıldığında etki olumsuz olmakta, altına inildiğinde ise başarı üzerinde bir katkı sağlanamamaktadır. TIMSS sonuçlarına göre ödevi daha az vurgulayan öğretmenlerin öğrencileri çok ödev veren öğretmenlerin öğrencilerinden daha başarılı çıkmaktadır. En yüksek matematik başarısı ödeve haftada 1-1,5 saat zaman ayıran öğrencilerde bulunmaktadır. Türkiye’de de Matematikte en başarılı çocukların haftada bir Matematik ödevi yapanlar olduğu rapor edilmektedir” (Akt: Berberoğlu,2008, s.51). 

  • “Ödev verilecekse ayrılacak süre konusunda, 1. sınıf için 10 dakika ve sonraki her sınıf için 10 dakika daha eklenerek hesaplanması (Cooper, 2001) veya ilk üç yıl 20-30 dakika ve sonraki üç yıl ise 30-60 dakika olacak şekilde planlanması önerilmektedir (Van Voorhis, 2004). Fakat bu, tüm ödevlere ayrılacak süredir. Oldukça farklı bir yaklaşımla Strother (1984) ilköğretim öğrencilerinin günde en az bir saat, ortaöğretim öğrencilerinin ise en az iki saat ödev yapmasını önermektedir”(Akt: Gür,2003).

Derste ödevlerin kontrol edilmesi öğrenmeyi geliştirir mi?

“…Araştırmalar ders saatlerinin gerek öğretmen gerekse öğrenciler tarafından ödevin değerlendirilip geri bildirim verilmesi amacıyla kullanılmasının başarı üzerinde olumlu etkisi olmadığını göstermektedir…. Matematik başarısı ile de olumsuz ilişkisi vardır... TIMSS verileri kullanılarak geniş çapta yapılan bir çalışmada bu uygulamaları yapan ülkelerin matematik başarı düzeyi, bu uygulamaları yapmayan ülkelerden daha düşük çıkmaktadır. Benzer bulgular Türkiye için de rapor edilmiştir”(Akt: Berberoğlu, 2008, s,51-52).


Ailenin ödevlere katılımı öğrenci başarısını olumlu yönde arttırmakta mıdır?

“…Bu konu çok araştırılmamış olsa da ailelerin çocuklarının ödevlerine katılımı ile çocukların akademik başarıları arasında eksi yönde ilişkiler ilgili literatürde rapor edilmektedir. Bu durumda aile desteğini en azından günümüz koşullarında savunmak bilimsel bir temele dayanmamaktadır… Öğrenci aile iletişiminin genellikle evde gerginlik konusu olan ödev dışındaki alanlarda sağlıklı bir şekilde kurulması beklenmelidir. …Derste verilen ödev ve proje kanalı ile çocuk-aile ilişkisinin kurulmaya çalışılması uzun dönemde aile içinde gergin ve sağlıksız bir iletişimin gelişmesine neden olabilmektedir (Akt:Berberoğlu,2008,s.52).
Sonuç olarak, günümüzde verilen şekliyle ödevlerin öğrenme üzerinde herhangi bir olumlu etkisi olmadığını görüyoruz. Ortak görüş (küçük yaş gruplarında ) anasınıfı ve ilkokulda verilen ödevlerin öğrenmeyi pekiştirmediği, dolayısıyla başarı üzerinde olumlu bir etki yaratmadığı, üst sınıflarda(kolej ve üzeri) ise sınırlı miktarda verilen az ödevin istatistiksel olarak anlam ifade etmeyecek düzeyde öğrenmeye katkı sağladığı yönündedir.

Her öğrencinin kendi seviyesine ve öğrenme stillerine uygun bireysel ödevler verilmediği de bilinen bir gerçekken, sürekli tekrardan ibaret olan ya da test (soru-cevap) şeklinde verilen, üst düzey düşünme becerilerini kullanarak değil, ezber bilginin kağıda aktarılmasını isteyen ödevler ve proje çalışmaları öğrenciye öğrenme anlamında hiçbir şey katmamaktadır. Aksine öğrencileri öğrenmekten, yazmaktan, okumaktan soğutmakta (bu yazıda yer vermedim ama öğrencilerin ödeve ilişkin algılamalarını içeren araştırmalara çok rahat ulaşabilirsiniz.), çocukların oyun için ayıracağı zamanı ağır ödev yükleriyle geçirmesine neden olmaktadır. 

Oysa biliyoruz ki çocuk oynarken, yaşarken öğrenir ve kişiliği yaşantı yoluyla gelişir, bu nedenle çok değerli olan bu zamanı eğitsel bir değeri olmayan ödevlerle harcaması oldukça üzücüdür. Bir diğer görüş de ödev sayesinde çocuk ve ailenin birlikte zaman geçirmesidir. Elbette aile çocukla birlikte zaman geçirmeli ancak bunun ders dışında bir aktivite ile gerçekleşmesi yönünde çaba harcanmalıdır. Bilindiği gibi ödev yapılan saatler, çocuk ve ebeveynler arasında kaliteli zaman diliminden çok gergin anlar olarak yaşanmaktadır. 

Farklı okul seviyelerinde çalışmış bir psikolojik danışman olarak şunu söyleyebilirim ki; okul öncesi dönemde çocuklarına hiçbir sorumluluk vermeyen, okula başlayınca çocuktan sadece ders çalışmasını/başarılı olmasını bekleyen ailelerin sayısı hiç de az değildir. Bu anlayış çoğunlukla çocuklarımızda notlara ve başarıya aşırı önem verme olarak görülmektedir. Günlük yaşam akışında ailelerin çocuklarına ayırabildikleri zaman oldukça azken, bu zamanın da ödeve ayrılması maalesef pedagojik olarak sakıncaları olan bu anlayışı daha da güçlendirmektedir.

Ödevlerin sorumluluk kazandırdığı iddiasına gelince; çocuk tarafından tek başına tamamlanması mümkün olmayacak şekilde, bilgi ve becerisinin üstünde, çok miktarda verilen, tek tip ödevler ya veliler tarafından çocuğa yaptırılmakta, ya da daha kötüsü kendileri tarafından yapılmaktadır. Bu noktada kaldırabileceğinden fazla ödev yükü nedeniyle, bir işe başlayıp bitirebilme becerisini gösterme şansı bulamayan çocukta sorumluluk duygusunun geliştiğini hangi eğitimci iddia edebilir? Ayrıca bir diğer sorun, öğretmenlerin ebeveynin yaptığı ödevleri değerlendirmeye almaları, hatta sınıflarda sergilemeleridir. Bunun eğitsel bir değeri olmayacağı gibi burada çocuğa verilen mesaj ne kadar etiktir?

İlköğretim seviyesinde ödevin bir de Milli Eğitim boyutunu görmek için İlköğretim Kurumları Yönetmeliğini incelediğimde sadece madde 16 'nın bu konuyla ilgisi var gibi göründüğüne kanaat getirdim:
Madde 16: “İlkokul 1, 2 ve 3 üncü sınıflarda öğrencilerin gelişimi ile öğretmen rehberliğinde gerçekleştirilecek olan proje ve öğrenci performanslarını belirlemeye yönelik çalışmalar, öğretmen gözlemlerine dayalı olarak yapılır.”   
  
Not1 :Yönetmelikte ödevle ilişkilendirilebilecek başka bir madde göremedim.  Dikkatimden kaçan yönetmelik maddesi veya yönergeler varsa, bu konuda okurların katkısının çok değerli olacağını düşünüyorum.

Not 2: Yaptığım alıntıları doğru teknikle vermeye çalıştım ancak alıntılama tekniğinde hata olmuş ise bu konudaki uyarılarınızı dikkate alacağım. (2003'de tezimden bu yana yazı alıntılamadığımı fark ettim. Yüksek lisans öğretmenlerimin ve diğer akademisyenlerin affına sığınıyorum)


Kaynakça: 

Turanlı, S. A. Öğretmenlerin ödeve ilişkin görüşleri: ortamsal etmenlere dair nitel bir çalışma. 2009. Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt:03 No:37 Syf: 129-143 Erişim: 29.11.2013,  
http://uvt.ulakbim.gov.tr/uvt/index.php?cwid=9&vtadi=TSOS&ano=106579_72eecd8b1ccaa41a46489a72bf45f190

Berberoğlu, G. Ev ödevlerinin öğrenme ile ilişkisi. Cito Eğitim: Kuram ve Uygulama, Kasım-Aralık 2008, Tanıtım sayısı, 50-54. Erişim:28.11.2013,
http://www.atlasilkogretim.com/Ev%20%C3%96devlerinin%20%C3%96%C4%9Frenme%20ile%20%C4%B0li%C5%9Fkisi.pdf

Gür, H.  Ödev yapma stillerinin akademik başarıya etkisi. 5.Ulusal Fen Bilimleri ve Matematik Eğitimi Kongresi 30.04.2003, s.74, Erişim: 28.11.2013
http://www.matder.org.tr/index.php?option=com_content&view=article&catid=8:matematik-kosesi-makaleleri&id=63:ev-odevi-yapma-stillerinin-akademik-basariya-etkisi-&Itemid=38
Millî Eğitim Bakanlığı İlköğretim Kurumları Yönetmeliği. 21 Temmuz 2012 CUMARTESİ Resmî Gazete Sayı : 28360

 

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...