19 Mart 2012 Pazartesi

Eyvah! Çocuk Ateslendi

Kreşe başlayınca çocuklar "sürekli hasta oluyorlar" saptamasını her anne gibi ben de duyuyordum ama Ege cok saglikli bir bebeklik ve çocukluk geçirdiğinden, içimden "oğlum o kadar da hasta olmaz" diye geçiriyordum. Ben bunu daha once de yazmıştım degil mı? Büyük lokma ye büyük soz söyleme Aylin!!!
Kresten aradılar, Ege oglen uykusunda ve atesi 38.1'e cikmis. Zaten aksamdan belliydi. Yapılacak bence tek şey vardı. Ege soyulacak, ılık kompres yapılacak, ates Ege uyuduğu sürece kontrol altında tutulacak. Uyanir uyanmaz okuldan alınacak.
Kreş öğretmenimiz Azize Hanim bu konularda cok dikkatli ve özenli. Ates 38'i geçerse haber verin demiştim. Hemen aradı sagolsun. Beklentisi ilaç verin diyeceğim yönünde oldu ama tam aksini duydu.



Ben cocuk ateşlenince ilk care ilaca kosan bir anne değilim, hiç olmadım. Anneler bilse ki ates vücudun mikroplarla savaşması icin gerekli, bilseler ki yüksek ısıda mikroplar zayıflıyor o zaman hiçbiri ilaca koşup ateşi düşürmezdi.
Kres öğretmenimizin ve sahibinin ilaç vermeyin ısrarım karşısında şaşkınlıkları cok asikardi, hatta "uyumaya devam etsin, dinlensin" deyince "olur mü oyle şey, atesli cocuk" dediler. Biliyorum onlar benim oglum icin endiselendiler, bu cok guzel ama telefonda belli etmesem de kendimi kötü hissettim. Kimbilir benim tavrımı nasıl yorumladılar.
Annelik tarzlarımız hep cok farklı ama tepkilerimizin karşımızdakine kendini nasıl hissettirdiğine dikkat etmek cok onemli.


Sent from my iPhone...

16 Mart 2012 Cuma

Büyük Lokma Ye Büyük Söz Söyleme

Amerika'dayken cevremizdeki Turklere bakinca gordum ki yabancı memlekete gidince oradaki Türkleri arayıp bulma, komün hayata geçme alışkanlığımız var.

Belli bir donem icin oradaysan ki biz oyleydik neden Türklerle biraraya gelmeyi, oradaki Türk restoranlarına gitmeyi isteyeyim ki! Memlekette Turk de bol kebapci da. Boyle dusunuyorum ama is basa dusunce kazin ayagi baska oluyormus. Oraya gittikten birkac ay sonra bizim yemekler gözümde tütmeye basladi. Yaşadığımız yerden kalkıp, saatlerce yol gidip, NewYork'ta sehrin en lüks restorantlarindan birine dunyanın parasını bayıla bayıla verdik. Gittiğimiz yerin adı "Sofra".
Büyük lokma ye büyük soz söyleme!!!

İste o Restorant:




Yazmanın tadına doyum olmuyor...

15 Mart 2012 Perşembe

Plumber Pit versus Tesisatçı Tekin

Bizim Tesisatci Tekin ile Plumber Pit'ten bahsedeyim size biraz.
Bizim Tekin malesef ya derslerden çakmis! ya okuldan atılmıştır ya da atılmayı bile beklememistir. Babasinin gozunde bir baltaya sap olamayan Tekin yine babasi tarafindan "bari meslek ogrensin" denilerek tesisatci yanina cirak verilmistir. Plumber Pit önce Amerikan ordusundan astsubay emeklisi olup sonra tesisatcilik günlerine başlamıştır.
Gecekondudan hallice bir evin kırasını denklestiren ve esi ile cocugunun karnını doyuran Tesisatçı Tekin'in bu hayattan daha da birsey isteyecek hali kalmaz.

Plumber Pit'in yukaridakine benzer ama 3 katlı, en alt katinda sinema ve spor salonu, bahcesinde bildigin yuzme havuzu (öyle kuşların serinledigi cinsten degil) olan cok hos bir countryside evi olur. Yetmez bizim Plumber Pit'in kendisinin yaptigi kocaman bir yapay gölü olur, Pit'in kızı arkadaslariyla havuzda serinlerken babalar da gölde balik tutarlar. Yeter mi? Yetmeeezzz...Bir de hani su filmlerde gördüğünüz kocaman tırı olur Pit'in.

Siz okuduklariniza inandiniz mı? Benim bunları hayal ettigimi ya da abarttigimi düşünseniz yeridir çünkü ben bunları gozumle gördüğüm halde hala inanamıyorum.
Ulkemi cok seviyorum, ayrim yapmaksizin tum insanlari saygideger buluyorum ve kendi Tesisatcimin da Astsubayimin da Ogretmenimin de insanca ve rahat yasamasini istiyorum. Yasarken hayattan zevk almasini istiyorum. Plumber Pit gibi...
Yazmanın tadına doyum olmuyor...

14 Mart 2012 Çarşamba

Yazmaya Alternatif Anne'de Devam Edeceğim

Merhaba bugün beni sevindiren bir gelişmeyi paylaşmak istiyorum.

Lisede soyleselerdi kesinlikle "yok artik, bir de kendi istegimle yazi mi yazacagim, ben kompozisyon yazmaktan bile nefret ederim" derdim. Sonra bloğumda yazmaya başladım. Yazmak kendimi iyi hissettirmeye başlayınca neden daha cok yerde yazmayayım ki dedim. Simdi Alternatif Anne sitesinde de yazacağım.

Sizleri de beklerim
http://alternatifanne.com/



Yazmak keyif verdigi sürece yazmak güzeldir:)

Çocuğum Oyuncaklarını Toplamıyor!

Psikologsanız ve anneyseniz çevrenin genel beklentisi, çocukla dingin, sorunsuz, evde sesin yükselmediği bir hayat yaşıyor olduğumuz yönünde olabiliyor. Şimdiden söyleyeyim, böyle bir ilişki ne eşle, ne çocukla, ne de arkadaşla pek mümkün değil, sağlıklı da değil.

Ornegin bizim evde Ege’nin dağıttığı oyuncaklarını toplaması konusu üzerinde pürüzler yaşıyoruz. Ege’ye dün akşam eve yaydığı flash kartlarını toplamasını hatırlattım:
Anne: ‘Ege’cim oyunun bitmiş gibi görünüyor. Yatağa gideceğiz birazdan. Gitmeden önce oyuncaklarını yerine koymak ister misin?’(Seçimi ve dolayısıyla sorumluluğu kendisine bırakıyorum)
Ege: ‘Hayır. Sen topla’(Seçimini yaptı!!! ama pes etmeyi düşünmüyorum)
Anne: (Önce derin bir nefes aldım, sonuçta ustaca sorduğum sorunun sonunda duymak istediğim cevap bu değildi) ‘Şu anda istemiyorsun, anladım. O zaman şimdilik ben kaldırayım, belki başka zaman da sen kaldırmak istersin.’
Ege: Tamam ben sonra yaparım (Kıvama geliyor)
Ben toplamaya başladım, kısa bir süre sonra Ege’nin bana kendiliğinden eşlik edeceğini umuyordum. Baktım beyefendi de hiç hareket yok. İkinci bir hamle zamanıydı.
Anne: ‘Ne kadar da çoklarmış, kendi başıma toplamam biraz uzun sürecek…(kısa bir bekleyişin ardından yine hareket gelmeyince) annecim sen de bana yardım etmek ister misin?’(yine seçimi ona bırakıyorum)
İşte sonunda birlikte topluyorduk. Toplama işi bitince ‘Ege bence evimiz çok düzenli görünüyor, ne iyi ettik de topladık’ şeklinde cilasını da sürmeyi de ihmal etmedim. (Geribildirim)



Bir püf noktası eklemek isterim; ben hissettirmeden işi ağırdan alıp çoğu kartı onun toplamasına fırsat verdim. Şimdi yazımı okuyanlar ‘alavere dalavereyle mi iş yaptıracağız’ diye düşünürlerse müsaadenizle hemen uzmanlığımı konuşturayım. En baştan ‘Annecim oyuncaklar oynandıktan sonra yerine konur’ şeklinde Ege’ye nasihat etseydim hiçbir yere varamayacaktık. (Yanlış olduğunu bilsem de daha önce denemedim değil:)
Benim çözüm yolumda uyguladığım bazı ilkeler, püf noktalar vardı:
• Cevaplarımla Ege’yi anladığımı ve o anda toplama konusunda isteksiz olduğunu kabullendiğimi hissettirdim,
• Emir kiplerinden, nasihatlerden uzak durdum,
• Seçimi ona bıraktım.
Bu püf noktalar kullanılarak çocuklara odasını toplamak, aldığını aldığı yere geri koymak gibi davranışları kazandırmak mümkün olabilir. Danışanlarıma her zaman ‘günlük hayatınızda davranışlarınızla çocuklara örnek olun’ derim. İşte ben de evimde davranışlarımla (kartları kendim toplamaya başlayarak) örnek olmaya çalışıyorum. Burada benim yaptığım sadece doğru davranışı seçmesi için onu doğru yönlendirmek oldu. Bu yöntem bizde çoğunlukla işe yarıyor. Yaramadığı zamanlar da var tabii. Öyle zamanlarda ‘bir dahaki sefere belki toplamak istersin’ diyerek paşa paşa kendim topluyorum. Yazının başında da söylediğim gibi psikolog olmam, bazı ilkeleri uygulamam, konuşma dilime dikkat etmem her zaman herkese istediklerimi yaptırabilmem anlamına gelmiyor, keşke gelseydi…
Kitabi bilgileri bilmek işleri kolaylaştırabilir ama annelik içgüdünüz sonunda her zaman doğru ya da yanlış yaptıklarınız konusunda sizi uyaracaktır. Her çocuk farklı, annelerin beklentileri farklı, geçmiş yaşantıları farklı, evin ahengi bile farklı değil mi? O zaman çözüm yolarının da farklı olması normaldir.


Yazmanın tadına doyum olmuyor...

13 Mart 2012 Salı

Amerika'da Türk Olmak- devam

Tam yazacaklarım bitti diyorum, bitmiyor. Hala evin içindeyim. Hatta fırından başlamalıyım.

Söyle ki; bizden once bir Çin'linin kaldığı evimizdeki fırının icini görünce küçük çapta bir sok yasadim. Birkaç gün fırının kapağını açtım açtım kapattım. Sonunda "kaçarı yok" dedim, eldivenleri geçirdim, hadi bismillah!!! Mis gibi yaptım ama kullanmaya baslamam biraz zaman aldi, fırının kapağını yine açtım açtım kapattım bu sefer gorduklerime inanana kadar. Görsel hafızadaki goruntuyu değiştirmeden birseycik pişiremezdim onda.

Simdi farkediyorum da bizim arkadaslardan birinin üst komşusu da Çin'li bir aileydi. O aile gitmeseydi, koku nedeniyle evi değiştireceklerdi neredeyse. İngiltere'de ayni binada yaşadığım Çin'li aileyi de katarsak bugüne kadar yaşadıklarım Çin'liler adına pek iç açıcı görünmüyor. 2010 Kasım'da yapılan son sayıma göre 1,34 milyar Çin'li varmış. Biri İngiltere digeri Amerika olmak üzere dunyanin iki ayri ucunda 1,34 milyar Çin'liden en temiz 3'u ile mi karsilastim bilemiyorum. (Yaşadığım olayları anlatmanın dısında kesinlikle hiçbir halk icin bir yargılamada bulunmak amacında değilim.) Genel anlamda, bulunduklari ortamda rahatsiz edici bir koku oldugunu soyleyebilirim. Bu belki de sadece temizlik degil, yemek yeme alışkanlıklarıyla ilgili de olabilir.





Neyse, Çin'den Cezayir'e geciyorum. Komşumuz vardı, Cezayirli. Üniversitede doktora yapıyordu. Konusmayi son derece seven, İngilizce'de takilinca araya Arapça ve Fransizca katarak zaten konusmasindan ambale olmus beynimi icinden çıkılmaz bir bunalıma sokan tarziyla yorucu ama sevimli bir arkadaştı. Neyse ki ben zorlaninca Murat'a satıp stand by'da dinlenebiliyordum:)

Bir gece, birsürü polis bizim Cezayir'li komşunun dairesine paldır küldür daldilar. Girdiler diyemeyecegim... O gürültüden nasıl korktuğumu anlatamam. Hicbirsey yapamadık, "O" da yapamadı. Anlamadı, anlatamadı... ülkesindeki üniversitenin kendisini resmi yollarla doktora icin gönderdiğini anlatamadı:(

Çok üzüldüm, korktum, kendimi hiç güvende hissetmedim, kızgınlık hatta öfke yasadım. Ne olursa olsun evi belli, okulu belli, nerede oldugu belli olan birisi gündüz vakti, olmadı aksam kapıdan insanca alınabilirdi. Yanlis hatırlamıyorsam birkaç gün sonra dönmüştü. Ortada da kayda deger herhangi bir sebep olmadıgı anlaşılmıştı.

Amerika'da Türk olmak cok zor degildi ama Cezayir'li bir doktora ögrencisinin arkadaşı olmak ve yapılanları sessizce izlemek cok zordu:(



Yazmanın tadına doyum olmuyor...

12 Mart 2012 Pazartesi

Amerika'da Türk Olmak

Daha onceden basladigim yazimin devamidir. Okumayanlar icin "Amerika'da Turk Olmanin Dayanilmaz Hafifligi" yazilarimi once okumanizi tavsiye ederim.

....İlk gun eve yerlestik, alisverise gidecegiz; ne otobüs, ne minibüs, ne taksi yolda sadece sahsi arabalar var. Hadi yuruyelim dedik, demez olaydik. Yolda giderken yanımızdan gecen arabalardaki insanlar dönüp dönüp bize bakıyorlardı. Hatta bir araba yavaşladı, icindekiler utanmadan elleriyle bizi işaret edip bir de ustune gulduler. Cok rahatsiz oldum. Her disari cikisimizda garip bakışlarla izlendik. Bir sure sonra, sokağa çıkacagimiz zaman bende hafif bir titreme baslamadi degil.
Aynen böyle iste Rollada boş sokaklardan biri:



Yaşadığımız yer yukaridaki kasabaydi, acaba yabancı olduğumuz icin mı bunları yaşıyorduk? Kıyafetlerimiz mı farklıydı? Sorun neydi?
Bir aksam pizzaciya gittik. İçeri girince sahibi "yürüyerek mı geldiniz" diye saskin bir sesle sorunca "eee pes yani" dedim!!!

Neyse merakta bırakmayayım; bizim yolda yürüyor olmamız hem tehlikeli hem de alisik olmadiklari birseymis. Oralarda kimse yollarda yurumezmis, heryere kendi arabalarıyla giderlermiş. Zaten bizden baska kimsecikler de yoktu yollarda. Bu insanlar nerede?, hic cocuk yok mu? sokak-mahalle kavrami yok mu? Yok arkadas, kel yollar arabalardan ibaret. Sokaklar boomboss.



Yukaridaki ev Oradan bir ornek mesela, keske bahce iclerinden bulabilseydim bir resim ama bununla idare edecegim.
Her evin super bahcesi var, bahcede yapay havuzlarindan tutun da oyun parklarina, trombolinlere kadar herseyleri var.

Uzun lafin kisasi insan gormeye hasret kaldik oralarda. Aralarına karışip, komsuluk yapma, onlari yakindan tanima olasiligimin da bu noktada bitmiş olduğunu anladım.

Kucuk kasabalarda İnsanları sadece mekanların icinde görebilirsiniz. Pizzaci, market, Cafe... Bu durumda sanırım hayatımda gördüğüm en kilolu insanları Amerika'da gormuş olmam bir rastlanti degil. Marketlerde kilolu insanlar icin özel alisveris arabaları var, aldiklarini taşımak icin degil, kendilerini taşımak icin. Aşağıdaki gibi birsey.



Reyon aralarinda gezerken yaninizdan geciveriyor etleri arabadan disari tasan insanlar.

Birgün bulunduğum kasabada bir pazar kurulduğunu öğrendim ve ogrenir öğrenmez soluğu orada aldım. Eve taze ve tek tek streç filme sarılmamış sebze alacagim icin cok heyecanlanmistim. Aşağıdaki resim Rolla pazarından.



Gerçi benim gittiğim pazarda kamyonetlerin arkasında sergiliyorlardı ürünlerini ama oyle özensiz degil. Yukarıdaki gibi örtüler üzerinde falan. Sebzeler cok temiz ve tertipli duruyor. Dolmalik biber aldım, hani su yapma plastik gibi gözükenlerden. Nerde bizim o küçücük ince kabuklu biberlerimiz. Yokluktan aldım iste. Bir Amerikalı teyze geldi onu nasıl pisirecegimi sordu. Ayaküstü dolma tarifi verdim:). Başka bir gün de Walmart'tan (bizim Migros ayarında bir fırt büyüğü) kereviz alırken kasadaki bayan "köklerini almissiniz, bunu nasıl yiyeceksiniz?" diye sordu. Onlar hep saplarını yıyiyorlarmis. Hani bizim havuç yediğimiz gibi. Ben de ona sordum " ee kökü neden satılıyor o zaman?" kadının cevabı: "yillardir burada calisiyorum ama siz alana kadar kökünün satıldığını farketmemistim. Dikmek icin falan satıldığını düşünürdum herhalde" oldu:)).

Daha once bahsetmiştim ev sahibimden. Angel'la hadi birbirimize Türk yemegi ve Amerikan yemegi yapalım dedik. Bize hamburger yapacagını söyledi, inanabiliyor musunuz? Ne değişik!!! Ben ona taze fasulye, mercimek corbasi yapacaktım. Orada bulduklarımla ancak o kadar olurdu yani yoksa bir doktururdum ki talihsizlik iste:)

Burada ara vereyim, telefon elime yapıştı. Su bilgisayarım bir düzelseydi:(

Yazmanın tadına doyum olmuyor...

9 Mart 2012 Cuma

Amerika'da Türk Olmanın Dayanılmaz Hafifliği-Bitmedi

İlginç bir ev sahibimiz vardı. Adını versem sorun olmaz, koskoca Amerika'da bir Angel. Sarı çizmeli Mehmet Ağa!!
Angel 3 cocuk annesi, ev hanımı ama 10 parmağında 10 faaliyet. Yeni gittigimiz gunlerdi, bir gün kapı çaldı, Angel uğramış.
"bir yere mı gidiyorsun" dedi. Şaşırdım,
"Yoo(nooo!!), niye ki?"
Durum anlaşıldı, banyo yapmis, saçlarımı kurutmustum!!! Benim icin her zamanki sıradan şey iste.

Dunya tatlısı bir bebeği vardı. Onu minivan'de yalnız bırakırdi, cocuk da sürekli aglardi. Çok üzülürdüm, bazen alır evde bakardım cocuğa. Bana para vermek isterdi ama ben asla almazdim. Bu ona garip gelirdi, o kadar rahatsız olurdu ki beni bazen Cafe'ye arkadaslariyla buluşmalarına davet ederek içten ice odesirdi benimle.

Bir gün eşi geldi, (eşinin nascardaki yarış arabalarından vardı) eve girmesi gerekti, su korktuğum meseleyle yüzleştim.
"would u pls take your shoes off!" birisine ayakkabısını çıkartmasını söylemek benim icin gerginlik sebebidir. Neyse çıkardı sagolsun. Asil sorun önüne terlik koyunca cikti.
"Pls, dont act like I'm a king" kendisine kral muamelesi yapmamamı istedi, diyemedim ki "ne alakası var!!" dil yetmedi. Adama terlik giydirene kadar akla karayı sectim. Yine kibarmis, mahcup ola ola giydi.

Kibar olmayanları da var. Bir gun musluğun bozulası tuttu. Tamirci çağırdık, adam çıkarmadı, Nuh dedi peygamber demedi. Terlik teklifini de "baskasının giydiği terliği giymem" diyerek berteraf etti. Sonuc, tamirci gitti, gidene kadar yumrugumu isirdim, sonra da tüm halıyı sildim.

Simdilik kesiyorum, yok daha bitmedi ama Ege kresten geldi gelecek:))


Yazmanın tadına doyum olmuyor...

Amerika'da Türk Olmanın Dayanılmaz Hafifliği

2003 yılıydı, 16 saat süren eziyetli yolculuktan sonra gecenin bir vakti aktarma otobüsünde gözümü açtığımda kendimi Devler ülkesinde gibi hissettim. Karanlığı yaran ışıklara bakakaldim. Esim de ben de ayni duygulari yasadik, cok kucuguz, yutulmus gibi..hala da esimle konuşuruz o anı.











Resimlerdeki manzaraların icinde olmaktan kesinlikle büyülendik ve farklı bir kulturdeyiz dedik.

Kalacağımız eve geldik sabahın 3-4'u gibiydi. Elektrikler kesikti:) Amerikaya geldik elektrikler mi kesik!!! inanamadik. Ev sahibimiz de bir mahcup, "aslında hic kesilmez, ilk kez oluyor, 3.dunya ülkeleri gibi kesileceği tuttu" diyerek durumu kurtarmaya çalıştı. Bende garip bir memnuniyet duygusu belirli tabii..

Orada yasamanın en guzel yanlarindan biri de alışveriş yapmanın rahatlığı. Bilen bilir alisverisi hiç sevmem, nedenini orada anladım; GERİLİYORMUSUM!! meğer. Orada cok rahattim; aldın mı? vaz mi geçtin? sebebini soran yok, kullandın ve beğenmedin asla soru yok! Sırf denemek icin bisküvi yiyip beğenmedim deyip paketi geri verecek kadar septik bir milletiz buna bile soru yok (bunu yapan ben değilim, esım falan okur da!! belirteyim dedim.)
İcimde alışveriş canavarı varmış da yeri darmis meğer!!!




Bir gün evin önünde hani olur ya çimlik alan orada oturuyorum, yoldan gecen birisi durdu, hem gülümsedi, "hem iyi günler" dedi.
Esimin sınıfından bir arkadaşı herhalde dedim, iyi gunler diledim. Tanimadigim biri olmasi imkan ve ihtimali yoktu tabii. Ertesi gün yine oradan gecen baska biri gulumsedi, sonra başka biri... Siz hic tanimadiginiz birine bildiginiz sırıtır sekilde merhaba dediniz mi? Ben döndükten sonra dedim, tavsiye etmiyorum:)), bön bön bakılıyorsunuz.

Geçelim açılır kapanır kapılara... Eşim bir gün dedi ki "Aylin, bir gün de sen yol ver!!!" Ben ne yapıyormuşum söyleyeyim de buradan da rezil olayım. Hemencecik geçivereyim de yolu tikamayayim telasiyla fırt fırt aradan, onden geciveriyormusum. Sonra durmayı, beklemeyi ve acele etmemeyi öğrendim.
Acele etmek zorunda olmadığımı Walmart kasasinda da gordum. Kuyruk ne kadar uzun olursa olsun arkadan acele eden yok, ensemde kimsenin nefesi yok, elim ayağıma dolaşmadan kasadan çıkmak da varmış.

Amerika'dan Eskisehir Yildiztepe Hava Lojmanlarina dönüş yaptık. İlk zamanlar nizamiyelerdeki askerlere gülümseyip selam veriyordum, şaşkın şaşkın bakıyorlardı gariplerim, ne bilsin kafası karışmış birinin garip davranışları olduğunu.
Bir de minibüse binmek icin kuyruk olusturmaya calisiyordum ilk zamanlar, kimse tınmiyordu tabii. Kac sabah ise gec kaldim, ite-kaka minibuse binmeyi reddettigim icin. Gel gör simdi, pehh!!!



Bir gün araba kiraladık iki aile, uzun bir gezi planı yaptık. Gunun sonunda Niagara Şelalelerindeydik. Not duseyim Niagara Kanada ile Amerika arasinda sinirdadir. Kanada ile Amerika arasinda siradan bir kopru vardi, vizir vizir gecen arabalara baktık. Kimse kimseyi durdurmuyor, birsey soran yok. Karnimiz da nasil aç, orasi renkli isiklariyla cazip gorundu. "Bir deneyelim, gidelim olmazsa doneriz ayni kopruden" dedik. Bastık geçtik karşıya, kimseyi durdurmayan görevli bizi durdurdu. O kağıdı istiyor yok, bu kağıdı istiyor yok, "siz ne yapmaya gidiyorsunuz?"dedi. Bizdeki cevap "aksam yemegi yemeye!?!?"oldu. Üniversitede okuyup da aksam yemegi yemek icin öylece ülke değiştireceğinizi mı sandiniz diyerek lafı kibarca tam yerine yerleştirdi.
İste o köprü:



"İyi geri donelim" dedik ne yapalim..Görevli "Amerika'ya da dönemezsiniz" deyince biz kızları bir gülme tuttu. Neyse sonunda nezarethane gibi bir yerde filmlerde gordugunuz esrar saticilari, kacakcilarla birlikte saatlerce kağıt işlemlerinin bitmesini bekledik. Bu bizim ki saflık degildir de nedir? Güleceğim tabi:)))))))

Yazmaya devam etsem daha neler var ama şimdilik bu kadar olsun. Yazarken yeniden yasadım. Belki başka yazıda devam ederim. Belki de İngiltere maceramı da yazarım. En cok da büyüyünce Ege okusun diye.

Blog yazıları icin yeni bir yöntem zamanıdır.

Bu sabah uyandığımda hangi konuda yazsam diye düşünürken buldum kendimi. Aklımda iki konu vardı; birisi Amerika'da bir Türk olarak yasadiklarimdi, digerini UNUTTUM!!! Hani dilinin ucunda olur da bir türlü toparlayamazsin, çıkaramazsın ya iste o durumun gerginliği içindeyim.
Bundan sonra blog yazılarım icin aklıma birsey geldigi zaman mutlaka not alacağım. Zira ne zaman, nerede, aklına ne gelecegi belli olmuyor.
Bir sonraki yazım belli oldu, Amerika'da Türk gibi yasamak!!!

Yazmanın tadına doyum olmuyor...

7 Mart 2012 Çarşamba

Lolipopçu doktorlar heryerde mi?

Doktora giderken "yine lolipop verecek" diye endiselenen benden başka anneler varmış. Bugün Alternatif Anne kurucusu sevgili Gülüş Turkmen'den aldığım bir tweetle bunu anlamis bulunuyorum.

Kreste veli olarak velilere, okulda psikolog olarak yine velilere anlatmaya çalışıyorum, "seker zehirdir".

Oglumun kilosu sizi yaniltmasin:))
Bazi zamanlar bunu anlatirken cevreden bana nasil bakildigini biliyorum. Bu kisiler yazımı okuyunca "hah benden bahsediyor" diyeceklerdir:))
Eyy ahali!!!! ben dusundugunuz gibi pimpirikli olsam ne yazaaar olmasam ne yazaaar? Olan sizin cocuklariniza oluyor. Yalniz benim ogluma dokunmayin. Konu komsu, eş-dost-akraba, gördüğünüz yerde oğlumun eline seker, ıvır zıvır bakkal ucubeleri tutusturmayin, artık psikologmusum falan dinlemem, susmam bozarım.
Hadi yakin cevreyi berteraf ettik diyelim ya bu doktorlara ne demeli...Sizin derdiniz ne?
Doktorla aramızda gecen konuşmayı aynen yazıyorum:
D: Oğlunuzun Allerjik bir yapısı var. Allerjik Rinit. Nemden uzak durun, evde çamaşır kurutmayın, bakkal ürünlerini yedirmeyin.
Ben: Tamam, zaten dikkat ediyorum.
Biz cikarken "Al bakalım küçük bey" diyerek lolipop uzattı.
Ben: eeee ?!?!? Ne oldu simdi!?!?
Biri doktorları bari durdursun. Lütfen yani!!!!

- Posted using BlogPress from my iPhone

1 Mart 2012 Perşembe

Mimlendim!!!

1- En sevdiğin şeyler nelerdir, nelerden hoşlanırsın?

Basit zevklerim vardır, küçük seylerden mutlu olurum ama ayni küçük seylerden cabuk da demoralize olurum. Mesela arabada isime giderken radyoda sevdiğim bir şarkı başlasa içim kıpır kıpır olur, bulutlu günlerin ardından parlayan güneşle yine kıpraşırım. Ailece herzaman yapmadığımız seyler yapmayı çok severim; uçurtma uçurmak, aquaparkta oynamak. Banyodan çıktığında ve sabah uyandığında Ege'nin ensesini ve tombik ellerini koklamak ve koklarken de "fırından yeni çıkmış pogaca bunlar demeyi", Ege gözlerini böcül böcül açıp heyecanla yaptıklarını anlatırken onu yememek icin zor durduğum anları çok seviyorum. Uyumadan once avucunun icini yanağıma koyup bir de burnuma opucuk kondurmasina bayiliyorum.
Sosyal medyayı takip etmeyi seviyorum, yüzmeyi seviyorum, bilgisayar ya da playstation oyunlarını seviyorum, internette gezinmeyi, çocuklarla oynamayı, hiç denemedigim yeni tatlar denemeyi, yurt dısı seyahatlere çıkmayı, insanları sasirtmayi, kendi hayatimda ve baskalarının hayatında farklılıklar yaratmayı seviyorum, organizasyonlar yapmayı ve insanları biraraya getirmeyi, eski dostlarla sohbet etmeyi seviyorum. Acaba atladigim birsey var mı? Ha bir de buz pateniyle kaymayi sevmiştim ama pek fırsat bulamıyorum. Benim ben olmam icin tüm fırsatları ayağımın altına tek basına seren canım Annemi, bana sürekli destek olan Esim Murat'ı (soylenirken bile!!!), Oglumu yuregime sigdiramayacagim kadar cok ama cok seviyorum. Oglumun en cok da gulerken fotografını yakalayabilmeyi, o anı durdurabilmeyi seviyorum.






29 Şubat 2012 Çarşamba

İste tam da bu yuzden hayvanimizin olmamasi daha mi iyi diye soruyorum?

2 aydan fazla bir zamandır bizdeydi "Tosbaa". Ege'nin evde hayvan beslendigini gorup, hayvanlari sevmesini istedim, ileride her gun Tosbaa'ya onun yemek vermek isteyecegini umdum. Bir haftadır Tosbaa yemek yemiyordu, sürekli uyuyordu, kıs uykusuna yattı sandim. İnternette okumuştum, suları soğuksa kıs uykusuna yatarlarmis. Suyuna koyduğumuz isiticinin bozulmuş olduğunu gördüğümde sanırım geç olmuştu. Sanırım hastaydi o yüzden yemiyordu, bugün iki kere gözlerini açtı, ikisinde de yanindaydim elimle ağzına yemek verdim ama kafasını çevirdi, 2 kere ağzını kocaman açtı sanki esner gibi. Uyanıyor sandim, ama sanırım can çekişiyormuş.

B.k İcinde Badem Kadın

Burada kısaltmaya tasvir edilen salonum, içindeki badem kadın da benim. Gulsum Hanim olmasa halim harap zira dizi sakatladik. Dizi bükmeden ve tam da duz tutmadan eğilmek sizin icin ne anlama geliyor bilmiyorum ama cocuğu sabah Kres Servisi'ne yetiştirmesi gereken bir anne icin Çin işkencesi h..t etmiş yanında! Yetişme telaşından daha onceden düşünmediğim kendiliğinden kapanan ağır apartman kapıları var bir de. Eğer yanılır da önünde kalırsanız sizi dışarı postalayiveriyor. Kapı demişken hastanelerin döner kapılarına sıkışmamak icin hızlı çekimde ziplarken etrafa izlenesi sahneler yarattığınızdan emin olabilirsiniz. Son olarak butun gece kipirdamadan yatmaktan pelte olmus vucudunuzla sabaha karsı tuvalete gidip yatağa dönerken komşuları uyandırmamak ayrı bir koordinasyon ve azim gerektiriyor. Hala sersemken birden elinize değnekleri alıp hop hop ziplamak her babayigidin harcı degil. Sakatlanmanın avantajlarını da anlatmadan geçemeyeceğim; yemekleri Gulsum Hanim yapıyor, aksam Murat eve gelince sofrayı hazırlıyor, masayı topluyor, bulasiklari yerlestiriyor, meyve soyuyor, Ege'yi yatmaya hazirliyor, ona kitap okuyup uyutuyor. Tüm bunlar olurken ben muhtemelen ve malesef kaba etlerimi büyütüyorum. Uzun lafın kısası meniskus ve çapraz bağlarda yırtılma sonucunda 20 gün raporla evde saksı gibi oturuyorum. 20 gün sonra ameliyat olmam konusu netleşecek. Ege yanima yaklasmiyor, opmek istiyorum izin vermiyor, nadiren bacağın iyileşti mı? Oynayalım mı diye soruyor o kadar. Bugünlerde biraz gerginim, moralim bozuk, ameliyat olmaktan korkuyorum, Ege icin endişeleniyorum yani beni görürseniz bir yerlerde etrafımdan dolaşın:) Ben kar, buz insanı değilim, ben İzmir'liyim, güneş, yeşillik ve piknik insanıyım. Ben demiyorum MR sonucum diyor.

27 Şubat 2012 Pazartesi

İyilik yapmak gercekten zor!!!

Sakarya hastanesinden geliyorum. Son duruma gore hastaneye dilekçe ile başvurmam gerekiyor. Dilekçe yönetim kuruluna sunulacak. Burhanettin Bey Olumlu yanıt gelecegini düşünüyor. Yanıt geldikten sonra kan aldirmaya gelen herkesin "kanını gönüllü olarak vereceğine ve sonrasinda herhangi bir hak talep etmeyeceğine dair" bir kağıt imzalaması gerekecek.  Bashekimle yaptigim ilk gorusmede o ana kadarki donör adayı sayısının 36 kisi oldugunu belirtmistim. Bugun yaptigim gorusmede Burhanettin Bey 36 kisi konusunda israrci davrandi yani listeye yeni isimler ekleyemeyecegiz. Süreçle ilgili sizlere bilgi vermeye devam edeceğim. Bu durumda kan vermek icin yeni bir tarih belirleyeceğiz. İlgilenen herkese teşekkürler.Herseye ragmen Sakarya Hastanesine tesekkur ederiz. Lütfen herkese iletin. 

20 Şubat 2012 Pazartesi

GamzeAnne'ye özür borçluyum.

Yazım yok olmuş. Nasil olmus, ne zaman olmus? Geri getirilebilir mi? Ben onları bir daha ayni sekilde yazamam!!!Çok üzüldüm, çok:(( Uff ben bu notebook, iPhone!?!?!!! Eski desktop bilgisayarımı istiyorum bazen...

19 Ocak 2012 Perşembe

Karın tadını cocuklar çıkarsın

Cocuklarin her kosulda disarida hareket etmeleri ve temiz hava almalari taraftariyim yani "soguk hava yoktur, uygun olmayan giysi vardır"der dururum her ortamda.
İlk kez "soguk hava da vardır" diyorum; bu 2 gündür Eskisehirdeki hava nedir böyle!!! Cocuğu dışarı çıkarmak soyle dursun, evden dışarı burnumu uzatasım yok. Resimler daha sıcak havada çıktığımızdan kalma anlayacağınız...











- Posted using BlogPress from my iPhone

Nasip Çizmeli Kedi'ye imiş

Geçenlerde Ege'yle ilk kez sinemaya gittik. Gitmek oyle gidivermek gibi degildi aslında. Sagolsun basima kakmadı ama ben bekledim dogrusu esım acaba bık bık eder mi diye...evde onca zaman "o çizgi film kötü, bu iyi" diye kafalarını sisirdikten sonra sen kalk Çizmeli Kedi'ye git.
Sonra 3 boyut olayında acaba gözlükler düşer durur mu diye endişe ettim, ne bileyim ben bildigin gözlük formatindaymislar. Ben hani şu kağıttan iki renkli oluyorlar ya onlardan olacak da bütün film boyunca elim Ege'nin kafasında oturcam diye korktum. Hatta bir ara yanımda lastik götüreyim diye bile niyetlenmistim.
Ee insan anne olunca olmayacak seyleri bile düşünüp önlem aliyor yani....








- Posted using BlogPress from my iPhone

10 Ocak 2012 Salı

Uzm.Psikolog Sinem Olcay'dan güzel bir yazı

Bebek Gelişimi: TV ve DVD'ler Bebeğimi Zekileştirir Mi?
Günümüzde pek çok anne baba, bebekler için eğitici olduğu iddia edilen bebek kanallarını ve “Baby Einstein” ya da “Brainy Baby (Akıllı Bebek)” gibi dvd setlerini çocuklarına seyrettirmekte ve bunlardan gelişimsel fayda beklemektedir. Amerika’da 6-12 aylık her 3 bebekten 1’ine en az 1 ‘Baby Einstein’ dvd’si alındığı bilinmektedir. Ülkemizdeki kesin rakamlar bilinmese de bebekleri TV’ye maruz bırakmanın oldukça yaygın olduğu gözlemlenmektedir. Maalesef ki bu içerikler eğitici bir kazanım sağlamadığı gibi erken yaşlarda dil ve zeka gelişime ciddi zararlar vermektedir.
TV’nin bebek gelişimini nasıl etkilediği konusunda yapılan araştırmalar TV’nin sakıncalarını net şekilde ortaya koymuştur. Örneğin, 2007 yılında Journal of Developmental Psychology’de yayınlanan bir çalışmaya göre, 8-16 aylık dönemde bir bebeğin TV seyrettiği her saat başına 3 yaşındaki dil becerisinin 6-8 kelime daha geri olduğu gösterilmiştir. Ayrıca TV’ye maruz kalan 12-36 aylık çocukların hafıza, dikkat ve odaklanma becerisi bakımından TV’yle tanışmayan çocuklara göre dezavantajlı olduğu bulunmuştur. The Archives of Pediatrics dergisinde 2010 yılında yayınlanan bir çalışmada ise haftada birkaç kez dvd izleyen ve hiç izlemeyen çocuklar karşılaştırılmıştır. Bu çalışma ise, ne kadar erken yaşta dvd izlemeye başlanırsa ilerleyen dönemde kelime hazinesinin o denli geri kaldığını göstermiştir. Bu araştırma sonuçları doğrultusunda Amerika’da “The Baby Einstein Company” e açılan davada, şirket dvd’lerin çocuk gelişimine katkı sağlamadığını kabul etmiş ve müşterilerine para iadesi yapmıştır.
Yaşamın ilk yıllarında dil ve zeka gelişimi çok hızlıdır. Araştırmalara göre beyin gelişiminin %70’i yaşamın ilk yılında %90’i ise ilk 5 yılda tamamlamaktadır. TV ise beynin gelişim mekanizmasına aykırı prensiplerle çalışır. Bir bebeğin görsel olarak derinlik, boyut, perspektif farklılıklarını anlaması beyin gelişimi adına attığı en önemli adımdır. Oysaki TV’deki görüntüler bebeklerin boyut farklılıklarını anlamasına yardım etmez: iki boyutlu bir çizim ile üç boyutlu gerçek bir nesne arasındaki farkı bebekler TV’den öğrenemezler. TV’de derinlik yoktur: bebekler TV’de hangi nesnenindaha uzak hangisinin daha yakın olduğuna karar veremez. Erken yıllarda tamamlanan diğer önemli bir beyin gelişimi aşaması da, nesnelere farklı açılardan bakınca onları farklı şekillerde göreceğimiz bilgisidir. Oysaki TV’deki görüntülere hangi açıdan bakarsak bakalım aynı şeyi görürüz. Yetişkin beyin TV’deki bu yanılsamayı ayırt edebilir ama bebek beyni yanılır. Hatta bebekler TV ekranında gördükleri şeyleri ayrı ayrı figürler olarak değil bir bütün olarak algılarlar. O sebeple de figürleri takip edip izlemek yerine, ekranın tamamına adeta hipnotik bir etkiyle ve boş gözlerle dalıp giderler.

Çocuklarda dil gelişiminin nasıl ortaya çıktığını öğrendiğimizde TV’nin sadece zeka gelişimini değil dil becerilerini de neden olumsuz etkilediğini kolayca anlarız. Erken yıllarda dil gelişimi yüz ifadesi, ses tonu, işaret gibi pek çok sosyal ipucuna bağlıdır. Çocuklar kelimelerin anlamlarını söylediklerimizden çok nereye baktığımız, nasıl bir ses tonuyla söylediğimiz, neye işaret ettiğimizi gibi sosyal ipuçlarından yola çıkarak çözerler. Ayrıca çocuklar için dili öğrenmenin en iyi yolu, konuşmanın tanıdık bir kişi tarafından ve kendisiyle soru-cevap gibi karşılıklı olarak yapılması durumudur. TV’de ise bu sosyal ipuçları ve karşılıklı etkileşimden eser yoktur. O sebeple, çocuklar TV izleyerek dil öğrenemezler.

Bu bilgiler doğrultusunda, çocuğunuzu 2 yaşın altında ekrandan kesinlikle uzak tutmanızı tavsiye ederim. Siz yokken çocuğunuzla ilgilenen bakıcı, büyükanne gibi kişileri de TV’nin gelişimsel sakıncaları konusunda bilgilendirin. Düşük sosyo-ekonomik koşul ve eğitim düzeyinden gelen kişiler, TV’nin gün boyunca açık olmasını normal ve doğru görebilmektedir. Özellikle ülkemizde, bakıcıların çocukları TV’nin karşısına oturtup günün büyük kısmını bu şekilde geçirdikleri bilinmektedir. Benim tavsiyem yaşamın ilk yıllarında mümkün olduğunca çocukla birebir zaman geçirmeye, karşılıklı etkileşim ve oyunlara, özellikle de resimli kitaplara, öncelik vermeniz olacaktır. TV’yi 2-3 yaşından sonra çocuğunuzla birlikte seyretmek koşuluyla günde yarım saati geçmeyecek şekilde çocuğunuzun yaşamına sokabilirsiniz. Yaşamın ilk yıllarında çocuğunuzun gelişimine yapacağınız yatırım geri dönüşü en yüksek ve en değerli katkıdır. Bu verimli dönemi TV ile boşa harcamayın. Yaşamın ilk yıllarındaki gelişimi destekleyici ebeveynlik yaklaşımları, beyin geliştiren oyun fikirleri ve diğer sorularınız konusunda uzmanlara başvurup profesyonel destek almaktan çekinmeyin.

5 Ocak 2012 Perşembe

Havai fisek yerine sahtesi nasil yapılır?

Şimdi aklınızda havai fişek gibi birsey mi canlandı? (ee.. tabii yani!!!) bu başlıkla başka ne olsun !?!ama sahtesi dedim, iste yaptık:
Once el ısı kağıtlarını sekilli delgeclerle deldik, bazen de kestik(kime nasıl kolay geldiyse artık), sonra esler balonların icine bunları doldurdular, sisirdiler, sonra da cocuklar patlattı. Bunu çok sayıda balonla yapın mutlaka.
Bir de dikkat, cocuk icin balonu patlatmak her zaman eğlenceli olmayabilir.





- Eskişehir oyun grubu-facebook

Portakal mı? Mandalina mı?

Hepimiz evde portakal sıkarız, 3 yas civarinda bizim bebeler de bunu yapabilirler ama hemen portakalla baslamayin. Montessori felsefesinin bir bölümü de pratik hayatla ilgili. Oradan öğrendiğim bir kucuk tiyo paylasayim bu vesileyle. Sıkma icin once mandalinayi deneyin, (her zaman kolaydan zora dogru ve her zaman cocugun tek basina basarili sonuc alacagi duzeni oluşturuyoruz.) Aslında bir Montessori eğitmeni olsaydı şimdi mandalinanin nereden kesileceğini bir tahta kalemiyle de cizerdi ama bu aceleye geldi:) Ben yapmadım(!!)siz yapın..








Yukarıdaki resimde gayreti görüyoruz:))ihhh ha gayret...



Sonunda da büyük keyifle içilir, anneye, babaya ikram da edilir:))
- Eskişehir oyun grubu-facebook
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...