6 Ağustos 2019 Salı

Tübitak Ulusal Uzay Gözlem Şenliği'ne başvurmadan önce bilmeniz gereken noktalar nelerdir?

11 yaşındaki oğlumla birlikte 1-4 Ağustos tarihlerinde Tübitak'ın düzenlediği Uzay Gözlem Şenliği'ne katıldık.

En baştan başlarsam, 6000 civarı başvuru içinden 1000 kişi kura ile belirlendi. Bu yıla kadar 350-400 kisiye açılan senlik, bu yıl halk, davetliler, protokol ve protokolün yanındaki (söylendigine gore 400 civarinda kişi) ile birlikte ortalama 2000 kişiye ev sahipligi yapmış oldu. Antalya Saklıkent' te yaklaşık 2000 metre yükseklikte 3 gece süren şenlikle ilgili anlatılacak pek çok ayrıntı var ama son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: Seneye bir daha çıksa bir daha giderim. Bu şenlik hem yetişkinlere hem de çocuklu ailelere açık bir etkinlik. İçerigin ayrintilarini farklı bir yazıda paylaşacağım. Ama özetle gündüz eğitimler, atölyeler; gece uzay gozlemleri yapildigini soylemekle yetineyim.

Ulaşımla ilgili bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Antalya merkezden Saklikent'e giden yol çok virajlı. Araba tutmasından muzdarip olanlar varsa hazırlıklı çıksınlar yola. Yoksa benim yaşadıklarımı yaşamanız işten bile değil. 

Yerleşke ile ilgili olarak;
Ana girişte valizler polis köpekleri tarafından arandı. Daha sonra sarı t-şörtlu uzman arkadaşlar (astronomlar ve astronomi ogrencileri) çadır alanına kadar bizlere eşlik etti. Herkes çok güleryüzlü ve her konuda yardımcıydı. Çadırlar çok dip dibe kuruldu. Bunun sebebi protokol ekibinin alana yayılan buyuk çadırlarıydı. Biz geldiğimizde onların çadırları çoktan
kurulmuştu. Kurulumun bu kadar dip dibe olması ilk başta biraz tedirgin ediciydi ama çadır komşularımızla iyi anlaştığımızdan, sonrasinda düşündüğümüz gibi rahatsız olmadık. Yine de ben istemiyorum derseniz eminim daha az kalabalık bir yere de çadır kurabilirsiniz. Tek sorun kafe, tuvalet, etkinlik ve toplantı alanına daha uzak kalabilirsiniz. Bu alanlardan uzaklaştıkça dağın eteklerine doğru, eğimin arttığıni da göz önune almak gerektigini de belirtmiş olayım.

Çadır komşularımız, iki eksikle :)
Çadır komşularımız, 2 eksikle :)
Çadırların kuruldugu alanda tek bir ağaç olmaması nedeniyle çadırların içi sabah saat 7.30'dan itibaren ısınıyor. Çadırda zaman geçirmek zorlaştığında fazla seçenek yok; sadece kafe ve bir tente altına koyulmuş banklardan oluşan bir alan golge. Tenteli alan aynı zamanda bir bolumunde atölyelerin de yapıldığı, sigara içmenin serbest olduğu bir yer. Çadırların olduğu bölgede ibadethane için de ayrılmış yerler var. Resimde arka planda görülen büyük beyaz çadırlar mescitler, aynı zamanda yağış nedeniyle çadırları su alan kişilere geçici bir süre ev sahipligi de yaptılar.

Kıyafet, gün içerisinde şort, tişört; akşama doğru hırka, yağmurluk; gece boyunca da kar kıyafetleri, kışlık mont veya bildiginiz en kalın neyiniz varsa getirin yanınızda. Bez spor ayakkabıyla gitmeyin, gece soğuğunda gözlem yaparken donarsınız. Gözlemler sabah 4'e kadar sürüyor. 7.30 gibi de en geç kaldığınızı düşünürseniz az uyku ile idare ediyorsunuz. Ama insan 3-4 saat bile uyusa İstanbuldakinden dinç kalkıyor. Bu deneyimde ne çadırda kalmak, ne gök gürültülü sağanak yağis. Beni en çok zorlayan soğuk hava oldu. Bayağa tat kaçırıyor doğrusu. Yagmur deyince belirteyim, cadiri su alanlar cok zorlandi. Yazlik cadirla oraya gitmek büyük risk. 22 yılda bu ikinci yağmurlu şenlIkmis bu arada ama tutturursaniz tutturuyorsunuz işte :)

Taşınabilir musluklar. 
Tuvaletlere gelince, sayıca yeterli, temizlik olarak ise 2000'e yakın kişinin kullandığını düşündüğünüzde ne hayal ediyorsanız öyleydi. Kaldığımız 3 gece 4 gün içinde benim fark ettiğin en az iki kere temizlendiler. Ancak şaşırtıcı olan hiç kuyruk olmaması. Yanı yemek kuyruğu, çay kuyruğu, teleskop kuyruğu var ama ne hikmetse tuvalet kuyruğuna hiç denk gelmedim. Duş icin ayrılmış farklı bir alan vardı ama gidip içlerini görmedim. Sadece sayısı çok yetersizdi diyebilirim.

Yemekler çok lezzetliydi. Kahvaltılar peynir, zeytin, kutu bal, tereyag, vişne reçeli, yumurta, domates, salatalik ve ekmekten olusurken; diğer öğünlerde ortak olan şey, ana ögun yanında mutlaka makarna veya pilav olmasiydi. Yemekler lezizdi leziz olmasına ama onlara ulaşmak pek o kadar kolay değildi. Resimde yemek kuyruğunun benden önceki kısmını görüyorsunuz.
Bu kadar kalabalık olunca masalar da çok temiz olmuyordu haliyle ama masa sayısı çoktu, o nedenle yemegi aldiginizda mutlaka yer buluyordunuz. Ayrica o kuyruklarda beklerken farklı insanlarla tanışma ve sohbet etme imkanı buluyorsunuz. Biz kuyruk beklerken sıkılmadık, hatta yeni insanlarla tanisip sohbet etmekten keyif de aliyorduk. Örneğin Tubitak Baskani Prof. Hasan MANDAL ve Gözlemevi Müdürü Prof. Sacit ÖZDEMIR ve NASA'da çalışan astrofizikçi Umut YILDIZ bu kuyruklarda tanışıp sohbet ettigimiz kişilerden bazılarıydı.

Tubitak Başkanı
Prof. Hasan MANDAL
Yazmakla yazmamak arasında kaldığım bir noktayı da yazayım hadi. Iki başkan da yakan güneşin altında yüzlerce kişilik kuyruğa girmiş, yemek sırasında bekliyorlardı. Burası Turkiye olunca insan protokole ayrılmış ve kendilerine servis yapılan bir yerde olacaklarını düşünüyor. Haliyle de  olması gerekeni gördüğünde bile mutlu oluyor. Bu gözlemimi kendileriyle de paylaştığımda alçak gönüllü bir tebessümle karşılık verdiler.

Buraya kadar ulaşımdan, yerleşimden, tuvalet ve yemek alanları olmak uzere temel ihtiyaclardan bahsetmeye çalıştım. Daha fazla uzatmamak adına burada kesiyorum. Bir sonraki yazımda da içerikten bahsettim.


28 Mart 2019 Perşembe

OYUN YOLUYLA DAVRANIŞ DEĞİŞİKLİĞİ KAZANDIRMA-5.Oturum Ödül-Ceza Olmadan Çocuklara Sınır Koyma



Bugün grup çalışmamızda işlediğimiz ÖDÜL ve CEZA OLMADAN ÇOCUKLARA SINIR KOYMA konusu annelerimizin oldukça ilgisini çekti. Tahmin edeceğiniz gibi hiçbiri bu konuda çocuklarıyla gerilmekten hoşlanmıyor.

Çalışmamızın 5.oturumunda çocuklara sınır koymanın eğlenceli yolları olduğunu konuştuk ve bolca oyun oynadık. Grubun başlangıç aşamasında; her zamanki tanışma oyunlarımız vardı. Bugün 5.oturumu yapıyor olsak da birbirimiz hakkında öğrenmeye devam ediyoruz. Annelerimiz birbirlerini ne kadar fazla tanırsa oyunlar da onlar için o kadar zevkli geçtiğinden tanışma oyunlarını son oturumda bile oynayacağım sanırım.

Sınırları ihlal etme kavramını tartıştık önce. Bu kavramın kuralları çiğneme, güçlü olduğunu hissettirme ve varlığını kabul ettirme ihtiyacını da kapsadığını fark ettik. Anne baba olarak çocuklarımıza sınır koyarken karşılaştığımız saldırgan ve öfke dolu davranışların altında aslında acı veren duyguların oldugunu anladık. Saldırgan davranışla karşılaştığımızda yapmamız gerekenin çocuklarımızı bu duygulardan arındırmak olduğunun altını çizdik. Bunu başarmanın yolu da elbette oyunlaştırmadan geçiyor. Bu nedenle grubun gelişme aşamasındaki oyunlarımız bu çerçevede oldu.


Bazı bağlanma oyunların çocuklar üzerindeki etkisini arttırmanın yolu; abartılı davranmak. Hal boyle olunca resimlerdeki bazı tuhaf hallerimin sebebini de anlamış oluyoruz. Açıkcası abartınca gerçekten siz de daha çok eğleniyorsunuz.

Oturumun son aşamasında “küfür, kötü söz” söylendiğinde nasıl davranacağımızı tartıştık ve yöntemlerle ilgili oluşan sorulara cevap verdik. Tam hızımızı almış, “kardeş rekabetinde oyunu kullanma” konusuna girecekken minik öğrencilerimizin anneleriyle buluşma zamanı geldi. “Bir saat yetmiyor” sitemkar konuşmaları arasında oturumu sonlandırdık. Doğru yetmiyor ama neden yetmiyor? Özellikle fiziksel hareket gerektiren oyunlara bayılıyorlar daha da bıraksam oynayacaklar :) 

Bugün annelerimizden biri, önceki seansta gördüğümüz fiziksel temas içeren bir oyunu 8 yaşındaki kızıyla oynadıklarını, çok keyif aldığını, oyunu tekrar tekrar oynamak istediğini; öte yandan küçük oğlunun temastan hoşlanmadığı için oynamak istemediğini ve bu nedenle onunla farklı bir oyuna geçtiğini anlattı. Bu da aslında 2.oturumda gördüğümüz esneklik ilkemizin ve gözlemci olmamız gerektiği konusundaki uyarılarımızın gerçek hayatta uygulandığının güzel bir örneği oldu.



















15 Mart 2019 Cuma

Oyun Yoluyla Davranış Değişikliği Kazandırma Grup Çalışması 3.Oturumu

Evde, okulda pek çok yerde rekabetin hakim olduğu eğitim anlayışına inat, ailede iş birliğine dayalı bir eğitim anlayışının oluşması için çalışmamızın 3. oturumunu büyük oranda işbirliği oyunlarına ayırdım. Aile içi sosyal etkileşimi arttırmanın yanı sıra aynı amaç için bireyleri birlikte hareket etmeye motive eden ve güven duygusunu tazeleyen bu oyun türünü diğerlerine göre bir tık daha fazla önemsiyorum galiba. Çocukların yarıştırılması, ödül ve ceza gibi dış etkenler yoluyla davranış değişikliği kazandırılması anlayışına mahkum olmadığımızı görmemizi istiyorum. 

Başlangıçta bilgi paylaşımı, sonrasında uygulama ve kapanışta küçük grup tartışmasıyla 3. oturumu tamamladık. Tartışma kısmında gerçek yaşam deneyimlerimizi paylaşıyoruz. Bir nevi teori ile deneyimi bir araya getiriyor ve öğrendiklerimizin gerçek hayattaki karşılığını fark etmeye çalışıyoruz. Bunun güzel bir örneğini annelerimizden biri anlattı bugün. Kapıdan çıkarken montunu giymeyi reddeden çocuğuyla sık sık kriz yaşadıklarını ama bu sefer krize dönüşmeden olayı atlatmayı nasıl başardığını anlattı. Öğrendiği saçma oyun tekniği işe yaramıştı. Artık kapıdan çıkmak eziyet olmayacaktı, otorite savaşı yaşanmak zorunda kalınmamıştı. Ayni yas grubu çocukları olan annelerin sorunları da haliyle birbirine benzer oluyor. Burada öğrendiklerinin işe yaradığını görmek, diğer anneleri de heyecanlandırıyor. Aralarındaki bu paylaşımları izlemek keyfi de bana kalıyor. 

Çocukların, huysuzluk etmelerinin altında yatan ihtiyacın ne olabileceğine de kafa yorduk bu oturumda. Örneğin bacağınıza yapışan çocuğunuzun ihtiyacı ne olabilir dediğimde:

"Acaba fiziksel temas olabilir mi? ya da ayrılmaktan korkuyordur belki. Fiziksel temasa ihtiyacı varsa onunla daha sık mesela boğuşma oyunları oynayabilir, ayrılık endişesi yaşıyorsa saklambaç gibi oyunlar oynayabiliriz dediler annelerimiz. Bazıları da şu yorumu yaptılar; belki de kendisini güvende hissetmiyordur, yalnız kalmak istemiyordur, o zaman gücün çocukta olduğu oyunlar da işe yarayabilir."  
Ben.... mest! 😍

Hangi davranışlar altında nasıl ihtiyaçlar yatıyor olabilir ve bu ihtiyaçlara yönelik ne tip oyunlar kurgulayabiliriz üzerine alıştırma yapmaya devam edeceğiz elbette ama fotoğraflarda gördüğünüz bu harika annelerle sanırım aynı dilden konuşmaya başlıyoruz. 








7 Mart 2019 Perşembe

Oyun Yoluyla Davranış Değişikliği Kazandırma Grup Çalışması 1. ve 2. Oturumu

19 yıllık deneyimim sonucunda ailelere iletişim semineri vermenin harcadığım çabaya karşılık gelen bir fayda sağlamadığını gördüm. Bu yıl küçük ölçekli bir okulda olmanın avantajı ile küçük grup çalışması yapma şansı bulunca, tam istediğim fırsat dedim ve ebeveyn-çocuk arasındaki ilişkileri güçlendirmek, özellikle annelerin davranışlar konusunda farkındalıklarını arttırmak amacıyla; oyun temalı 6 oturumluk bir grup çalışması hazırladım. 2 aylık hazırlık süresi içinde, bu çalışmanın yerini bulup bulmayacağı konusunda zaman zaman endişelendiğim, daha etkili hale getirebilmek için dönüp dönüp değişiklikler yaptığım zamanlar oldu. Oturumlara başlamadan önceki akşam gerçekten heyecanlıydım. O kadar emeğe değecek miydi?

Oyun, ebeveyn-çocuk ilişkisinde yakınlaştırıcı ve kolaylaştırıcı bir etkiye sahip olduğundan oturumlarımın odak noktasını oyun oluşturdu. Psikolog Alteha Solter’ın “Oyun Oynama Sanatı” ve Deniz Altınay’ın “Psikodramada 400 Isınma Oyunu” kitaplarından faydalanarak hazırladığım oturumların ilkinde karşılıklı beklentilerimizi netleştirdik, tanıştık, çalışmanın ayaklarının yere basması için temel kavramları tartıştık, videolarla somutlaştırdık. İkinci oturumda 9 tür bağlanma oyunu hakkında konuştuk, örnek oyunlar oynadık, her evde yaşanan ortak sorunlardan bahsettik.



Grup içerisinde yaşananlar bu yazıda asıl paylaşmak istediğim aslında: Anneler birbirlerine tecrübelerini aktarmakta ve denedikleri çözüm yollarını paylaşmakta çok istekliydiler ve son derece katılımcıydılar. Oyun oynuyorlar, soru soruyorlar, not alıyorlar, fotoğraf çekiyorlar, tam yaşadıkları konuya parmak bastığınızda o heyecanla sözünüzü kesip yaşantılarından örnekler veriyorlar. Oyun oynamaya alışkın olmamanın getirdiği biraz mahcup ama hevesli olduklarını gösteren utangaç gülümsemeler eşliğinde harika katılım gösteriyorlar.

Daha ikinci oturumda annelerden olumlu dönüşler almaya başladım. Hırçın  ve saldırgan davranışlar sergileyen oğlunun sakinleştiğini, kendisi ile işbirliği yapmaya başladığını anlattı annelerimizden biri. Pek çoğu da farkındalıklarının arttığını anlatan geri dönüşler yaptılar. Bir kaç anne geriye dönük iç hesaplaşmalara girdiler. Bazıları sorgulamayı biraz ilerleterek bir yargıda bulundular ve bazı durumlarda farklı davranmış olmayı dilediklerini ifade ettiler, galiba biraz vicdanen huzursuz oldular desem yanlış olmaz. Kimsenin kendisini yetersiz hissetmesini istemediğimden Prof. Üstün Dökmen Hocamızın her zaman söylediği ve beni çok rahatlatan cümlesini tekrarladım: "Annelerin sayılabilir miktarda hataları vardır ancak sayılamayacak kadar çok artıları vardır; yalnızca sevgileri, her türlü hatalarını örtmeye yeterlidir."

Bu küçük grup çalışması beni gerçekten motive ediyor, heyecanlandırıyor ve yaşam enerjimi arttırıyor. Yıllardır içten içe hissettiğim şeyi artık yüksek sesle dillendirebilirim sanırım. Bir Psikolojik Danışman olarak en keyif aldığım çalışma alanı yetişkin eğitimleri. 





15 Ocak 2019 Salı

Bir 2023 Çalıştayı hikayesi...

2023 çalıştayı ile ilgili heryerden boy boy resimler, paylaşımlar yapılıyor. Farkettim ki benim de söyleyeceklerim var. 

Egitim vizyonu ortaya koyan Sayın Ziya Selçuk Hocamızın, koyduğu vizyon çerçevesinde içerik çalısması yapmak icin çaliştığım ilçede (her ilçede oldugu gibi) 2023 Çalıştayı yapıldı. Bu çalıştaya her okuldan isimleri belirlenen birer kişi resmî yazıyla (yani zorunlu) çağrıldı. Bizim okuldan ismim olmamasına rağmen ben de katılmak istedim ve idaremden onay alarak çalıştaya gittim. 

İçeri girdiğimizde İlce MEB’den bir sorumlu (adini vermiyorum) beni gördüğüne pek sevinmemis gibiydi zira suratından düşen bin parçaydı. İdareci arkadaşım kendisi ile selamlaştı ve hangi masalara oturulacagini öğrenmeye çalıştı. Ben zaten orada yoktum, dolayısıyla selamlasmayi gerektirecek bir durum da yoktu. Neyse, beyefendi konuşmanın sonunda eklemeyi ihmal etmedi: ”Sizin adınız yok hocam listemizde. Sadece adı olanlar masalara oturabilir.” Eveeeetttt....şimdi...beni tanıyanlar ne düşündüğümü tahmin etmiştir sanirim. “Sakıncası varsa kibarca açıklar ve ben ikna olurum, yoksa ben o masaya otururum” diye düşündüm, “Bir sorun oluşturacaksa ayrilabilirim ama buraya kadar geldim, sakıncası var mi?” diye söyledim (çok sakinim dikkatinizi cekerim). İşin özü şansımı biraz daha denedim yani. Burada pek çok şeyin altı cizilesi aslında; benimle senli benli konuşması, en baştan itibaren yüzüme bile bakmaması, havadan konuşma üslubu... neyse en sonunda bana “senin okulda işin yok mu hocam?” diye çıkışmakta buldu çareyi pek sayın, değerli, kıymetli hocam. Kafamdaki balonun icindeki yazıları görmesini isterdim ama inat ettim. Yazılar bekleyebilirdi. Dikkatimi dağıtmamalıydim. Mademki bana söyleyecek mantıklı bir cevabi yoktu, belli ki iletişimle ilgili büyük de sıkıntısı vardı. O zaman ben kendisini kâle almayacak, o masaya oturacak ve çalıştaya katılacaktım. Yanımdaki idarecimin olaya “mudur beyin haberi var” (Türkçesi, okulda işi olup olmamasndani sanane) şeklindeki müdahalesiyle masamızi bulup oturduk ve herseye rağmen... ekibimizle birlikte iyi de çalıştık. 

Şimdi düşünebilirsiniz bu tavrın nedeni nedir diye. Benim güçlü bir hipotezim var tabiki. Bağlı olduğum ilce MEB’deki bazı kişiler tarafından sanirim rahatsız edici bulunuyorum, kanun disi yaptıkları gorevlendirme konusunda gerek gösterdiğim tepki gerek açtığım dava nedeniyle sanirim kara listeye alındım. Bilemiyorum tabi. Sadece bir his. Dogru bildigini yapıyorsan, bunlar birer anı olarak belleğinde yerini alıyor ve insani daha güçlü yapıyor. Hak arayışında durmak yok yola devam. Böyle degil miydi yoksa?


#2023eğitimvizyonu #2023çalıstayı

21 Eylül 2018 Cuma

Sezin Kolej’i eğitime nasıl bakıyor?

Ege için ortaokul arama sürecimizi daha önce burada yazmıştım. Okullar açıldı ve Sezin Koleji’nde ilk veli toplantısı yapıldı. Eğitime bakış açılarımızın örtüştüğünü düşündüğümüz için Sezin’i tercih etmiştik ancak tecrübeli bir özel okul velisi olarak yoğurdu üfleyerek yediğimizden, baştaki hislerimizin ve gözlemlerimizin doğru olup olmadığını görmeye ihtiyaç duyuyorduk. O nedenle toplantı benim için ayrıca önemliydi.

Açılış konuşmasını yapan Okul Müdürü Bahadır Özkan Bey, konuşmasında o kadar nokta atışlar yaptı ki kendisini dinlerken “bu müdür 5.sınıf öğrencisi ve velisi olmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyor” dedim. Bu konuşmada beni heyecanlandıran önemli söylemlerinden bazılarını not aldım: “...güvendiğiniz için buradasınız, biz çocuklarınızın gelmeleri gereken noktayla ilgili bir yol haritası çıkarıyoruz, bu noktada okuldan mutlaka danışmanlık alın ve bize güvenin. İhtiyaç olduğunda size ulaşacağımıza güvenerek çocuklarınızı uzaktan takip edin... Biz düşmelerine izin veririz ama yaralanmalarına izin vermeyiz. Bırakalım hata yapsınlar... Okulumuzun değerleri bellidir, farklılık görürsek sakin yaklaşırız. Yanlış yaptın değil, nasıl düzeltirizi önemseriz”oldu.

Benim için öne çıkan diğer bir nokta ise “Sezin’de kimse yalnız kalmaz” söylemi idi. “Okulda önce kendilerini değerli hissetmeleri ve yalnız kalmamaları için çalıştık, şimdi yetkinliklerini ortaya çıkartmak için çalışacağız” diyerek aslında bir ortaokul velisinin nelerden endişe edebileceğini ve neler bekleyeceğini bildiklerini söylemiş oldu.

“Niteliğimizi arttırmayı önemsiyoruz. Bu yıl mekan düzenlemelerine ağırlık veriyoruz, fiziksel çevre üzerindeki değişiklikler sayesinde öğretmenlerin hayal güçlerinin, yaratıcılıklarının artacağını ve zihinsel esneklik kazanacaklarını düşünüyoruz. Öğretmen güçlüyse okul güçlüdür.” söylemiyle anlıyorum ki Sezin Koleji için eğitimde kalite öğretmenin kalitesiyle doğru orantılı.

Okulun akademik çalışmaları ve veli işbirliği üzerine konuşan Akademik Müdür Yardımcısı Pınar Turan Hanım: “Hafta içi 30-40dk; hafta sonu 1.5 saat olacak şekilde ödev planlıyoruz, ödeve müdehale/yardım edilmesini ya da birlikte ödeve oturulmasını istemiyoruz. Dersi derste öğrenmesi gerektiğini bilmesini, çalışma alışkanlığı ve kendi kendine yetme becerisinin gelişmesini istiyoruz. Bunun için de etüd ya da evde özel ders istemiyoruz, biz öğrencimizi yakından takip ediyoruz, o nedenle düşük not aldı çalıştıralım demeyin, bizimle konuşun” diyerek sanıyorum ki tüm velilerin içine su serpti. Ayrıca yine ayakta alkışlanacak diğer bir uyarıyı yaptı: “Lütfen çocuklarımızın ellerine yaprak test vermeyelim, soru çözdürmeyelim

Şu saate kadar ayağa kalkıp alkışlamadıysam utandığımdan. Türkiye egitim sisteminde bir veli olarak omuzlarımda nasıl bir yük ve endişe taşıyorsam artık Bahadir Bey ve Pınar Hanım konuşurlarken öyle hafifledim ki kalkıp sarılmam işten bile değildi.

Bu ruhu uygulamalarda da göreceğimize inanıyor, bekliyor ve bunun için dua ediyorum.



- Posted using BlogPress from my iPhone


10 Ağustos 2018 Cuma

Bir okçuluk deneyimi

Ege okçuluğa başlayalı 4 ay kadar oldu. İlk üç ay haftada bir gün hobi grubuna gittikten sonra Demka’dan antrenörümüz Ayhan Kaya’nın yönlendirmesi ile Ege, klasik yayda haftada 3 gün yarışmacı gruba devam etmeye başladı.

Arkada oturmuş okçuluk antrenmanı izlediğim 3 ay boyunca “bu neden bir spor ki?” diye düşünmedim değil doğrusu. Bir gün denedim ve okçulugun ne olduğunu anladim. Bir kere bu spor insanın vücudundan son derece haberdar olmasını gerektiriyor. Siz günlük yaşamınızda kürek kemiklerinizin pozisyonuna kafa yorup, nerede nasıl durması gerek diye düşündünüz mü? Ben düşünmedim. Ya da kolunuzun yatayda ve dikeyde bilmem kaç derece açıyla pozisyon alması icin kendinize ayar çektiniz mi? Oku çektiğiniz elinizi çenenizin altından hizalamaniz ama bunu yaparken kafanızı arkaya doğru atmamanız gibi onlarca ayrinti sayabilirim. Tüm bunları yapmak için teknik bilgi yetmiyor. Söyleneni algılamak ve vücuduna onları yaptırabilmek, bunları yaparken de hedefe bakmak gerekiyor. Hedefe bakmak deyince öyle kafayı çevirip bakmaktan bahsetmiyorum.

Şöyle anlatayım: Hani vesikalık fotoğraf çektirirken kameraya bakacaksınız da fotoğrafçı gelir, kafanızı bir yana, omzunuzu diğer yana çevirir ve sonunda yamuk yumuk bir hal aldırır ya... Antrenör geliyor ve kafanızı hafif yan tutmanızı, tek gözünüzle bakmanızı ama bunu kafanızı çevirmeden burnunuzun oyuğundan yapmanızı istiyor. O sırada göğüs kafesinizi içeri doğru bastıracak, yayı çekerken omzunuzu şu kadardan daha geriye almayacaksınız diyor.
Doğru pozisyonu almam için hocanın anlatması yeterli oldu demek isterdim ama antrenörüm bir heykeltras inceligiyle çalismak zorunda oldugunu çabuk farketti. Tecrübe onemli. Sonunda hedefi tam ortadan vurdum. Ama yandakinin hedefini. Sevgili antrenörüm! Nişan aldığım hedefin, vurduğum hedef olmadığını itiraf ettiğimde cevap olarak; “farkındayım” derken, nasıl güldüğünüzü kaçırdığımı zannetmeyin. :)

Diyelim ki bu kısmı oturttunuz. Vücudunuzu olmasi gerektiği şekilde tuttunuz, bitmiyor. Saatlerce güneşin altında, ayakta, yüzlerce kez yay çektiğinizi hayal edin bir de. Sinir sahibi olurum ben. Hiçbirsey yapmadan güneşin altında sadece durmak bile bir işkence bence.

Neyse, keyifli ve anlaşılan o ki ayni zamanda gerekli bir deneyimmiş benim için. Bu deneyimin ardından baştaki düşüncelerimi hatırladıkça, ne büyük cahillik diyorum ve tüm okçulara saygılarımı sunuyorum.

Not: Buradaki tasvirlerimin antrenörün teknik açıklamalarından ziyade tamamen kişisel tasvirlerim olduğunun altını çizmek isterim.

- Posted using BlogPress from my iPhone

4 Haziran 2018 Pazartesi

Ortaokul Seçerken...beklentiler, kriterler, izlenimler

Anaokulu seçimi, ilkokul seçimi derken, bir süredir ortaokul seçimi için araştırmalar yapıyorum. Beklentiler kişiden kişiye değiştiği gibi ayni zamanda kademeye göre de değişiyor. Benim orta okuldan beklentim;
  • Akademik başarıyı çocukları yormadan ve baskı altında hissettirmeden yakalaması,
  • Okul içi, ulusal, uluslararası çeşitli yaşantılar yoluyla çocukların çok yönlü ve aktif olmalarının sağlanması, 
  • Okulun butik olması; çocukların kalabalıkta kaybolmayıp, okulun önemli bir parçası olduğunu hissetmesi,
  • Okulun kazandığı maddi geliri kapasite arttırmak için değil, kaliteyi çok yönlü arttırmak için kullanması,
  • Öğretmen eğitimlerine önem vermesi,
  • Geliştirici, hoşgörülü ve huzurlu bir okul ikliminin olması,
  • Oturmuş bir sisteminin olması.
Anadolu yakasında pek çok okul olmasına rağmen benim ilgilendiğim okullar şunlar oldu;
  • Çevre Koleji,
  • İELEV
  • Erenköy FMV Işık,
  • Irmak Koleji,
  • Marmara Koleji,
  • Sezin Okulları
Yazımın bundan sonraki kısmında bu okullar hakkındaki izlenimlerimi paylaşacağım;



İnternet sitesini incelediğimde, okul idaresi ile yaptığım görüşmede ve eğitimciler arasında yaptığım sohbetlerde gördüm ki ön plana çıkan nokta akademik başarı. Okulun sitesinde, liseye öğrenci yerleştirmede %100 başarı ve öğrencilerin köklü liselere yerleştikleri ifade ediliyor. Ayrıca veliler ve eğitimcilerle yaptığım sohbetlerde okulun iyi bir dil eğitimi verdiği yönünde de kanaat ortak. Ancak aldığım bilgiye göre (bunu okuldan da doğrulamak gerekiyor) okulda "övgü ve uyarı belgesi verme" şeklinde bir uygulama olduğu söyleniyor ki bu tip uygulamaların zararlarına burada girmeyeceğim.

Okul, öğrencinin yoğun tempolu çalışmayı sürdürebilmesini istiyor.Tüm bunlara baktığımda genel resim gösteriyor ki okul akademik alanda adından söz ettirmek isteyen bir okul. Beklentiyi karşılayamayan çocukların ailelerine okul nasıl yaklaşıyor? sorusu da bu okulu düşünenler için mutlaka araştırılması gereken sorulardan.

Biz temelde beklentilerimiz örtüşmediği için aklımıza takılan konuları ayrıntılı soruşturmaya ihtiyaç duymadık. O nedenle yazıyı okuyanlar sorularına cevap bulmaktan öte, daha çok soru bulmuş olacaklar sanırım.



Öncelikle okulun konumu çok merkezi sayılmaz, sakin bir bölgede diyebiliriz. Okulda birinci ağırlıklı dil Almanca. Ege'nin Almanca ağırlıklı eğitime uyum sağlayıp sağlayamayacağı konusunda endişemizi okul müdürü ile paylaştığımızda aldığımız cevap; Almancası yeterli olmayan öğrenciler için Ağustos ayında yoğun Almanca eğitimi verdikleri, okul açıldığında da hafta sonu ek çalışmalarla çocukları destekledikleri ve bu şekilde bir yılın sonunda çocukların açığı kapatabildiği yönünde oldu. Yoğun Almanca'ya rağmen İngilizce departmanlarının aktifliği; JMUN vb. İngilizce etkinliklere ve organizasyonlara katılıyor olmaları yabancı dil eğitimi açısından altı çizilen bir diğer nokta idi.

İngilizce departmanında Class Dojo uygulaması kullanılıyor. Class Dojo ile ilgili ayrıntılı bir yazı dizisi yazmıştım, burada ayrıntılara girmeden sadece tüm velilerin bu yazı dizisini okuması ve çocuklarını bu tip uygulamalardan koruması gerektiğini söylemekle yetinelim. Dojo ile ilgili endişemi dile getirdiğimde, uygulamanın sadece ders takip içerikli kullanıldığı, davranış değiştirme ya da disiplin/kontrol etme amaçlı kullanılmadığı ifade edildi.

Müzik derslerinde branşlaşma var fakat müzik dersliklerini gezerken piyano bir veya iki tane görebildim. Açıkçası anlayamadım, gezdiren kişiye sordum ama net bir cevap alamadım: Piyano seçen çocuklar nasıl ders işliyorlar? İELEV'de kalabilseydik sorumun cevabını netleştirmem mümkündü ama gerek kalmadı.

Okulu gezerken çalışan personelin güler yüzlü olduğu, çalışanlar ve müdür arasında sıcak bir ilişki olduğu görülüyordu ki bunu çok önemsiyorum. Okulda kendimi istendik ve rahat hissettim ki bunu da çok önemsiyorum. Class Dojo ve müzik konusundaki kafa karışıklığım dışında okulla ilgili kesinlikle olumlu bir izlenimim oldu fakat buna rağmen Almanca eğitiminin yoğun olması nedeniyle oğlum istemediği için okulu listemizden eledik.

Not: Yazının devamında Erenköy Işık, Irmak ve Sezin Okulları olacak. Marmara Koleji hakkındaki yazıma ise üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz. 









































Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...