13 Mart 2012 Salı

Amerika'da Türk Olmak- devam

Tam yazacaklarım bitti diyorum, bitmiyor. Hala evin içindeyim. Hatta fırından başlamalıyım.

Söyle ki; bizden once bir Çin'linin kaldığı evimizdeki fırının icini görünce küçük çapta bir sok yasadim. Birkaç gün fırının kapağını açtım açtım kapattım. Sonunda "kaçarı yok" dedim, eldivenleri geçirdim, hadi bismillah!!! Mis gibi yaptım ama kullanmaya baslamam biraz zaman aldi, fırının kapağını yine açtım açtım kapattım bu sefer gorduklerime inanana kadar. Görsel hafızadaki goruntuyu değiştirmeden birseycik pişiremezdim onda.

Simdi farkediyorum da bizim arkadaslardan birinin üst komşusu da Çin'li bir aileydi. O aile gitmeseydi, koku nedeniyle evi değiştireceklerdi neredeyse. İngiltere'de ayni binada yaşadığım Çin'li aileyi de katarsak bugüne kadar yaşadıklarım Çin'liler adına pek iç açıcı görünmüyor. 2010 Kasım'da yapılan son sayıma göre 1,34 milyar Çin'li varmış. Biri İngiltere digeri Amerika olmak üzere dunyanin iki ayri ucunda 1,34 milyar Çin'liden en temiz 3'u ile mi karsilastim bilemiyorum. (Yaşadığım olayları anlatmanın dısında kesinlikle hiçbir halk icin bir yargılamada bulunmak amacında değilim.) Genel anlamda, bulunduklari ortamda rahatsiz edici bir koku oldugunu soyleyebilirim. Bu belki de sadece temizlik degil, yemek yeme alışkanlıklarıyla ilgili de olabilir.





Neyse, Çin'den Cezayir'e geciyorum. Komşumuz vardı, Cezayirli. Üniversitede doktora yapıyordu. Konusmayi son derece seven, İngilizce'de takilinca araya Arapça ve Fransizca katarak zaten konusmasindan ambale olmus beynimi icinden çıkılmaz bir bunalıma sokan tarziyla yorucu ama sevimli bir arkadaştı. Neyse ki ben zorlaninca Murat'a satıp stand by'da dinlenebiliyordum:)

Bir gece, birsürü polis bizim Cezayir'li komşunun dairesine paldır küldür daldilar. Girdiler diyemeyecegim... O gürültüden nasıl korktuğumu anlatamam. Hicbirsey yapamadık, "O" da yapamadı. Anlamadı, anlatamadı... ülkesindeki üniversitenin kendisini resmi yollarla doktora icin gönderdiğini anlatamadı:(

Çok üzüldüm, korktum, kendimi hiç güvende hissetmedim, kızgınlık hatta öfke yasadım. Ne olursa olsun evi belli, okulu belli, nerede oldugu belli olan birisi gündüz vakti, olmadı aksam kapıdan insanca alınabilirdi. Yanlis hatırlamıyorsam birkaç gün sonra dönmüştü. Ortada da kayda deger herhangi bir sebep olmadıgı anlaşılmıştı.

Amerika'da Türk olmak cok zor degildi ama Cezayir'li bir doktora ögrencisinin arkadaşı olmak ve yapılanları sessizce izlemek cok zordu:(



Yazmanın tadına doyum olmuyor...

12 Mart 2012 Pazartesi

Amerika'da Türk Olmak

Daha onceden basladigim yazimin devamidir. Okumayanlar icin "Amerika'da Turk Olmanin Dayanilmaz Hafifligi" yazilarimi once okumanizi tavsiye ederim.

....İlk gun eve yerlestik, alisverise gidecegiz; ne otobüs, ne minibüs, ne taksi yolda sadece sahsi arabalar var. Hadi yuruyelim dedik, demez olaydik. Yolda giderken yanımızdan gecen arabalardaki insanlar dönüp dönüp bize bakıyorlardı. Hatta bir araba yavaşladı, icindekiler utanmadan elleriyle bizi işaret edip bir de ustune gulduler. Cok rahatsiz oldum. Her disari cikisimizda garip bakışlarla izlendik. Bir sure sonra, sokağa çıkacagimiz zaman bende hafif bir titreme baslamadi degil.
Aynen böyle iste Rollada boş sokaklardan biri:



Yaşadığımız yer yukaridaki kasabaydi, acaba yabancı olduğumuz icin mı bunları yaşıyorduk? Kıyafetlerimiz mı farklıydı? Sorun neydi?
Bir aksam pizzaciya gittik. İçeri girince sahibi "yürüyerek mı geldiniz" diye saskin bir sesle sorunca "eee pes yani" dedim!!!

Neyse merakta bırakmayayım; bizim yolda yürüyor olmamız hem tehlikeli hem de alisik olmadiklari birseymis. Oralarda kimse yollarda yurumezmis, heryere kendi arabalarıyla giderlermiş. Zaten bizden baska kimsecikler de yoktu yollarda. Bu insanlar nerede?, hic cocuk yok mu? sokak-mahalle kavrami yok mu? Yok arkadas, kel yollar arabalardan ibaret. Sokaklar boomboss.



Yukaridaki ev Oradan bir ornek mesela, keske bahce iclerinden bulabilseydim bir resim ama bununla idare edecegim.
Her evin super bahcesi var, bahcede yapay havuzlarindan tutun da oyun parklarina, trombolinlere kadar herseyleri var.

Uzun lafin kisasi insan gormeye hasret kaldik oralarda. Aralarına karışip, komsuluk yapma, onlari yakindan tanima olasiligimin da bu noktada bitmiş olduğunu anladım.

Kucuk kasabalarda İnsanları sadece mekanların icinde görebilirsiniz. Pizzaci, market, Cafe... Bu durumda sanırım hayatımda gördüğüm en kilolu insanları Amerika'da gormuş olmam bir rastlanti degil. Marketlerde kilolu insanlar icin özel alisveris arabaları var, aldiklarini taşımak icin degil, kendilerini taşımak icin. Aşağıdaki gibi birsey.



Reyon aralarinda gezerken yaninizdan geciveriyor etleri arabadan disari tasan insanlar.

Birgün bulunduğum kasabada bir pazar kurulduğunu öğrendim ve ogrenir öğrenmez soluğu orada aldım. Eve taze ve tek tek streç filme sarılmamış sebze alacagim icin cok heyecanlanmistim. Aşağıdaki resim Rolla pazarından.



Gerçi benim gittiğim pazarda kamyonetlerin arkasında sergiliyorlardı ürünlerini ama oyle özensiz degil. Yukarıdaki gibi örtüler üzerinde falan. Sebzeler cok temiz ve tertipli duruyor. Dolmalik biber aldım, hani su yapma plastik gibi gözükenlerden. Nerde bizim o küçücük ince kabuklu biberlerimiz. Yokluktan aldım iste. Bir Amerikalı teyze geldi onu nasıl pisirecegimi sordu. Ayaküstü dolma tarifi verdim:). Başka bir gün de Walmart'tan (bizim Migros ayarında bir fırt büyüğü) kereviz alırken kasadaki bayan "köklerini almissiniz, bunu nasıl yiyeceksiniz?" diye sordu. Onlar hep saplarını yıyiyorlarmis. Hani bizim havuç yediğimiz gibi. Ben de ona sordum " ee kökü neden satılıyor o zaman?" kadının cevabı: "yillardir burada calisiyorum ama siz alana kadar kökünün satıldığını farketmemistim. Dikmek icin falan satıldığını düşünürdum herhalde" oldu:)).

Daha once bahsetmiştim ev sahibimden. Angel'la hadi birbirimize Türk yemegi ve Amerikan yemegi yapalım dedik. Bize hamburger yapacagını söyledi, inanabiliyor musunuz? Ne değişik!!! Ben ona taze fasulye, mercimek corbasi yapacaktım. Orada bulduklarımla ancak o kadar olurdu yani yoksa bir doktururdum ki talihsizlik iste:)

Burada ara vereyim, telefon elime yapıştı. Su bilgisayarım bir düzelseydi:(

Yazmanın tadına doyum olmuyor...

9 Mart 2012 Cuma

Amerika'da Türk Olmanın Dayanılmaz Hafifliği-Bitmedi

İlginç bir ev sahibimiz vardı. Adını versem sorun olmaz, koskoca Amerika'da bir Angel. Sarı çizmeli Mehmet Ağa!!
Angel 3 cocuk annesi, ev hanımı ama 10 parmağında 10 faaliyet. Yeni gittigimiz gunlerdi, bir gün kapı çaldı, Angel uğramış.
"bir yere mı gidiyorsun" dedi. Şaşırdım,
"Yoo(nooo!!), niye ki?"
Durum anlaşıldı, banyo yapmis, saçlarımı kurutmustum!!! Benim icin her zamanki sıradan şey iste.

Dunya tatlısı bir bebeği vardı. Onu minivan'de yalnız bırakırdi, cocuk da sürekli aglardi. Çok üzülürdüm, bazen alır evde bakardım cocuğa. Bana para vermek isterdi ama ben asla almazdim. Bu ona garip gelirdi, o kadar rahatsız olurdu ki beni bazen Cafe'ye arkadaslariyla buluşmalarına davet ederek içten ice odesirdi benimle.

Bir gün eşi geldi, (eşinin nascardaki yarış arabalarından vardı) eve girmesi gerekti, su korktuğum meseleyle yüzleştim.
"would u pls take your shoes off!" birisine ayakkabısını çıkartmasını söylemek benim icin gerginlik sebebidir. Neyse çıkardı sagolsun. Asil sorun önüne terlik koyunca cikti.
"Pls, dont act like I'm a king" kendisine kral muamelesi yapmamamı istedi, diyemedim ki "ne alakası var!!" dil yetmedi. Adama terlik giydirene kadar akla karayı sectim. Yine kibarmis, mahcup ola ola giydi.

Kibar olmayanları da var. Bir gun musluğun bozulası tuttu. Tamirci çağırdık, adam çıkarmadı, Nuh dedi peygamber demedi. Terlik teklifini de "baskasının giydiği terliği giymem" diyerek berteraf etti. Sonuc, tamirci gitti, gidene kadar yumrugumu isirdim, sonra da tüm halıyı sildim.

Simdilik kesiyorum, yok daha bitmedi ama Ege kresten geldi gelecek:))


Yazmanın tadına doyum olmuyor...

Amerika'da Türk Olmanın Dayanılmaz Hafifliği

2003 yılıydı, 16 saat süren eziyetli yolculuktan sonra gecenin bir vakti aktarma otobüsünde gözümü açtığımda kendimi Devler ülkesinde gibi hissettim. Karanlığı yaran ışıklara bakakaldim. Esim de ben de ayni duygulari yasadik, cok kucuguz, yutulmus gibi..hala da esimle konuşuruz o anı.











Resimlerdeki manzaraların icinde olmaktan kesinlikle büyülendik ve farklı bir kulturdeyiz dedik.

Kalacağımız eve geldik sabahın 3-4'u gibiydi. Elektrikler kesikti:) Amerikaya geldik elektrikler mi kesik!!! inanamadik. Ev sahibimiz de bir mahcup, "aslında hic kesilmez, ilk kez oluyor, 3.dunya ülkeleri gibi kesileceği tuttu" diyerek durumu kurtarmaya çalıştı. Bende garip bir memnuniyet duygusu belirli tabii..

Orada yasamanın en guzel yanlarindan biri de alışveriş yapmanın rahatlığı. Bilen bilir alisverisi hiç sevmem, nedenini orada anladım; GERİLİYORMUSUM!! meğer. Orada cok rahattim; aldın mı? vaz mi geçtin? sebebini soran yok, kullandın ve beğenmedin asla soru yok! Sırf denemek icin bisküvi yiyip beğenmedim deyip paketi geri verecek kadar septik bir milletiz buna bile soru yok (bunu yapan ben değilim, esım falan okur da!! belirteyim dedim.)
İcimde alışveriş canavarı varmış da yeri darmis meğer!!!




Bir gün evin önünde hani olur ya çimlik alan orada oturuyorum, yoldan gecen birisi durdu, hem gülümsedi, "hem iyi günler" dedi.
Esimin sınıfından bir arkadaşı herhalde dedim, iyi gunler diledim. Tanimadigim biri olmasi imkan ve ihtimali yoktu tabii. Ertesi gün yine oradan gecen baska biri gulumsedi, sonra başka biri... Siz hic tanimadiginiz birine bildiginiz sırıtır sekilde merhaba dediniz mi? Ben döndükten sonra dedim, tavsiye etmiyorum:)), bön bön bakılıyorsunuz.

Geçelim açılır kapanır kapılara... Eşim bir gün dedi ki "Aylin, bir gün de sen yol ver!!!" Ben ne yapıyormuşum söyleyeyim de buradan da rezil olayım. Hemencecik geçivereyim de yolu tikamayayim telasiyla fırt fırt aradan, onden geciveriyormusum. Sonra durmayı, beklemeyi ve acele etmemeyi öğrendim.
Acele etmek zorunda olmadığımı Walmart kasasinda da gordum. Kuyruk ne kadar uzun olursa olsun arkadan acele eden yok, ensemde kimsenin nefesi yok, elim ayağıma dolaşmadan kasadan çıkmak da varmış.

Amerika'dan Eskisehir Yildiztepe Hava Lojmanlarina dönüş yaptık. İlk zamanlar nizamiyelerdeki askerlere gülümseyip selam veriyordum, şaşkın şaşkın bakıyorlardı gariplerim, ne bilsin kafası karışmış birinin garip davranışları olduğunu.
Bir de minibüse binmek icin kuyruk olusturmaya calisiyordum ilk zamanlar, kimse tınmiyordu tabii. Kac sabah ise gec kaldim, ite-kaka minibuse binmeyi reddettigim icin. Gel gör simdi, pehh!!!



Bir gün araba kiraladık iki aile, uzun bir gezi planı yaptık. Gunun sonunda Niagara Şelalelerindeydik. Not duseyim Niagara Kanada ile Amerika arasinda sinirdadir. Kanada ile Amerika arasinda siradan bir kopru vardi, vizir vizir gecen arabalara baktık. Kimse kimseyi durdurmuyor, birsey soran yok. Karnimiz da nasil aç, orasi renkli isiklariyla cazip gorundu. "Bir deneyelim, gidelim olmazsa doneriz ayni kopruden" dedik. Bastık geçtik karşıya, kimseyi durdurmayan görevli bizi durdurdu. O kağıdı istiyor yok, bu kağıdı istiyor yok, "siz ne yapmaya gidiyorsunuz?"dedi. Bizdeki cevap "aksam yemegi yemeye!?!?"oldu. Üniversitede okuyup da aksam yemegi yemek icin öylece ülke değiştireceğinizi mı sandiniz diyerek lafı kibarca tam yerine yerleştirdi.
İste o köprü:



"İyi geri donelim" dedik ne yapalim..Görevli "Amerika'ya da dönemezsiniz" deyince biz kızları bir gülme tuttu. Neyse sonunda nezarethane gibi bir yerde filmlerde gordugunuz esrar saticilari, kacakcilarla birlikte saatlerce kağıt işlemlerinin bitmesini bekledik. Bu bizim ki saflık degildir de nedir? Güleceğim tabi:)))))))

Yazmaya devam etsem daha neler var ama şimdilik bu kadar olsun. Yazarken yeniden yasadım. Belki başka yazıda devam ederim. Belki de İngiltere maceramı da yazarım. En cok da büyüyünce Ege okusun diye.

Blog yazıları icin yeni bir yöntem zamanıdır.

Bu sabah uyandığımda hangi konuda yazsam diye düşünürken buldum kendimi. Aklımda iki konu vardı; birisi Amerika'da bir Türk olarak yasadiklarimdi, digerini UNUTTUM!!! Hani dilinin ucunda olur da bir türlü toparlayamazsin, çıkaramazsın ya iste o durumun gerginliği içindeyim.
Bundan sonra blog yazılarım icin aklıma birsey geldigi zaman mutlaka not alacağım. Zira ne zaman, nerede, aklına ne gelecegi belli olmuyor.
Bir sonraki yazım belli oldu, Amerika'da Türk gibi yasamak!!!

Yazmanın tadına doyum olmuyor...

7 Mart 2012 Çarşamba

Lolipopçu doktorlar heryerde mi?

Doktora giderken "yine lolipop verecek" diye endiselenen benden başka anneler varmış. Bugün Alternatif Anne kurucusu sevgili Gülüş Turkmen'den aldığım bir tweetle bunu anlamis bulunuyorum.

Kreste veli olarak velilere, okulda psikolog olarak yine velilere anlatmaya çalışıyorum, "seker zehirdir".

Oglumun kilosu sizi yaniltmasin:))
Bazi zamanlar bunu anlatirken cevreden bana nasil bakildigini biliyorum. Bu kisiler yazımı okuyunca "hah benden bahsediyor" diyeceklerdir:))
Eyy ahali!!!! ben dusundugunuz gibi pimpirikli olsam ne yazaaar olmasam ne yazaaar? Olan sizin cocuklariniza oluyor. Yalniz benim ogluma dokunmayin. Konu komsu, eş-dost-akraba, gördüğünüz yerde oğlumun eline seker, ıvır zıvır bakkal ucubeleri tutusturmayin, artık psikologmusum falan dinlemem, susmam bozarım.
Hadi yakin cevreyi berteraf ettik diyelim ya bu doktorlara ne demeli...Sizin derdiniz ne?
Doktorla aramızda gecen konuşmayı aynen yazıyorum:
D: Oğlunuzun Allerjik bir yapısı var. Allerjik Rinit. Nemden uzak durun, evde çamaşır kurutmayın, bakkal ürünlerini yedirmeyin.
Ben: Tamam, zaten dikkat ediyorum.
Biz cikarken "Al bakalım küçük bey" diyerek lolipop uzattı.
Ben: eeee ?!?!? Ne oldu simdi!?!?
Biri doktorları bari durdursun. Lütfen yani!!!!

- Posted using BlogPress from my iPhone

1 Mart 2012 Perşembe

Mimlendim!!!

1- En sevdiğin şeyler nelerdir, nelerden hoşlanırsın?

Basit zevklerim vardır, küçük seylerden mutlu olurum ama ayni küçük seylerden cabuk da demoralize olurum. Mesela arabada isime giderken radyoda sevdiğim bir şarkı başlasa içim kıpır kıpır olur, bulutlu günlerin ardından parlayan güneşle yine kıpraşırım. Ailece herzaman yapmadığımız seyler yapmayı çok severim; uçurtma uçurmak, aquaparkta oynamak. Banyodan çıktığında ve sabah uyandığında Ege'nin ensesini ve tombik ellerini koklamak ve koklarken de "fırından yeni çıkmış pogaca bunlar demeyi", Ege gözlerini böcül böcül açıp heyecanla yaptıklarını anlatırken onu yememek icin zor durduğum anları çok seviyorum. Uyumadan once avucunun icini yanağıma koyup bir de burnuma opucuk kondurmasina bayiliyorum.
Sosyal medyayı takip etmeyi seviyorum, yüzmeyi seviyorum, bilgisayar ya da playstation oyunlarını seviyorum, internette gezinmeyi, çocuklarla oynamayı, hiç denemedigim yeni tatlar denemeyi, yurt dısı seyahatlere çıkmayı, insanları sasirtmayi, kendi hayatimda ve baskalarının hayatında farklılıklar yaratmayı seviyorum, organizasyonlar yapmayı ve insanları biraraya getirmeyi, eski dostlarla sohbet etmeyi seviyorum. Acaba atladigim birsey var mı? Ha bir de buz pateniyle kaymayi sevmiştim ama pek fırsat bulamıyorum. Benim ben olmam icin tüm fırsatları ayağımın altına tek basına seren canım Annemi, bana sürekli destek olan Esim Murat'ı (soylenirken bile!!!), Oglumu yuregime sigdiramayacagim kadar cok ama cok seviyorum. Oglumun en cok da gulerken fotografını yakalayabilmeyi, o anı durdurabilmeyi seviyorum.






29 Şubat 2012 Çarşamba

İste tam da bu yuzden hayvanimizin olmamasi daha mi iyi diye soruyorum?

2 aydan fazla bir zamandır bizdeydi "Tosbaa". Ege'nin evde hayvan beslendigini gorup, hayvanlari sevmesini istedim, ileride her gun Tosbaa'ya onun yemek vermek isteyecegini umdum. Bir haftadır Tosbaa yemek yemiyordu, sürekli uyuyordu, kıs uykusuna yattı sandim. İnternette okumuştum, suları soğuksa kıs uykusuna yatarlarmis. Suyuna koyduğumuz isiticinin bozulmuş olduğunu gördüğümde sanırım geç olmuştu. Sanırım hastaydi o yüzden yemiyordu, bugün iki kere gözlerini açtı, ikisinde de yanindaydim elimle ağzına yemek verdim ama kafasını çevirdi, 2 kere ağzını kocaman açtı sanki esner gibi. Uyanıyor sandim, ama sanırım can çekişiyormuş.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...