29 Ocak 2021 Cuma

Hoşgeldin Meslektaşım!

Hoşgeldin meslektaşım,

Okulunu bitirdin. MEB, çoktan seçmeli bir sınav ile senin yeterli olup olmadığını ölçtü, senin iyi bir psikolojik danışman/rehber öğretmen olacağına kanaat getirmiş olmalı ki bir okula da atadı. Bu yazıda, okulda geçireceğin yıllar boyunca işine yarayacağını temenni ettiğim bazı noktalardan bahsedeceğim. 

Öncelikle psikolojik danışmanlık ve rehberlik uygulamalarını tam olarak anlamlandıramamış, kendine entegre edememis bir sistem içine girdiğini bil. Alanının ne olduğunu, neden var olduğunu ve neler yapmakla yükümlü olduğunu ve uygulamada nelere dikkat edilmesi gerektiğini okul yönetimine ve öğretmen arkadaşlarına henuz sene başında anlatman seni yıl boyu gereksiz sürtüşmelerden ve belirsizlikten kurtarır. Uygulama ile ilgili açıklamalar yaparken, neden ayrı bir odan olması gerektiğini anlattığında bunun bir ayrıcalık olmadığı da anlaşılacaktır. Sana bir öğrenci yönlendirilmek istendiginde bunu ne gibi durumlarda ve ne şekilde yapmaları gerektiğini de açıkla. Aksi takdirde, derste konuşanı,  arkadaşını rahatsız edeni, derse geç geleni, sigara içeni, dersin düzenini bozani kapında bulabilirsin. 
Mesleki sınırlarını, kendi anlayisini net şekilde ifade et ki sonrasında yanlış giden bir şeyler olduğunda bu konuşmaya referans vererek küçük hatırlatmalar yapabilesin. Bu ve bunun gibi nedenlerle görev tanımının yapıldığı ve alanın sınırlarının çizildiği yönetmeliğini oku ve uygulamalar konusunda tecrübeli meslektaşlarınla istişarede bulun. Son olarak atandığın kademeye ait yonetmeligi de oku. Artık teorik olarak hazırsın.

Okullar açıldı, öğretmenler kurulu olacak. Bu kurullarda çoğu zaman yeni gelenleri, en gençleri yazman seçme eğilimi vardır. Bununla ilgili de bir iki kelam etmeden gecmeyeyim. Baştan söyleyeyim. Piyango sana çıkar da seçilirsen, ikinci bir yazman da yoksa, bu konuda tecrübeli birini daha yanına iste. 

Kurulda Rehberlik Hizmetleri Yürütme Komisyonu seçilecek. Bu komisyona seçilen öğretmenlerin PDR hizmetlerine  sempati duyan, önemini kavramış kişilerden oluşması işini kolaylaştırır. Bu nedenle kuruldan önce uygun kişilerin isimlerini idaren ile istişare et. Toplantıda gönüllü olan çıkmaz ise kimlerin görevlendireceğini şansa bırakma. Aksi halde rastgele seçilen isimler sadece kağıt üstünde kalırlar. 

İşleyişe başladıktan sonra e-rehberlik üzerinden okulun rehberlik planını hazırlaman gerekecek. Bu konuda kılavuzu okumanı tavsiye ederim ancak yeterli gelmezse üzülme yalnız değilsin. Pek çok kişi kodlar arasında kaybolup, birbirlerine sorarak öğreniyor. Ayrıca bu konuda sık sık hizmet içi eğitim yapılıyor. Eğitim alamadın mı? Kimseyi de tanımıyorsun belki, bu durumda bulunduğun ilçedeki RAM'da çalışan meslektaşlarından destek isteyebilirsin. 

Ayrıca okullarda BEP geliştirme birimi vardır. Sen bunun doğal uyesisin. Ancak şunu bil ki okullarda BEP Toplantılarını yapmaktan sorumlu olan kişi okul müdürü veya onun görevlendirdiği müdür yardımcısıdır. Birimi toplayan da odur, başkanlık eden de. Rehber öğretmen olarak, sınıfında kaynaştırma kararı alınmış öğrencisi olan öğretmenlere BEP dosyası hazırlayabilmeleri için ihtiyaçları olan evrakları ve bunları doldurmaları konusunda müşavirlik sağlarız. Toplantılara katılır ve çocukla ilgili görüş ve gözlemlerimizi paylaşırız.

Eğitim öğretim yılının başında eğitici kollar oluşturulur. Bizim bu işlemlerle ilgili yönetmelikte bulunan görevimiz dışında her hangi bir görevimiz yoktur. Okul idarelerince, eğitici kol listelerini hazırlamanız istenirse görevinizin ne olduğunu kibarca hatırlatabilirsiniz. 

Yıllık programdan sonra okula ait psikososyal müdehale ve siddeti önleme planı yapacaksın. Okul müdürleri psikososyal müdahale ekibi oluşturacak; sen de bu ekibin doğal üyesisin. 

Okullarda hepimiz eğitimci olsak da aslında iki grup vardır. Öğretmenler ve idareciler. Bizler öğretmen kadrosundayız ve tüm özlük haklarımız öğretmenlerin haklarıyla aynı. Fakat idareler bazen rehber öğretmeni bir idareci gibi görme eğiliminde olabiliyorlar ve sizden idarenin görev tanımı içerisindeki görevleri yapmanızı isteyebiliyorlar. Hatta bazen öğretmenler odasından bilgi getirmenizi isteyen idarecilerle karşılaşırsanız da şasırmayın. Bu durumlarda bir rehber öğretmenin görevini ve pozisyonunu hatırlatmanız gerekebilir. 

Bir psikolojik danışman ve rehber öğretmen olarak okul iklimi üzerinde olumlu bir etkin olabilecek güçte olduğunu unutma. Hele ki bunu kendine misyon edinirsen, zaman içinde okulun kültüründe olumlu bir iklim oluşmasına destek olabilirsin. Öğretmenler arasındaki bağı güçlendirecek ortamlar yaratabilirsin. 

Derneğe üye olarak ve sosyal medya hesaplarını ( #egt #egtyayın #egtkonus gibi etiketleri) mesleki gelişimin icin takibe alarak kişisel profesyonel ağını genişletebilir; eğitimdeki yenilikleri takip edebilir ve bunları okuluna yansıtabilirsin.

Bir psikolojik danışman/rehber öğretmenin, çalıştığı okula en büyük katkısı okul personelinin vizyonlarını genişletmelerine olanak sağlamak olacaktır. Bunu da ancak ve ancak ogretmenler odasına sık sık giderek, öğretmenlerle sıcak bir etkileşim içinde olarak yapabilirsin. Öğretmenler odasındaki sohbetler sana grup hakkında kısa zamanda çok fikir verecektir. Ayni zamanda bu sohbetlerde pek çok fikrin temelini de ufak ufak atabilirsin. 

Unutma! Ögretmenler odasından soyutlanmış bir PDR Uzmanı için yapabilecegi şeyler çok kısıtlanmış demektir.

Öğrencilerle etkileşim içinde olmak icin derslere girmeyi beklemek zorunda değilsin. Teneffüsler, diğer öğretmenlerin dersleri, koridorlar, bahçe her yer bizim. 

"Danışmanlık Tedbiri" adı altında suça karışmış çocuklarla yürütülmesi gereken danışmanlıkları da senin yurutmeni isteyecekler ve bu sorumluluğun sana verilmesi için, çocuğun okulunda öğrenci olması bile gerekmiyor. Senin mahallende oturması yeterli. Bu aslında MEB'in değil, Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'nın sorumluluk alanında olmasına rağmen, neden bize verildiğini sorma. MEB başka bir bakanlıkla protokol yapıveriyor, bir bakmışsınız başka bakanlıkların da görevlerini yapıyorsunuz. Zorla verilen, kısacık bir hizmetçi eğitimle artık bir hakime nasıl evrak dolduracağınız konusunda da uzman olmuşsunuz. 

Sevgili meslektaşım son olarak en çok can sıkan konulardan birine deginip yazıyı bitiriyorum: Zorunlu olarak ikinci bir okul görevlendirmesi tebliğ edilmesi. Bil ki bu yasal değildir. Olması gereken senin ikinci bir okulda görevlendirilmek üzere bir dilekçe ile idarene başvurduktan sonra görevlendirme yapılmasıdır. Aksi hallerde ne yapacağını öğrenmek için ilindeki dernek temsilcilerinle iletişime gecebilir ve Türk PDR Derneğinin web sayfasından bilgi alabilirsin.

Unutma! hiçbir konuda yalnız değiliz. 


Not: Bu yazıyı kişisel deneyimlerime göre yazdığım tahmin edilebilir olsa bile ısrarla altını çizerek ifade etmek istiyorum. Meslekte geçirdiğim 22 yıl boyunca verdiğim mucadeleler, edindiğim tecrübeler ışığında ortaya çıkan bu yazı oldukça kişiseldir ve genç meslektaşlarımla deneyim paylaşmak, biraz da serzenişte bulunmak amacıyla, içinde hiciv barındaracak şekilde yazılmıştır. Mutlak kesin bilgi olarak bakılmayıp, benim mesleğimi yorumlama biçimimin ve kişiliğimin de yazıda etkisi olduğu unutulmamalıdır.


- Posted using BlogPress from my iPhone

25 Ocak 2021 Pazartesi

Salgın sonrası okula dönüşte öğrencilerin sosyal-duygusal gelişimlerini desteklemek için neler yapılabilir?

Krizler ve uzun süreli okul kapanmaları öğrencilerin, öğretmenlerin ve ailelerin psikolojik iyi oluş hallerini olumsuz etkiledi. Bir yıl gibi uzun bir süre kapalı kalan okulları açtığımızda öğrenme kayıplarıyla ve uyaran eksiklikleri, aile içi ilişkiler, yalnızlık ve daha pek çok etki nedeniyle bilişsel alanda, sosyal becerilerde gerileme, duygusal alanda çeşitli sıkıntılarla öğrencilerimiz karşımıza gelecek. 

Okulların kapalı kaldığı bu süreçte, evlerinde pek çok farklı hikayeler yaşadı çocuklar ve bu hikayelerin etkilerini okulda hep birlikte yaşayarak göreceğiz:  

❕Kendisini baskı altında hisseden öğrencilerimizin, okulların açılmasıyla birlikte sosyal ilişkilerine sınır koymakta zorlanması,
❕Evde kuralsız, rutinsiz ve sınırsız bir ortamda yaşayan öğrencilerimizin okula döndüğünde kuralları içselleştiremekte ve rutinlere alışmakta zorlanması, 
❕Evlerinde kendilerini güvende hissetmeyen çocukların yardım isteyebildikleri okullarından uzak kalmaları sonucu stres ve anksiyete belirtileriyle okula dönmeleri, 
Görece küçük yaştaki çocukların online olarak da sosyalleşememeleri nedeniyle okula döndüklerinde arkadaşlık kurma, sürdürme, ilişkilerde sorun çözme vb. konularda daha fazla desteklenmeye ihtiyaçlarının olması,
❕  Yakınlarını kaybetmiş çocukların, bu dönemde rutin cenaze törenlerinin de yapılamayışı nedeniyle normal bir yas dönemi geçirememiş olmaları nedeniyle gecikmiş yas semptomları göstermeleri, 
❕ Etrafının daha çok bilincinde olan yaşı görece büyük çocukların endişe seviyelerinin artmış olması durumlari ile karşılaşacağız, 
❕Özel öğrenme güçlüğü yaşayan öğrencilerimiz ile ilgili ise şöyle bir olumsuz tablo ile karşılaşmak çok olası görünüyor. Öğrenme güçlüğü çeken öğrencilerimizin bu durumu, fark edilemeyerek pandemi öncesi "yeterince çalışmadıkları" veya "aileleri tarafından ilgilenilmedikleri" için başarılarının düşük olduğu algısı varken;  bunlara ek olarak pandemi sonrası "öğrenme kaybı nedeniyle başaramıyorlar" düşüncesi özel öğrenme güçlüğü yaşayan çocukların tespit edilmesini zorlaştırabilir.

Hiçbir zaman tam olarak hazırlıklı hissedemeyebiliriz ancak yine de yapılabilecekler üzerine okul yönetimleri, öğretmenler ve psikolojik danışmanlar olarak daha fazla vakit kaybetmeden hep birlikte düşünmemiz gerekiyor. Pandemi sonrası okula sağlıklı bir uyum süreci yaşanması için alınabilecek önlemleri her okul sahip olduğu kaynakları ve ihtiyaç alanlarını belirleyerek kendi özelinde planlarsa verimliliğin artacağına inanıyorum. Tabii ki "okul terkini azaltmak için ailelere maddi destek yapılması", "okullarda oyun oynamaya ve serbest zamana daha fazla vakit ayrılması" gibi bazı genel tedbirler için bakanlığın önlem alması gerekecektir. Ancak merkeziyetçi yapıyla yönetilmeye alışkın olduğumuz kültürün etkisiyle, okul bünyesinde alabileceğimiz önlemler için de çözümü tamamen bakanlıktan  bekleyeceğimizden endişe ediyorum doğrusu. Beklemeyip, öğretmenler, okul yönetimleri, rehber öğretmen/psikolojik danışmanlar, aileler, öğrenciler hep birlikte ve sorumluluk alacağımız konusunda birbirimize güvenerek bir araya gelirsek etkili çözümler oluşturabiliriz.

Her okul kendi bünyesinde, çocukların "güvende olma" ve "bir yere ait hissetme" ihtiyaçlarını gidermek doğrultusunda tedbirler düşünmelidir. Öğrenme kayıpları elbette önemli ancak pandeminin öğrenciler üzerindeki duygusal, fiziksel, mental etkilerini; öğrenme kayıplarından daha öncelikli olarak hesaba katmamız çok yerinde olacaktır. 

Okullar açıldığında, kendi okulumuzda nasıl bir durumla karşı karşıya olduğumuzu betimleyecek, genel resmi görmemizi sağlayacak bir veriye ihtiyacımız olacak. 

 ✔  Bu nedenle ilk olarak okul risk haritaları aracılığıyla yüksek risk grubundaki öğrencileri saptayarak önceliği "okulu bırakma riski yüksek olan öğrencilere vermeli ve onları okula kazandırmak için bir yol haritası belirlemeliyiz. 

 ✔ Uygun ölçme değerlendirme araçlarıyla öğrenme kayıplarını saptayarak akademik alanda alınması gereken önlemleri planlamalıyız. 

  ✔  Öğretmenlere, stres altındaki çocukların gösterdikleri tepkileri fark etmeleri için destek vermeli ve ileri düzey yardım ihtiyacı olan öğrencileri okulların rehberlik servislerine yönlendirmeleri için gereken iletişim kanalını kurmalıyız. 

"Psikolojik iyi oluş (well-being) literatürüne göre psikolojik sağlamlığımızı güçlendirmenin 5 önemli kaynağı vardır: İnançlarımız, Bilişsel becerilerimiz, Fiziksel aktivitelerimiz, Alabildiğimiz sosyal desteğimiz, Duygularımızı ifade etme becerilerimiz. Bu bilgiden hareketle eğitimciler olarak okulların destekleyici bir sosyal çevre, çocukların ait olduklarını hissettikleri yerler, duygularını ifade edebilecekleri ve olumlu benlik algısı geliştirmelerine fırsat veren güvenli bir ortam olarak işlevini yerine getirmesi için çalışabiliriz. 

Öğrencilerin sosyal ve duygusal gelişimlerini desteklemek, psikolojik sağlamlığını arttırmak ve uyum sürecini daha rahat atlatmalarını sağlamak için okullarda;

  • Sağlıklı bir "öğrenci-öğretmen ve akran ilişkisinin" tüm şubeler ve sınıflar arası ilişkileri kapsayacak şekilde kurulmasını destekleyebilir, 
  • Çocukların okula dair aidiyet duygusu geliştirmelerini sağlayabilir,
  • Çocukların öz-yeterlilik duygusu, olumlu benlik algısı geliştirmeleri için onları destekleyebiliriz. 
  • Ayrıca stresi arttıran faktörlerin en başında gelen, olayları kontrol etme gücümüzün ortadan kalkmasına neden olan, belirsizliğin azalması için gereken önlemleri alabiliriz. Buna okul idareleri ve öğretmenlerin tutarlı davranmaları da dahil edilebilir.   

Peki tüm bunları nasıl yapabiliriz?

Ders içi ve ders dışı ortamların düzenlenmesi ile:

İçinde bulunduğumuz dönemin var olan zorluklarını göz önünde bulunduran bir pedagojik yaklaşımla ders içi ve dışı ortamları yeniden düzenleyebiliriz. Bu şekilde hem her bir çocuğun okulda, bir biçimde, var olmasını ve okula aidiyet duygusu geliştirmesini sağlayabilir hem de öz-yeterlilik duygusunu zedelememeyi başarabiliriz.

Sınıfın kurallarını değil, değerlerini oluşturmalı ve bu değerleri onların duygularıyla eşleştirmeliyiz. Bunu nasıl yapacağız? Önerim öğrencilere sınıfta kendilerini nasıl hissetmek istediklerini sorup, bunu hangi davranışlarla sağlayabileceğimiz üzerinde birlikte düşünmemizdir.  Ayrıca yukarida değindiğim gibi öğrencilerin derste var olmalarını, kendilerini önemli ve değerli hissetmelerini sağlamak için, öğretmenlerimizin etkileşimli ders tasarımı yapmalarını her zamankinden çok daha önemli buluyorum. En pasif öğrencimiz de dahil çocuklara derse katılım gösterebilecekleri fırsatlar yaratmak, çocukların öz yeterlilik duygusunu geliştirmeleri ve pandemi sonrası okula sağlıklı şekilde uyum sağlamaları için gerekli. Bunu yaparken öğretmen olarak cesaretlendirici, teşvik edici olmamız çok önemli. Bir diğer can alıcı nokta ders tasarımımızla çocukların katılım gösterebilecekleri farklı yollar sunmamız. Özellikle ders başarısı düşük veya çekingen öğrencilerin akademik olarak başarma duygusu yaşaması için onlara başarabilecekleri kolaylıkta, sadece sözel olarak değil, katılım gösterebilecekleri farklı yollar da sunarak ve daha çok destekleyerek kendilerinden istenen şeyi yapabileceklerine dair bir güven duygusu oluşturmamız.   

Uzaktan eğitimden beklediğimiz kadar faydalanamayan öğrencilerin kendine güven duymayabileceklerini, tedirgin, kırılgan ve çekingen belki de savunmacı bir tutumla agresif davranabileceklerini hesaba katarak onlarla iletişimde bulunmamız onlara karşı sabırlı olmamızı sağlayarak anlamlı bir fark yaratacaktır. İyi hissetmenin ve öğrenmenin ancak bir ilişki içerisinde gerçekleştiğini bilerek, okula dönüş sürecinde öğrencilerimizle kurduğumuz yakın, sıcak ve güvene dayanan ilişkinin, duygusal paylaşımlarımızın onların sadece akademik başarısına değil, aynı zamanda psikolojik sağlamlığına, iyi oluş hallerine katkı yapacağının farkında olarak davrandığımızda istediğimiz sonuca ulaşabiliriz.

Üzerinde önemle durulması gereken bir diğer konu, aktarım yöntemini mümkün olduğunca sınırlandırıp, çocukların aktif olmasını sağlayan, işbirliğine yer veren dersler tasarlayarak bir amaç etrafında toplanmış olan çocuklardan utangaç, daha düşük özgüvene sahip, sosyal becerileri yeterince gelişmemiş veya dışlanmış olanların ilişkiyi başlatmak konusunda yaşadıkları stresi azaltmak ve sosyalleşme yönünde bir adım atmalarını kolaylaştırmak. Tüm bunlara ek olarak derse başlamadan önceki ufak sohbetlerin de hakkını teslim etmeden geçmemek gerekir. Bu sohbetleri sınıf içinde olumlu bir hava yarattığı, etkileşim için fırsat verdiği ve sınıftaki klikleşmelerin azalmasına yardımcı olduğu için çok değerli buluyorum.

Öğrencilerin okulda bir şekilde 'var olduklarını hissetmeleri' normalleşme ve uyum sürecinde çok etkili olacaktır. Kişisel ilgilerine uygun olarak ders dışı faaliyetlerle meşgul olmaları, kendilerini akışa kaptırarak üretken hissettikleri anların sayısının artması ile öz-yeterlilik ve olumlu benlik algısı geliştirmelerine fırsat yaratan ortamlar yaratabiliriz. Bunun için öğrencilerimizin ilgi gösterebilecekleri çeşitli aktivite alanları yaratmaya çalışabiliriz. Örneğin, koridora koyulacak bir masa tenisinin yapamayacağı şey çok azdır. Tecrübeyle sabit. Bu noktada eğitsel kollardan bahsetmemek olmaz elbette. Okulu dershane mantığından uzaklaştırmak, yaşayan ve dinamik bir yer haline getirmek için kısa vadede en uygulanabilir çözümün eğitsel kolların işlerliğinin geri kazandırılması olduğunu düşünüyorum. Meslek hayatım boyunca eğitici kolların olması gerektiği gibi işlediğine pek tanıklık edemedim. Bu sorunu bakanlık düzeyinden, il, ilçe, okul yönetimlerine, öğretmenlerden öğrenci ve velilere kadar eğitimin tüm paydaşları olarak bildiğimizi düşünüyorum ama yine de istediğimiz sonucu almaktan çok uzağız. Adeta böyle gelmiş böyle gider algısı, bu durumu kabullenmemize neden oluyor sanki. Bir nevi normalleştiriyoruz bu işlevsizliği. Tam da şimdi öğrencilerin kendilerini ifade etme aracı olarak ders dışı aktivitelerin iyileştirici gücünden faydalanma zamanı. Belki bu sayede krizi fırsata çevirip, çoğunlukla işlemeyen, angarya olarak sistemde yerini koruyan eğitsel kolları çalıştırmayı başarabiliriz. Bu konudaki engelleri aşmanın yolunu okul olarak bulabiliriz ya da olması mümkün değil ise bakanlık olarak farklı bir sistemi derhal devreye sokmalıyız. Veliler bu konuda takipçi, destekçi ve talepkar olmalılar.

Ayrıca rehberlik ve psikolojik danışmanlık programlarında var olan, kişiliğimizin güçlü yanlarını ortaya çıkaran kazanımların sınıf öğretmenliği saatlerinde işlenmesiyle, çocuklarımızın karakterlerinin güçlü yanlarının farkında olmalarını sağlayarak, normalleşme döneminde psikolojik sağlamlıklarını arttırmalarına destek olabiliriz, öğrencilerin salgına ve evde kapalı kalmaya ilişkin duygularını paylaşabilecekleri grup oturumları düzenleyebiliriz. Öğrencilerimizle yaptığımız konuşmalarda evde kapanmanın bize ve dünyaya getirdiği olumlu değişimler üzerinde konuşarak, her kötü olayın bir de iyi tarafı olabildiğini fark etmelerini sağlayabiliriz. 

Buraya kadar üzerinde durduğum meseleyi özetlemem gerekirse; aslında yukarıda paylaştığım önerilerin ortak noktası eğitimciler olarak okulda çocukların bir şekilde var olmasını sağlamak, destekleyici sosyal bağları güçlendirmek ve çocukların stresle başetme becerilerini geliştirebilecekleri bir öğrenme iklimi oluşturmak. Tüm bunları planlama ve uygulamada rehber öğretmen/psikolojik danışmanlar ile işbirligi içinde olarak, önleyici bir yaklaşımla çocukları destekleyebiliriz. 

Okula uyumda "öğretmen boyutu"

Tabii okula belli bir stres ve yorgunlukla dönen sadece çocuklarımız değil, öğretmenler, yardımcı personeller, kantin, yemekhane vs. görevlileri... Kısacası okulda çocukla iletişimde olan herkesin iyilik halini önemsemeli ve zümre arkadaşları, rehberlik servisi ve okul idaresi olarak birbirimizi nasıl destekleyebileceğimizi düşünmeliyiz. Buradaki anahtar kelime öğretmenlerin 'iyilik hali.' Öğretmenler de stres yaşıyorlar, belki yas tutuyorlar, aileleri için endişelenirken bir de öğrencileri için endişe ediyorlar. Öğretmenler, öğrencilerinin, ailelerin ve kendilerinin beklentilerini yönetebilmek ve ev ile okul arasında bir denge kurabilmek durumundalar aksi halde tükenmişlik yaşayabilirler. 

Araştırmalar öğretmenlerin ruh sağlığını koruyucu iki olası faktörden bahsediyor. 

  1. Gelişmiş duygu beceri yönetimi. duygularını doğru şekilde tanıyan, neden ve sonuçlarını anlayan, doğru adlandıran, ifade eden ve yöneten kişiler daha fazla iş tatmini ve daha az tükenmişlik yaşıyorlar.
  2. Gelişmiş duygu yönetimi becerisine sahip bir yönetici ile çalışan öğretmenler daha olumlu duygular yaşama eğiliminde oluyorlar. 

Öğretmenlerin birbirine nazik oldukları, sıcak, güvene dayalı ilişkilerin hakim olduğu destekleyici bir okul iklimi yaratmak, öğretmenlerin kendilerini ders dışındaki ortamlarda ifade edebilmeleri için alanlar yaratmak, öğretmenler arası işbirliğine fırsat yaratan etkinlikler tasarlamak, derse girmenin yanı sıra öğretmenlerin kendilerini üretken hissettikleri anların sayısını arttırmak, zümreler arası iletişimi ve işbirliğini güçlendirmek için çalışmak ve bir araya gelip bunları nasıl yapacağımıza dair somut adımlar planlamak alınabilecek önlemler arasında. Örneğin okulda öğretmenlerin birbirinden destek istemelerinin cesaretlendirildigi bir iklim oluşturmak çok degerli. Bir öğretmenin sınıfta zor anlar yaşadığında boşta olan bir arkadaşına mesaj atarak destek olmasını isteyebileceği bir yardımlaşma ortamı yaratmak öğretmenlerimizin kendilerini güvende hissetmelerine büyük destek olur. Bu gibi önlemler ile öğretmenlerimizi tükenmişlikten koruyarak; onların iyi oluş hallerini destekleyebiliriz. Öğretmenlerin iyi hissetmeleri için ders programlarını, çalışma şartlarını sürekli değiştirmeden bir rutin oluşturmalarını sağlamak da onlara verilebilecek önemli bir destek olur.  

Okula uyumda aile boyutu:

Pandemi sonrası okula dönüşün bir de aile boyutu var elbette. Aileler çocuklarını desteklemeden önce kendi ihtiyaçları doğrultusunda yardım almalılar. Çeşitli yöntemlerle ailelerin kendi ihtiyaçlarını ve çocuklarının ihtiyaçlarını varsa önerilerini onlardan öğrenebiliriz. Çoğu zaman başvurdukları ilk birim okullarımızın rehberlik servisleri oluyor. Okul, ekonomik kayıp yaşayan, kalabalık olduklarından dolayı sosyal mesafeye dikkat edemeyen geniş ailelerde yaşayan, çocuklarına gereken destek ve ilgiyi gösteremeyen aileleri saptayarak ve ihtiyaç halinde ilgili kurumlara yönlendirerek onlara destek olabilir. Ayrıca çocuklarda görülebilecek semptomları fark edebilmeleri, çocuklarına duyguları tanıma, ifade etme, sorunlarıyla baş etme becerilerini nasıl geliştirebilecekleri konusunda yardımcı olabilmeleri için ailelere eğitimler verilmesi, uygulamaya dönük atölye çalışmaları yapılarak desteklenmeleri gerekir. 

Okula uyumda liderlik boyutu

Tüm bu önlemleri hayata geçirmemiz için; uzaktan eğitim sürecinde yıpranmış olan öğretmenleri heyecanlandırabilecek, ortak bir amaç etrafında toplayabilecek, yeni fikirlere açık, bunları hayata geçirmek için gereken maddi kaynakları yaratmak için çaba harcayacak, öğretmenlerinden destek alabilecek güçlü, adanmış ve güvenilir okul liderlerine ve böyle bir lideri takip etmeye istekli, uyumla çalışabilen bir okul ekibine ihtiyacımız var.

Bu yazıda amacım pandeminin getirecegi değişime uygun bir hazırlık yaparak yeni döneme girmemiz gerektiğine ve bahsi geçen ana başlıklar altında okulların kendi çözüm yollarını bulmasi gerektiğine dikkat çekmekti. Her okulun kendi özelinde ne gibi somut adımlar atılabileceğini, tüm öğretmenlerin katilimi ile belirlenmesi dileğimle... Not: Özel öğrenme güçlüğü yaşayan öğrencilerin tespitinde oluşabilecek zorluğa dair dikkat çekerek, yazıya katkı sunan arkadaşım Psikolog Gökhan Çelik'e teşekkür ederim.

Kaynakça: 

Planing School Reopining And Recovery After Covid-19 https://www.cgdev.org/sites/default/files/planning-school-reopening-and-recovery-after-covid-19.pdf

Thinking About Pedagogy In An Unfolding Pandemic. http://issuu.com/educationinternational/docs/2020_research _covid-19_eng

Resilience- The Art of Coping With Disasters- İsraelX.                      http://www.edx.org/course/resilience-the-art-of-coping-with-disasters 

http://www.yankiyazgan.com/ogretmenler-kaygili-ve-bunalmis-durumdalar-su-an-her-zamankinden-daha-fazla-sosyal-duygusal-ogrenmeye-ihtiyac-var/

17 Haziran 2020 Çarşamba

Öğretmenlere verilen "Başarı Belgesi" okul iklimini nasıl etkiliyor? Eğitimciler değerlendirdi.

Bir süre önce twitterda gözüme ilişen bir soruyla birlikte eskiden beri üzerinde düşündüğüm bir konu yine gündemime düştü. Sosyal medyada beni takip eden egitimcilerin ne düşündüğünü öğrenmek için Twitter, Facebook ve Instagram'dan şöyle bir soru yönelttim:
"Okullarda öğretmenlere üstün başarı belgesi verilmesi sizce okul iklimini nasıl etkiliyor❓"

Anketlerde verilen cevapların dağılımı yukarıda görüldüğü gibi. Buyük çoğunluk, ben de dahil, bu sistemin okul iklimini olumsuz etkilediğini düşünüyor.

Biraz daha ayrıntıya inelim. "Başarı belgesi verilmesinin okul iklimini olumlu yönde etkilediğini" savunan %25'lik dilimin %64'ünü öğretmen, %27'sini idareci, %9'unu da psikolojik danışman oluştururken; olumsuz etkilediğini düşünen %75'lik dilimin %51'ini öğretmen, %14'ünü idareci, %35'ini de psikolojik danişman oluşturuyor.


Ankette, üstun başarı belgesi vermenin "belgeyi alan kişi üzerindeki etkisi" sorulmamasına rağmen, bazı eğitimciler soruya "bireysel motivasyon" açısından baktı. Olumlu yanıt veren kişilerden bir kısmına, sorduğumda; belgeyi alan kişinin motive olduğu düşüncesiyle soruya olumlu yanıt verdiklerini gördüm. Yine de bu durum genel kanıyı değiştirmedi.

Insan sosyo duygusal bir varlık yani demem o ki öğretmenler okullarda sadece profesyonel kimlikleriyle, bilişsel yanlarıyla değil, aynı zamanda duygulari ile de varlar. Çalışmalarındaki verimliliklerini etkileyen önemli bileşenlerden biri de bu duygular: Kendini ait hissetmek, değerli hissetmek, fark edilmek, ihtiyaç duyduğunda destek alabilecegini bilmek, onaylanmak, hataların hoşgörüleceğine inanmak, kendini güvende hissetmek ve tüm bunların sonucunda okulu benimsemek. Kabul edici, saygının hakim olduğu, adaletli davranılmaya değer verilen ve meslektaş dayanışmasının hakim olduğu ortamlarda pozitif okul iklimi oluşacaktır. Bu açıdan bakınca gorülüyor ki yukarıdan bakan, yargılamada bulunan, merkeziyetçi, kontrolcü ve rekabet duygusunu körükleyici bir anlayışı içinde barındıran bu tür yüzeysel ödül sistemleri, en çok da okul iklimini olumsuz etkiliyor. Bu anlayıştan kurtulmamız gerektiği ortada. Bir ödüllendirme sisteminden ziyade anlık geri bildirime dayalı, kişiyi besleyen, bireyin kendi içindeki gelişimini destekleyici bir sisteme evrilmeliyiz.

"Öğretmenlerin motive edilmeye ihtiyacı olmadan, sorumluluk bilinciyle işini yapması gerektiği" de bir düşünce olarak akla gelebilir ancak bu, insanın duygusal yanını yok sayan bir düşüncedir. Bir öğretmenin görevini en iyi şekilde yapmasını sağlamak adına gerekli koşulların oluşması için önlemler almak yöneticilerin işi değil midir? Ayrıca ğretmenlerin de motive olmaya ihtiyaçları vardır. İster bilelim ister bilip görmezden gelelim, bu psikolojik bir gerçektir.

Hadi! Bir müdürün ekibindeki tüm öğretmenlerin iyi yaptığı şeyleri görme gücünün ve yetkinliğinin olduğunu ve öznel gözlemlerine göre doğru kararlar verebildiğini varsayalım. Bu durumda müdürün, bazı öğretmenlerin değil, tüm öğretmenlerin "güçlü ve geliştirmesi gereken yanlarını" bilimsel temele dayalı olarak ispat edebilecek şekilde ortaya koyması beklenir. O zaman karar vericiler tarafından, yukarıda saydığım nitelikte ve herkesin gelişimini destekleyecek bir geri bildirim mekanizması kurması gerekir. Bu ütopik mi geldi size? O zaman, üzgünüm, var olan şekliyle de olmuyor. Nedenini açıklamaya çalışayım: Müdür tarafından başarılı bulunarak belge almaları için ilçe milli egitime teklif edilen bazı ögretmenler kendisini başarılı ve onaylanmış hissederken; başarı belgesi için teklif edilmeyen öğretmenler ne hissediyor? Onlar bazı yönlerden yeterli değiller madem, bu konuda ne yapılıyor? Hiçbir şey. Çünkü sistem bu kadar, gerisi yok. Peki bu yeterince iyi bulunmayıp kaybeden psikolojisine sokulan belki haksızlığa uğradığını düşünen öğretmenler sınıfa girmeye devam etmiyor mu? Ediyor. Bu bir sorun mu? Evet, sorun.

Bir insanın iç motivasyonu ortaya çıksın istiyorsak, belge vermek gibi, olabilecek en somut şekilde dışsal ödül vermeyi bırakalım. İnsanları kıyaslayan, sıralayan, kazanan- kaybeden psikolojisi yaratan suni ödüllendirme sistemlerinden vazgeçip; fark edilme ihtiyaçlarını karşılayacak, bireysel gelişimlerinde onlara yol gosterecek geri bildirim vermeye dayanan bir sisteme başlayalım. Bu 3-5 öğretmen adını ilçeye vermekten hem daha insancıl hem daha adil hem daha yapıcı hem de müdürleri töhmet altında bırakmayacak bir yöntem olur. Burada akla şu soru gelmiyor değil. Müdürler geri bildirim verme konusunda yetkin mi? Ya da bu yeni sistemde müdürlerin yanı sıra başka kaynaklardan da geri bildirim alınabilir mi? Alınmalı mı? Bu sistem nasıl kurgulanmalı? Bunları tartışıyor olmalıyız.

Kendi açımdan konuyu toparlayıp sizi çok değerli eğitimcilerin görüşleriyle baş başa bırakayım. Ben diyorum ki yerine daha iyi bir mekanizma hemen getirilemeyecek bile olsa bu elimizdekinden vazgeçelim. Hiçbir şey yapmamak, okul iklimine bu sistemden daha az zarar verecektir.

Bazı eğitimcilerin bu konudaki görüşleri:
  • Aylin'cim liyakat sabihi müdürlerin vermesini doğru bulurum, adamcılık, sendikacılık yapan müdürlerin vermesini de okul iklimi açısından tehlikeli buluyorum...Hüsniye Günaydın 
  • Motivasyon açısından takdir edilmek öğretmenleri memnun eder. Fakat taraflı olmadıkları ve ayrım yapmadıkları sürece bir kıymeti olur. Kıyaslanmak okul iklimi açısından olumsuz olabilir. Fakat gerçek anlamda çalışan öğretmeni takdir etmek onore etmek güzel bir davranış şekli değil mi? Anonim-bir brans oğretmeni.
  • Selam. Teorik olarak okul iklimi tüm paydaşlar tarafından doğrudan veya dolaylı müdahaleler ile oluşturulur. Lakin bizim ki gibi ülkelerde müdürün konumu ve tahakkümü merkez tarafından her zaman kollanır.  Bu tahakkümü oluşturmak için normalde şüphe uyandırmayacak hamlelere ihtiyaç duyulur. Örneğin başarı belgesinin takdimi. Bu durumda öğretmen bir üst onay makamından belge almak suretiyle makbul kılınır, bir anlamda müdürün tahakkümüne rıza gösterir.  Her ne kadar etkileri yakın bir zamanda ve davranış olarak gözlenmese de duygusal olarak otorite fikri öğretmenin zihnine kazınır. Bir süre sonra öğretmenin otoriteye uyması, özerkliğini kaybetmesi vs oluşur. Bu halde okul iklimi merkezileşme nedeniyle tekdüze olmaya ve katı bir hiyerarşiye döner. Yani modern okul fikrinden uzaklaşılır. Bu mesele müdür ile ilgili değildir aslında. Müdür aracılığıyla merkezin varlığını hissettirme gayesidir. Ayhan Erbay- Psikolojik Danışman.
  • Kararsız kalmıştım, mesela geçen yıl bana verdi müdür  ama oylamayla... o kadar mutlu oldum ki anlatamam , hevesim arttı, emeklerimin karşılığı diye düşündüm. Ama sonra okuldakilerin hırsı ve düşünceleri beni çok üzdü. Yani kişisel olarak faydalı ama okul iklimi açısından hayırrr. -Bir sınıf öğretmeni.
  • Evet ya da hayır bile diyemiyorum. Şu andaki sistemde başarı belgesinin hangi koşullarda alındığını bile tartışamıyoruz. Keşke liyakat, profesyonel gelişim gerçek anlamda takip edilse 🙄 Okul öncesi ögretmeni-Müdur.
  • Müdürlükte en zorlandığım nokta odur. Mesut Seven.
  • Bir taraftan öğretmenleri istemeden de olsa bir ödül ceza sistemine sokabilir bu belgelendirme diye düşünüyorum, sevimsiz bir rekabete dönüşebilir ve öğretmenin “well-being” durumuna zarar verebilir. Diğer yandan takdir edilmek ve olumlu feedback mutlaka bizler için önemli ama bunun yöntemi belgelendirme olmamalı diye düşünüyorum. Hep beraber yapılan sıcak bir paylaşım, bir teşekkür çok daha anlamlı ve motive edici geliyor bana. -Eda Torun. Bilişim Öğretmeni.
  • Motivasyon ve onay -kabul mekanizmalarımızı dışsal ödüllere bağlamak, onay-kabul mekanizmasını otonomiden uzaklaştıran bir durum bence. Ödüllerin riskleri var. Takım birlikteliğini rekabet ortamına çekip işbirligi kültürüne zarar verebilir. Arzu Atasoy-Ögretmen Akademisi Vakfı
  • MEB'in bir kariyer planlama mekanizmasını baştan sona çalışması ve performansı daha gelişim odaklı öğretmen koçluğu boyutunda sürekli geribildirimlerle iş tatminine çekmek lazım. Bir yönetici.
  • Erkin elinde havuç varsa arka elinde de sopa vardır. Sedat Subaşı. Psikolojik Danışman
  • Ben teşekkür belgesi olmasını yeğlerim ki bizim okul hepimize böyle bir belge verdi. Matematik Öğretmeni



5 Haziran 2020 Cuma

Bugünlerde durup "duygularımı" düşündüm...

Bazen durup, ne hissettiğimi düşünürüm. Bugünlerde öyle yoğun yaşadığım bir duygu var ki düşünmek yetmiyor, paylaşmak istiyorum. Blogun başına oturdum ve öylece yazmaya başladım. Halbuki nasıl ifade edeceğimden bile emin değilim. İlerledikçe nasıl bir yol bulacağımı birlikte göreceğiz sanırım.

Aslında duygumdan bahsederken hayatımdaki insanlardan bahsetmiş olacağım. Pek çoğu yüzünü bir ya da iki kere gördüğum, bir kısmı ile yüz yüze tanışma fırsati bile bulamadan ortak paydalarda buluştuğum, bir kısmıni istediğim zaman görebildiğim ama hepsini yanımda hissettigim içten, samimi, yardımsever, idealist, ihtiyacınız olduğunda bir whatsapp uzaklığında olan çok değerli insanlar. Böylesi insanlarla yolum kesiştiği ve onları hayatıma alabildiğim için şükrediyorum.

Bugünlerde yoğun yaşadığım o duygunun adını koymaya çalışıyorum. Sanırım "minnettar olma" ve kendimi "şanslı hissetme". Melseğimi yaparken kendimi zaman zaman savrulmuş, tükenmiş ve kaybolmuş hissederim. Öyle zamanlarda ne zaman arasam beni dinleyen, anlayan; yeni öğrendiğim bir kavramı eğitimime nasıl katacağim konusunda tıkandığım zamanlarda fikirlerini benimle paylaşan, yol gösteren; "matematikten şu konularda soru nerden bulabilirim?" diye sorduğumda "Hocam, zoomdan canlı olarak anlatırım ben" diyen eğitimci arkadaşlarım var benim. Ya da bir hafta önce bahsettigim bir konuyla ilgili arayıp, nasıl gittiğini soracak kadar bunu kendine iş edinen, oğlum için en özel doğum günü kutlamasını hazırlamam için benim kadar uğraşan; hastalandığımda yemek getiren; henuz ben bile konuyla ilgili düşünmemişken "yokluğunda Ege'yle ben ilgilenirim sen endise etme" diye bir hafta öncesinden kendisini planlayan arkadaşlarım var... tek tek sayamadığım pek çok an var bana sıcacık bir duygu yaşatan. Yaşamak da böyle daha anlamlı değil mi zaten? Onca sorumluluk, iş güç arasında, insan olduğunu sana hissettiren o sıcacık anlar. İşte bu yüzden "ne güzel insanlar katmışım hayatıma" diyebilecek kadar şanslı ve bir o kadar da minnettar hissediyorum.

Not: Bu yazıya beni etkileyen anları ve insanlari düşünerek sık sık ekleme yapacagım 😊🙏

27 Mayıs 2020 Çarşamba

#evdekal da... Ne?

Her birimiz, izolasyonun zorluklarını farklı düzeylerde deneyimliyoruz ancak bu yazımda izolasyonun zorluklarına değil, daha olumlu etkilerine odaklanacağım.

İnsan, İstanbul'un karmaşası içinde sorumluluklar ardı sıra koşturmaktan, kendinden uzaklaşıyor. Sorsanız, buradaki yaşamımızla ilgili en büyük sıkıntımın "sürekli bir şeyleri yetiştirme telaşı" olduğunu söyleyebilirim. Pandemiden sonra evde kalmamızla birlikte, telaş bitti ve ben, hızla akıp giden yaşamdan hırsımı alırcasına, yavaşladım. İlk haftalarda mutfaktaki denemelerle, filmler, sosyal medya ve Youtube piyano dersleri ile yavaşlayan yaşamımın tadını çıkardım. Bir süre sonra "böyle gitmez Aylin, kendine gel!", desem de yavaşlamak çok güzeldi.

VectorStock 
Sonra sonra, hissetmeyi umduğum "sorgulama" süreci başladı. Amaçsız, üretmeden, hiç birinin diğerinden farkı olmayan günlerimi sorgular oldum ve nihayetinde felsefi sorgulamalar yerini pragmatik sorulara bıraktı: Okula döndüğümde neyle karşılaşacağım? Öğrencisi, öğretmeni, idarecisi, personeli ile tüm okul için hangi çalışmaları planlayabilirim? Yaşadığımız sürecin olumsuz etkilerini normalleştirmeye ve öğretmenini destekleyen okul iklimini oluşturmaya yönelik ne tür çalışmalar yapabilirim?

Bu sorular beni "psikolojik dayanıklılık" üzerine okumalar yapmaya yönlendirdi. EdX adlı bir uygulamadan haberdar olunca, Ben-Gurion University of the Negev'in "Resilience -Art of coping with disasters" uzaktan egitim programını keşfettim. Böylece ilk online eğitim deneyimim de başlamış oldu. Yazılar, videolar ve forum ile desteklenmis, her bölüm sonunda kısa sınavlarla kendinizi değerlendirme imkanı sunan bir programdı. Bu dersler psikolojik dayanıklılık kavramına farklı açılardan bakmamı sağladı. Ayrıca insanın kendi öğrenme deneyiminin kontrolünün kendisinde olmasının, öğrenme tatminini üst noktaya nasıl taşıdığını yaşayarak gördüm.

Ardından Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nun "Yaratıcı Öğrenmeyi Öğrenme" (MIT-Learning Creative Learning-)  programına dahil oldum. Yazılar, videolar, forumlar ve canlı sohbetlerle desteklenen 6 haftalık bu eğitime katılmak, evde kalma sürecinde bana pek çok yönden iyi geldi. Dünyanın çeşitli ülkelerinden ve Türkiye'nin pek çok ilinden, farklı branşlardan eğitimcilerle tanışmak, yeni kavramlar keşfetmek ve bunları toplulukla tartışmak hem keyifli hem de mesleki açıdan çok tatmin ediciydi. Bu konuda yazacağım çok şey var ama profesyonel kişisel ağımızın da gelişmesini mümkün kılan harika bir ortam sunan bu eğitimle ilgili ayrıntılar bir başka yazının konusu olsun. 

İzolasyon diyordum... Bu süreçte kendime dönmemle birlikte "Psikolojik Dayanıklılık" ve "Yaratıcı Öğrenmeyi Öğrenme" eğitimlerindeki kavramları ve literatür bilgisini Psikolojik Danışma Ve Rehberlik alanı ile bütünleştirmeye ve uygulamalarımda nasıl kullanabileceğim üzerinde çalışmaya başladım. İtiraf etmek gerekirse cevaplardan çok sorularım var şu an, biraz sancılı bir süreç ama bu süreçte birbirimizden beslendiğimiz çok değerli eğitimci arkadaşlarımla birlikte yol alıyoruz ve takıldıkça birbirimizi destekliyoruz. Bu topluluk sayesinde birlikte üretirken, birbirimize destek ve ilham kaynağı oluyoruz. 

Kısaca söylemek gerekirse benim için "evde kalmak" demek; yavaşlamak, kendini gerçekleştirmenin önündeki engellerin ortadan kalkması, içe dönmek, anlam aramak, içsel motivasyonu bulmak ve en nihayetinde kendini gerçekleştirme yolunda bir adım atmak ve unuttuğum öğrenme coşkusunu yeniden keşfetmek demek.

5 Nisan 2020 Pazar

Corona Günlerinde Okul Öncesi Çocukları ile #evdekal mak!

Dünyası kendisinin çevresinde dönen  (egosantrik) okul öncesi çocuğu ile bir eve kapanıp kalmak kolay iş değil. Bir süredir Corona ve #evdekal günleri üzerine okul öncesi anne babalarına yönelik bir yazı hazırlamayı istiyor ama gelen sorulardan yola çıkarak bir yazı hazırlamanın daha isabetli olacağını düşünüyordum. Artık zamanıdır.

Yazının başında okul öncesi çocuklarının bazı özelliklerinden bahsedecegim, sosyal izolasyon günleri ve kaygıya değinip son olarak da bugünlerde anne babalar olarak neler yapabilirsiniz ile yazıyı bitireceğim.

Okul öncesi çocuğunun özellikleri

Belirtmek istediğim ilk özellik şu; okul öncesi dönemi çocukları için rutinler önemlidir. Corona'dan önceki hayatınızın rutini değişmiş olabilir, olsun, sorun yok. Siz bazı rutinleri yine de devam ettirebilirsiniz; yatma saatinde çocuğunuzun diş fırçalayıp, birlikte kitap okuduktan sonra uykuya geçmesi rutininiz idiyse bunu yine sürdürebilirsiniz. Yatma saatinin değişmemesini sağlayabilirsiniz. Ayrıca önceki rutinlerinize ek olarak Corona'dan sonraki günlük yaşamınıza uygun yeni rutinler de oluşturabilirsiniz. Rutinler kadar onemli diğer bir konu da kurallar. Bu dönemde eski kurallarınızı devam ettirmeniz tıpkı rutinlerinizi devam ettirmeniz gibi önemli. Böylece çocukların Corona'dan sonra hayatınızdaki değişimlerden mümkün olduğunca az etkilenmesini sağlarsınız. Çocuklar her ne kadar ayak direse de onların bu rutin ve kurallara ihtiyaçları var çünkü ancak bu şekilde bulundukları ortamda kendilerini güvende hissederler. Sizin kontrolunuz ve bilginiz dahilinde olmadan birşeylerin sürekli değiştiği, belirsizligin hakim olduğu bir ortamda kendinizi nasil hissedersiniz? Tedirgin ve güvende değil. Çocuklar da böyle hisseder.

Çocuklar yetişkinlere göre düzenlenmiş dünyada, çevrelerindeki olayları kontrol edemedikleri için kendilerini yetersiz hissetme eğilimindedirler. Bunu yazının sonunda daha ayrıntılı açıklayacağım.

Corona günleri ve kaygı

Hayatımızın bu döneminde pek çok şey değişiyor. Bu değişimlerin kendisi çocuklarımızda kaygı ve endişe oluşturabildiği gibi "Coronavirus" ile ilgili anlamadıkları konuşmalara maruz kalmaları da çocuklarda kaygıya neden olabilir. Çocuklar birşey sormasalar bile etkilenme ihtimallerinden dolayı, onlara seviyelerine uygun açıklama yapmalısınız. Şunun da altını çizmeliyim, evet, çocuklar TV'de duyduklarından etkilenirler ancak sizin davranışlarınız ve hisleriniz, çocuklarınız üzerinde TV'nin etkisinden çok daha fazladır. Kaygı bulaşıcıdır. Bu nedenle ne hissettiğinizin farkına varın ve varsa kaygınızı yönetmeye çalışın.

Acaba çocuğum kaygı yaşıyor mu?

Gereksiz yere endişelenen ebeveynler oluyor. Sıkılan, arada kızıp huysuzlanan her çocuk kaygı yaşıyor demek değildir. Eğer uyku süresinde azalma veya artma, sık sık uyanma; iştahta azalma veya aşırı yeme; öfke davranışlarında artış ya da içe kapanma, sessizleşme varsa kaygının varlığından şüphe edebilirsiniz.


Anne babalar olarak ne yapabiliriz?

Kaygıya neden olan ve onu besleyen şeyin ne olduğunu bulmanız, nokta atışı olarak müdahale etmeniz için önemlidir. Siz kaygılı iseniz çocuğunuza yansıyacağı için kaygınız ile baş etmeye çalışın; TV'deki görsel ve konuşmalardan etkilendiğini düşünüyorsanız programları onun seviyesine uygun seçin. Sadece belli saatlerde haber açıp bilgilenin, Corona programlarını gün boyu açık bırakmayın. Çocuğunuza karşı tutumlarınızda tutarsızlık varsa davranışlarınızı yeniden düzenleyin. Kaygıyı besleyen ne olursa olsun çocuklarınıza bol bol sarılın, dokunun ve duygularını sözel yolla ifade etmelerine yardımcı olun. Bu şekilde beynin iki yarı küresinin entegre olmasını sağlayarak çocuğun duygularını kontrol edebilmesine, kaygısının azalmasına yardımcı olursunuz.

Gelen sorularda görüyorum ki çocuklarda bazı davranış değişikliği gözlemliyorsunuz. Bugünlerde çekmeceleri daha çok boşaltıyor, ellerine geçeni fırlatıyor, daha inatçı davranıyor olabilirler. Tüm bu davranışlara yaramazlık deyip geçemeyiz. Açıklamaya çalışayım. Çocuklar doğaları gereği yetişkinlere göre düzenlenmiş dünyada kendilerini yetersiz hissetme (çevrelerindeki olaylari kontrol edemedikleri için) eğilimindedirler. Üstelik bugünlerde anlam veremedikleri, kontrol edemedikleri bazı değişimler de yaşıyorlar; rutinleri bozuldu, eskisi gibi dışarı çıkamıyorlar, başka çocuklarla oynayamıyorlar. Tüm bunların eşya fırlatma, çekmece boşaltma, inatlaşma ile ne ilgisi var diyebilirsiniz. Şimdi ona gelelim: çocuklar çekmeceleri boşalttıklarında çevreleri üzerinde bir değişime neden olmuş oluyorlar. Bu değişimi yapabildiklerinde kontrolun kendilerinde olduğunu, var olduklarını somut olarak görüyorlar. Sizinle inatlaştıklarında yine var olduklarını hissediyorlar, eşya fırlattıklarında yine çevreleri üzerinde kontrol duygusunu hissetmiş oluyorlar. Bugunlerde, okul öncesi çocuklarının ihtiyacı olan tam da bu. İhtiyaç duydukları anda çevrelerini kontrol altında tutabileceklerini bilmek.

Peki çocukların kontrol duygusunu yeniden kazanmalarını sağlayıp, kaygısını azaltmak için anne baba olarak ne yapabiliriz?

• Yukarıdaki davranış örneklerinden devam edelim. Tehlike oluşturabilecek çekmeceler haricinde çocukların çekmeceleri boşaltmasına izin verebilirsiniz, sonrasında birlikte toplamak üzere.
• Gücün çocukta olduğu oyunlar oynayabilirsiniz. Örneğin "yakalamaç" oyununda tökezleyip, çeşitli sakarlıklar yaparak onu güldürür ve bir türlü yakalayamazsınız. Yastık savaşında sizin hakkınızdan gelmesine izin verirsiniz. Ebelemece gibi oyunlarda çocuğunuzun sizi ebelemesine izin verir, abartılı ve komik şekilde sakarlıklar yaparak onu ebeleyemezsiniz. Boğuşmaca oynarken sizi devirmesine izin verebilirsiniz. Tüm bu oyunlarda dikkat etmeniz gereken noktalar, sizin güçsüz, yetersiz ve komik olmanız, -mış gibi yapmadan gerçekten oynamanız, ikinizin de eğlenmesi ve çocuğunuzun sesli gülmesi.
• Son olarak bu dönemde gücün sizde olduğu "gıdıklama" gibi oyunlardan da uzak durabilirsiniz.

Evde sıkılan çocuk kaygı yaşıyor demek midir?

Hayır. Evde kapalı olduğumuz bugünlerde çocuklarınız zaman zaman sıkılıyor olabilirler. Bu durumdan endişe duyan aileler oluyor. Sıkıldığı zamanlar, çocuğunuzun bu duyguyla baş etmeyi öğrenmesi için bir fırsattır ve bu duyguyla baş etme gelişmesi gereken bir beceridir. Ayrıca çocuğunuzun kendisini oyalaması için onu harekete geçirir ve yaratıcı çözümler bulması için onu zorlar. Kısacası zaman zaman boş kalıp sıkılması onun için iyidir.

Bu yazıda değinemediğim farklı durumlar yaşıyorsanız yazının altına yorum bırakabilirsiniz. Yeni yazılarla devam ederiz.

Evde huzurlu kalın...bugünler geçecek.




11 Ağustos 2019 Pazar

Çocuğunuzla neden TUBITAK Ulusal Uzay Gözlem Şenliği'ne gitmelisiniz?



Bu yıl 22.si duzenlenen uzay gözlem şenliğinden nasıl olup da 21 yıldır haberim olmadığını düşünüyor ve şaşırıyorum. Bir arkadaşımın haberdar etmesi üzerine bu yıl başvuruda bulundum ve oglumla birlikte katılmaya hak kazandık.

Şenlikte yaklaşık 2000 kisi, Antalya Saklıkent'te Bakırlıtepe yerleskesi yakınlarında 3 gece 4 gün çadırlarda konakladık.  Süreci özetlemek gerekirse, gündüz; sunumlar/söyleşiler, çeşitli illerden bilim merkezlerinin ve gençlik il spor müdürlüklerinin tanıtım standlarındaki etkinlikler ve Tubitak'in oluşturduğu atölyeler düzenlenirken, akşam; 8-9 arası uzay gözlemi, tekrar bir sunum/söyleşi ve 23.00-04.00 arası gece uzay gözlemi yapılıyordu.

Sunumlar ve Söyleşiler

Ege ve Dr.Umut YILDIZ 
Sunumları yapanlar arasında Türkiye'den çok değerli alan hocaları, amatör ve uzman astronomlar ile NASA'dan astrofizik alanında çalışan Dr. Umut YILDIZ, Polonya'dan astrofizik alanında çalışan Dr. Tuğçe Şener vardı. Sunan hocalarla gün içinde yemek kuyrugunda, kafede sohbet etmek çok keyifliydi. Sunumların yarımşar saatlik olması sıkılmayı önlemesi açısından isabetli olmuş ama sayıca çok fazla sunum olması hepsine katılmayı zorlaştırdı. Bu denli çok sayıda sunuma ihtiyaç var mıydı bilemiyorum doğrusu.

Aramızda amatör astronomlardan, astronominin ne olduğunu öğrenmek için gelenlere; 70 yaşından 8 aylik bebeğe kadar çok farklı yaşlarda katılımcılar vardı. Sunumlar daha çok astronomi hakkında ön bilgisi olan ve amatör olarak bu konu ile ilgilenenlere hitap ediyordu. İkinci gün öğlen yapılan "Astronomi nedir ve ne işe yarar" sunumu ilk gün ilk sunum olsaydı benim gibiler için cok iyi olurdu zira yapılan sunumları dinlerken sürekli aynı soru aklımdaydı: "Astronomi ne ki?"

Dr. Tuğçe ŞENER
Dr. Umut YILDIZ (söyleşi)
Kisacası bu konuyla ilk kez ilgilenenler ve çocuklar sunumlarda biraz ıskalanmış dersem haksızlık etmiş olmam sanırım. Öyle ki bazı sunumlarda sinüs, kosinüsten bahsedilip, istatistiksel bazı hesaplamalar dahi anlatıldı. Dikkatimi dağıtmadan dinlemeye gayret ettim ama öyle zamanlarda "acaba ben  uzay bilim kongresine mi geldim?" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Söyleşiler sunumlara oranla daha ilgi çekiciydi benim için, belki daha kolay anladığımdandır. Bu şenliğe gitme amaçlarımdan biri oğlumu yeni bilim alanlarıyla tanıştırmaktı. Ancak sunumlar ağır olunca astronomiyi sıkıcı  bulmasından endişe ettim gerçekten. 

Nacizane önerilerim:
  • Sunumların sayısının azaltılarak, içeriklerinin sadeleştirilmesi ve dilin basitleştirilmesi. 
  • Çocukların ilgisini çekecek tarzda hazırlanan sunumların yetişkin sunumlarından ayrı planlanması.
Olumsuz eleştiriyi okuyunca kötü bir etkinlik olduğu hissine kapılmış olabilirsiniz, eleştirim sizi yanıltmasın. Hemen belirtmeliyim ki sunumlardan "vay be" dedirten şeyler öğrendim, astronomi ve uzay çalışmaları ile ilgili bir temel oluşturdum ve gündemi yakaladığımı hissettim (sadece bunları anlamadığım pek çok bilgi içinden ayıklamak zahmetli oldu 🤯). Şenlik kesinlikle benim ve oğlumun iyiki gittik dediğimiz bir etkinlik oldu. Öyle ki seneye hem "Tubitak Uzay Gözlem Şenliğine" hem de "Ethem Derman Hocayla Gökyüzü Gözlem Etkinliklerine" başvuracağız. Umarım bu sefer tam kadro gidecegiz ve yine umarım gitmeden önce şenlikten adığımız kitapları da hatim etmiş olacağız .

Tanıtım standlarındaki etkinlikler:

Farklı illerden gelen organizasyonlar çeşitli etkinlikler yaptılar. Günümüzü değişik etkinlikler deneyerek geçirmek bizim için çok hoştu. Gerçi uzay gözlem şenliği Tubitak atölyelerinde su roketi, güneş saati gibi etkinlikler yapılırken, bizim hic alakasız şekilde bileklik örme, taş boyama ile daha çok ilgilenmiş olmamız da ironikti ama yine de oğlumla aynı anda yeni şeyler denediğimiz bu etkinlikler en keyif aldığımız anlardan oldu.





Tubitak Atölyeleri
                                       
Bu atölyelerde uzay temalı etkinlikler yapıldı. Bu ve yukarıda adını andığım diğer etkinlikler 3 gün boyunca sürekli düzenlendi. Yani çocukların isteyip de katılamaması söz konusu değildi. Su roketi yapımı, ahşaptan uçak yapımı, gezegenlerin dizilişi ile ilgili etkinlikler, güneş takvimi, apollo uzay mekiği maket yapımı gibi çalışmalar bu atölyelerdeki etkinliklerden bazılarıydı.


Uzay Gözlemleri

Teleskopla gezegen ve yıldızları seyrettiğimiz anlar, en merakla beklediğimiz anlardı. Çadır komşularımızla gece uzay fotoğrafı çekme konusunda kah yardımlaşarak kah yarışarak geçirdigimiz uzun saatler de soğuğa rağmen eğlenceliydi. 2000 kisilik etkinlikte teleskop başında cok uzun saatler bekleriz ve rahat rahat bakamayız diye düşünüyordum ama korktuğum gibi olmadı. Aslında gözlem 15 teleskopla sabah 4'e kadar sürdüğünden zaman oldukça yeterliydi, tabii soğuğa ve uykusuzluga dayanabilirseniz. Şenliğin ikinci gününde gök gürültülü yağmurlu hava nedeniyle pek çok katılımcı da erken ayrılınca kamp gerçek bir şenlik oldu.

Gözlemler sadece teleskopla gökyüzüne bakmakla sınırlı değildi. Gözlemler sırasında astronomi öğrencileri gök cisimleri konusunda bilgiler verdi, yıldızlarla ilgili mitolojik hikayeler anlattı ve farklı dönemlerde yıldızlara yüklenen misyonlardan bahsettiler. Gündüz her türlu sorun, soru ve ihtiyacımızla ilgilenen, etkinliklerde gorev alan; gece teleskopların başında sabaha kadar şevkle bizlere gök cisimleri hakkında bilgi veren astronomi öğrencilerine hayran kaldım.

Jüpiter, Satürn, Fenerbahce Yıldızı, yaz üçgenini oluşturan ve gök cisimlerinin yerini bulmada nirengi noktaları olarak kullanılan Vega, Alteir ve Deneb yıldızları, Andromeda Galaksisi, Ay, Uluslararası Uzay Istasyonu, M13 Herkül küresel yıldız kümesini gözlemledik. Umarım isimleri doğru hatırlamışımdır. İçimizden şanslı olanlar bunlardan bazilarinin fotolarini çekmeyi başarabildi.


Telefonum izin vermediğinden ben gökyüzü çekimi yapamadım ama ilgilenenler için nasıl yapılacağına dair notumu düşeyim:

  • Telefon kameranızın  profesyonel sekmesine tıklayın.
  • ISO ayarını en yüksek seviyeye getirin, mümkünse 3200 
  • Ekstantanesini 30 sn. olarak ayarlayın. Süreyi azaltıp arttırarak en uygun süreyi deneyerek bulun.
  • Telefonunuzun kendi kamerasi bunları mümkün kılmıyorsa android icin Camera FV5 uygulamasını indirin, yukarıdaki maddeleri uygulayın.
Size bol şans. Benim Galaksy A50 maalesef bu konuda her türlü sınıfta kaldı.

Şimdi gelelim neden bu etkinlige gitmelisiniz sorusunun cevabına: 

Alana ulaşmaktan tutun da birlikte çadır kurmaya kadar pek çok zahmete katlanmak, çadırı duzenli tutmak, tuvalet vs. ihtiyaçlar için planlama yapmak zorunda olmak, yeni şeyler denemek, olumsuz gibi görünen anları olumluya çevirmeyi öğrenmek, yeni kişilerle tanışmak, birbirinize destek olmak; zorlandığınızda çocuğunuza  güvenebileceğinizi, üşüdüğünuzde sizi ısıtmak için sevdiği etkinlikleri yarıda bırakıp çadıra gitmeyi teklif edecek kadar fedakar olabileceğini, sadece sizin değil yan çadır komşularının da ihtiyaçlarını fark edip yardim önerebilecek kadar cevresine duyarli olabilecegini görmek kısacası çocuğunuzun belki de hiç görmediğiniz yanlarını fark etmek gitmeniz için yeterken, bir de üzerine sabahın 3'üne kadar gök cisimlerini seyredip, birlikte heyecanlanmak ve daha önce olmadığınız şekilde yakın olmak... Işte tüm bunlar yuzünden gitmelisiniz.

Not: Şenliğe gelmeden önce bilmeniz ve dikkat almanız gereken birkaç konuyu aktardığım yazıya buradan ulaşabilirsiniz.

6 Ağustos 2019 Salı

Tübitak Ulusal Uzay Gözlem Şenliği'ne başvurmadan önce bilmeniz gereken noktalar nelerdir?

11 yaşındaki oğlumla birlikte 1-4 Ağustos tarihlerinde Tübitak'ın düzenlediği Uzay Gözlem Şenliği'ne katıldık.

En baştan başlarsam, 6000 civarı başvuru içinden 1000 kişi kura ile belirlendi. Bu yıla kadar 350-400 kisiye açılan senlik, bu yıl halk, davetliler, protokol ve protokolün yanındaki (söylendigine gore 400 civarinda kişi) ile birlikte ortalama 2000 kişiye ev sahipligi yapmış oldu. Antalya Saklıkent' te yaklaşık 2000 metre yükseklikte 3 gece süren şenlikle ilgili anlatılacak pek çok ayrıntı var ama son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: Seneye bir daha çıksa bir daha giderim. Bu şenlik hem yetişkinlere hem de çocuklu ailelere açık bir etkinlik. İçerigin ayrintilarini farklı bir yazıda paylaşacağım. Ama özetle gündüz eğitimler, atölyeler; gece uzay gozlemleri yapildigini soylemekle yetineyim.

Ulaşımla ilgili bir konuya dikkat çekmek istiyorum. Antalya merkezden Saklikent'e giden yol çok virajlı. Araba tutmasından muzdarip olanlar varsa hazırlıklı çıksınlar yola. Yoksa benim yaşadıklarımı yaşamanız işten bile değil. 

Yerleşke ile ilgili olarak;
Ana girişte valizler polis köpekleri tarafından arandı. Daha sonra sarı t-şörtlu uzman arkadaşlar (astronomlar ve astronomi ogrencileri) çadır alanına kadar bizlere eşlik etti. Herkes çok güleryüzlü ve her konuda yardımcıydı. Çadırlar çok dip dibe kuruldu. Bunun sebebi protokol ekibinin alana yayılan buyuk çadırlarıydı. Biz geldiğimizde onların çadırları çoktan
kurulmuştu. Kurulumun bu kadar dip dibe olması ilk başta biraz tedirgin ediciydi ama çadır komşularımızla iyi anlaştığımızdan, sonrasinda düşündüğümüz gibi rahatsız olmadık. Yine de ben istemiyorum derseniz eminim daha az kalabalık bir yere de çadır kurabilirsiniz. Tek sorun kafe, tuvalet, etkinlik ve toplantı alanına daha uzak kalabilirsiniz. Bu alanlardan uzaklaştıkça dağın eteklerine doğru, eğimin arttığıni da göz önune almak gerektigini de belirtmiş olayım.

Çadır komşularımız, iki eksikle :)
Çadır komşularımız, 2 eksikle :)
Çadırların kuruldugu alanda tek bir ağaç olmaması nedeniyle çadırların içi sabah saat 7.30'dan itibaren ısınıyor. Çadırda zaman geçirmek zorlaştığında fazla seçenek yok; sadece kafe ve bir tente altına koyulmuş banklardan oluşan bir alan golge. Tenteli alan aynı zamanda bir bolumunde atölyelerin de yapıldığı, sigara içmenin serbest olduğu bir yer. Çadırların olduğu bölgede ibadethane için de ayrılmış yerler var. Resimde arka planda görülen büyük beyaz çadırlar mescitler, aynı zamanda yağış nedeniyle çadırları su alan kişilere geçici bir süre ev sahipligi de yaptılar.

Kıyafet, gün içerisinde şort, tişört; akşama doğru hırka, yağmurluk; gece boyunca da kar kıyafetleri, kışlık mont veya bildiginiz en kalın neyiniz varsa getirin yanınızda. Bez spor ayakkabıyla gitmeyin, gece soğuğunda gözlem yaparken donarsınız. Gözlemler sabah 4'e kadar sürüyor. 7.30 gibi de en geç kaldığınızı düşünürseniz az uyku ile idare ediyorsunuz. Ama insan 3-4 saat bile uyusa İstanbuldakinden dinç kalkıyor. Bu deneyimde ne çadırda kalmak, ne gök gürültülü sağanak yağis. Beni en çok zorlayan soğuk hava oldu. Bayağa tat kaçırıyor doğrusu. Yagmur deyince belirteyim, cadiri su alanlar cok zorlandi. Yazlik cadirla oraya gitmek büyük risk. 22 yılda bu ikinci yağmurlu şenlIkmis bu arada ama tutturursaniz tutturuyorsunuz işte :)

Taşınabilir musluklar. 
Tuvaletlere gelince, sayıca yeterli, temizlik olarak ise 2000'e yakın kişinin kullandığını düşündüğünüzde ne hayal ediyorsanız öyleydi. Kaldığımız 3 gece 4 gün içinde benim fark ettiğin en az iki kere temizlendiler. Ancak şaşırtıcı olan hiç kuyruk olmaması. Yanı yemek kuyruğu, çay kuyruğu, teleskop kuyruğu var ama ne hikmetse tuvalet kuyruğuna hiç denk gelmedim. Duş icin ayrılmış farklı bir alan vardı ama gidip içlerini görmedim. Sadece sayısı çok yetersizdi diyebilirim.

Yemekler çok lezzetliydi. Kahvaltılar peynir, zeytin, kutu bal, tereyag, vişne reçeli, yumurta, domates, salatalik ve ekmekten olusurken; diğer öğünlerde ortak olan şey, ana ögun yanında mutlaka makarna veya pilav olmasiydi. Yemekler lezizdi leziz olmasına ama onlara ulaşmak pek o kadar kolay değildi. Resimde yemek kuyruğunun benden önceki kısmını görüyorsunuz.
Bu kadar kalabalık olunca masalar da çok temiz olmuyordu haliyle ama masa sayısı çoktu, o nedenle yemegi aldiginizda mutlaka yer buluyordunuz. Ayrica o kuyruklarda beklerken farklı insanlarla tanışma ve sohbet etme imkanı buluyorsunuz. Biz kuyruk beklerken sıkılmadık, hatta yeni insanlarla tanisip sohbet etmekten keyif de aliyorduk. Örneğin Tubitak Baskani Prof. Hasan MANDAL ve Gözlemevi Müdürü Prof. Sacit ÖZDEMIR ve NASA'da çalışan astrofizikçi Umut YILDIZ bu kuyruklarda tanışıp sohbet ettigimiz kişilerden bazılarıydı.

Tubitak Başkanı
Prof. Hasan MANDAL
Yazmakla yazmamak arasında kaldığım bir noktayı da yazayım hadi. Iki başkan da yakan güneşin altında yüzlerce kişilik kuyruğa girmiş, yemek sırasında bekliyorlardı. Burası Turkiye olunca insan protokole ayrılmış ve kendilerine servis yapılan bir yerde olacaklarını düşünüyor. Haliyle de  olması gerekeni gördüğünde bile mutlu oluyor. Bu gözlemimi kendileriyle de paylaştığımda alçak gönüllü bir tebessümle karşılık verdiler.

Buraya kadar ulaşımdan, yerleşimden, tuvalet ve yemek alanları olmak uzere temel ihtiyaclardan bahsetmeye çalıştım. Daha fazla uzatmamak adına burada kesiyorum. Bir sonraki yazımda da içerikten bahsettim.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...