21 Nisan 2015 Salı

ClassDojo ödülü kullanıp bağımlı mı yapıyor? Geribildirim verip cesaretlendirme mi?-1-


Her gecen gün öğretmenler arasında popülerliği artan ClassDojo hakkında velilerin bilgi sahibi olmaları için yazımın girişinde bu uygulamayı kısaca tanıtmak istiyorum. Asıl üzerinde durmak istediğim konu ise Class Dojo'nun çocuklar üzerinde kısa ve uzun vadede ne gibi etkiler oluşturabileceği konusunda velilerde  farkındalık oluşturmak. 


Classdojo'yu tanıyalım

Classdojo avatarlarından biri

ClassDojo pozitif/negatif pekiştireç verme (ödül ve ceza) prensibi üzerine kurulmuş bir online sınıf içi yönetim uygulamasıdır. Çocuklar bu uygulamada sevimli canavar avatarlar tarafından temsil edilir. Her çocuk kendisi için bir avatar seçer.

Uygulamanın kullanılma amacı sınıf ortamını yönetmek ve anında geribildirim vererek(!) çocuklara olumlu davranış kazandırmak. Süreç öğretmenin çocuklarla birlikte sınıf kurallarını, sınıfça önemsedikleri istendik ve istenmedik davranışları belirlemesiyle başlıyor. Belirlenen kriterlere uygun davranıldığında öğretmen tarafından çocuklara + puan, aksi durumda ise - puan veriliyor. Bu puanlar ve çocukların isimleri avatarlarının yanında görünüyor. Eksi puandakiler kırmızı, artıdaki çocuklar ise yeşil renkle tabloda ifade ediliyor.

Öğretmen isterse puan tablosunu alttaki resimde görüldüğü gibi topluca görebilir ve bu ekranı sınıfa da yansıtabilir. 

Puanlama sırasında ona eşlik eden sesli bir uyarı sistemi de mevcuttur. + puan verildiğinde çıkan ses ile - puan verildiğinde çıkan ses birbirinden farklıdır. Eğer ses modu açık ise öğretmen puan verdiğinde ya da düşürdüğünde ses tüm öğrenciler tarafından duyulur ve ekran sınıfa yansıtılmış durumda ise sesi duyan öğrenciler ekrana bakarak kime ne puan verildiğini ya da kimden hangi sebeple kaç puan düşürüldüğünü görebilirler. 

Dojo puan tablosu

Sistemin bir de veli ayağı var. Öğretmen eğer isterse velilere şifre göndererek onları da sisteme dahil edebilir. Bu sayede veli çocuğu hangi anda hangi davranıştan dolayı puan alıyor, hangi davranıştan dolayı puan kaybediyor anında bildirim alarak takip edebilir. İsterse öğretmen ve veli uygulama içinde mesajlaşabilir. Gerek veli gerek öğrenci belli zaman dilimlerinde rapor şeklinde çıktı alabilir. Örneğin bir hafta boyunca çocuğunun sınıf içindeki davranışsal performansını, öğretmenin varsa çocuğa özel notunu çocuk da veli de görebilir.

Kabaca sistemi tanıttıktan sonra bu sistemin çocuklar üzerinde ne gibi sakıncaları olabileceğine değinmek istiyorum:


Puan vermenin/düşürmenin (ödül/ceza) etkileri
  • Davranış kazandırmak ve olumsuz davranışı azaltmak için Ödül/Ceza sisteminin kullanılıyor olması bu sistemin pedagojik açıdan en olumsuz yönü. ClassDojo'da çocukların puan almak için neler yapmaları gerektiği yani hangi durumlarda ödül alacaklarının önceden belirlenmiş olması ödülün "rüşvet" etkisini ortaya çıkarıyor. Yani çocuk davranışı yaptıktan sonra ödülünü bekliyor. Bunu gerçek hayatta şu cümlelerden anlayabiliyoruz: 
        "Öğretmenim tahtayı sildim, bana puan verecek misiniz?" 

        "Anne ben bugün derste hiç konuşmadım ama öğretmenim bana puan                    vermedi"
  • Bu sistemi kullanan ve memnun olan öğretmenler sınıfın kontrolünü daha rahat sağladıklarını ve bu sayede daha sağlıklı ders işleyebildiklerini, ödevlerin tam yapıldığını, çocukların istendik davranışlarında artma olduğunu ifade ediyor. Bunda bir yanlışlık elbetteki yok gibi görünüyor. Kısa vadede (ödül devam ettiği sürece) öğretmenler bu sistemin ortaya çıkardığı olumlu etkileri yaşarken; uzun vadede çocuklar iç denetim mekanizmasını geliştirme şansı bulamayıp, dıştan denetimli bireyler olma riski ile karşı karşıya kalıyorlar. Ödül kullanımı çok zor ve riskli bir yöntem. Zira yanlış kullanımı teşvik edildiğinde ödül (ClassDojo'nun ödül sistemi böyle) beyindeki bağımlılık merkezini tetikler ve ödüle bağımlı davranış değişikliği olur. Bu da içten denetimli değil, dışa bağımlı çocuk yetiştirmemize sebep olur. Dıştan denetimli birey demek aslında şu; otorite varken sisteme uygun davranan, kendi davranışlarının kontrolünü dış ortamdaki güce göre ayarlayan kişi diğer bir deyişle eleştirel düşünmeyen, sorgulama ihtiyacı duymayan, gücü elinde bulunduran kişiye çıkarları için itaat eden kişi. Dıştan denetimli bireyler yetiştirmek için uygun bir ortam yaratan ClassDojo'nun sadece bu felsefesinin anlaşılması bile uygulamanın kullanılmaması için yeterli. 
  • Burada sıklıkla bahsedilen ödül/ceza yöntemi eğitimde yapılan en temel pedagojik hata. Aslında bu hata Class Dojo'dan önce de eğitimciler tarafından yapılıyordu. Dolayısı ile Class Dojo'nun ortaya çıkardığı sorun yeni değil ancak Dojo cok daha vurgulu, eğlence maskesi altında çok daha sistematik pedagojik hatalar yapilmasına neden oluyor. Ruh sağlığı çalışanları olarak ödül/cezanın eğitimde terk edilmesi gerektiğini söylerken ClassDojo ile bu yöntemin kullanimi daha da kolaylaşıyor ve giderek artiyor. 
  • Ödül/ceza yöntemi ile çocukların kendilerini sınıf iklimi içinde güvende hissetmelerini engelliyoruz. Çocuklarda öğrenmenin gerçekleşmesi ve iç denetimli bireyler yetistirmek ise amacımız Eğitimci yazar Özgür Bolat'in yazılarında sıkça değindiği gibi yapılması gereken anında, detaylı, sürekliliği olacak şekilde çocuklara geribildirim vermektir. Geribildirim ile çocuk, yanlış davrandığında yargılandığını değil aksine sevildiğini, kabul gördüğünü ve önemsendiğini hissederek davranışı hakkında içgörü kazanır. 
  • ClassDojo'nun diğer bir sorunu ise kontrolün tamamıyla öğretmende oluşu. Ne zaman butona basıp puan vereceğine öğretmen karar veriyor. Bu noktada bir araştırmadan kısaca bahsetmek istiyorum. Harrington, Jeanne ve Black yaptıkları araştırmada "talep edilmeyen değerlendirmenin yaratıcılığı öldürdüğünü göstermişler. Değerlendirilme duygusu kişinin çaba harcamasına neden olur ancak değerlendireni etkilemek için. İste yaratıcılığı öldüren de bu durum.  Brandeis Üniversitesi'nden Psikolog Theresa Amabile yaptığı çalışmada; değerlendirileceğimizi bilmenin basit görevlerde (ağırlık kaldırmak, fasulye saymak gibi) daha iyi performans ortaya çıkartırken; yaratıcılık, öğrenme gerektiren görevlerde tam tersi bir etki doğurduğunu ifade etmiştir. Herhangi bir değerlendirmeye tabii tutulmayacağımızı bilmenin ise başarıyı arttırdığını göstermiştir. 

ÖDÜL VE CEZA ÜZERİNE İKİ VİDEO

        Sizlerle paylaşmak istediğim iki link belki söylemek istediklerimi                               somutlaştıracaktır: 

  1. İlki bir diziden davranış yönetiminde ödül sistemi ile ilgili düşüncelerimi özetleyen bir bölüm.





    2.  Dan Pink'in "Bizi motive eden şey nedir?" animasyonu.



ClassDojo'nun dayandırıldığı felsefenin etkisini açıklamaya çalıştım. Uygulamanın tek dezavantajı bu felsefe değil ne yazık ki. Diğer etkileri de bir sonraki yazımda sıralamaya çalışacağım.

Yazımda kullandığım araştırmalar

Harrington D.M, J.H Black, (1987) Testing aspects of Carl Rogerss's theory of creative environments: Child-rearing antecedents of creative potential in young adolescents. Journal of personality and Social Psychology. 52. B51-856

Amabile, T.(1996) Creativity in contex: update to the social psychology of creativity. Boulder, Colo. :Westview Press.Also, Hennessey, B., Amabile, T.(2010). Creativity. Annual Review of Psychology, 61,569-598

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Sınıfın en küçüğü olmak neden dezavantajlı?

Yeni okul dönemi başlamak üzere. Bir ilkokula tayin olduğumu öğreneli birkaç gün oluyor. Okula yeni başlayacak çocukların okula uyum sürecini onlar için nasıl kolaylaştırabiliriz diye düşünüyordum, birden aklıma 60-66 aylık çocuklar ile 72 ay ve üzeri olan çocuklar aynı sınıfta olacaklar mı sorusu takıldı ve endişelendim. Tam bu ruh hali içindeyken internette gözüme çarpan bir araştırma endişelerimi daha da arttırdı.

homeInstitute of Fiscal Studies (İngiltere) tarafından Mayıs 2013'te yayınlanan araştırmada eğitim öğretim yılının başında (Eylül) doğan çocuklarla eğitim yılının sonunda (Ağustos) doğan çocuklar arasında büyük farklar olduğu gösterilmiş. Üstelik sadece akademik başarı açısından ya da ilkokul birinci sınıfa uyum açısından da değil. Daha önce aslında büyük yaş gruplarının akademik açıdan küçüklere oranla daha başarılı olduğunu gösteren araştırmalar vardı ama bu araştırmanın diğerlerinden önemli bir farkı var; eğitim hayatının başında kendisini ortaya koyan bu etkinin ömür boyu devam ettiğini söylüyor bu araştırma. 

Ağustos ayında doğan, sınıflarının en küçükleri olan, çocuklarda; Eylül doğumlu, sınıfının en büyükleri olan, yaşıtlarına göre;
  • Önergenlik döneminde; akademik becerileriyle ilgili düşük kendine güven gözleniyor ve kaderlerinin kontrolünün kendi ellerinde olmadığı hissi bu çocuklar tarafından daha çok yaşanıyor, 
  • 11 yaşlarında hafif düzeyde özel eğitim ihtiyacı olduğuna dair etiketlenme riskleri biraz daha fazla oluyor,
  • Daha az oranda 18-19 yaşlarında üniversiteye gidiliyor,
  • Erken sigaraya başlama gibi olumsuz davranışlar daha sık görülüyor,
  • Yetişkinlikte ise işsiz olma ihtimalleri diğer gruba göre biraz daha olası ve (göreceli olarak) daha mutlu veya daha sağlıklı da değiller.
Bu araştırmaya göre eğitim sistemi açısından en önemli sorunlardan biri, bu çocukların kendilerinden 11 ay daha büyük sınıf arkadaşlarıyla ülke genelinde yapılan standart başarı testlerine tabii tutuluyor ve onlardan daha düşük başarı gösteriyor olmaları. Hiçbir çocuk sırf doğduğu ay nedeniyle eğitim hayatında ilerlemede dezavantajlı olmamalı. Araştırmayı yapan uzmanların önerisi ulusal test sonuçlarının yaşlara göre uyarlanması yönünde. Araştırmacılar bu sonuçlar doğrultusunda sınıfın en küçüğü olan çocukların, her zaman yaşıtlarına göre birçok açıdan risk altında oldukları konusunda aileleri uyarıyorlar. 
Daha çok ayrıntıya ulaşmak isterseniz aşağıda kaynak olarak verdiğim linke ya da yukarıda koyduğum bağlantıya tıklayabilirsiniz.



Gelelim bizdeki duruma....

Daha önce çocukların ilkokula erken yaşta başlaması konusundaki düşüncelerimi burada yazmıştım. 84 aylık çocuklarla aynı sınıfa konan 60 aylık çocukları düşününce endişelerim daha da artıyor.

Eğitimde kol kırılıp yen içinde kalmamalı. Geçtiğimiz yıllarda bizzat yaşadığım bir durumu aktarmak istiyorum. Eğitimciler olarak hata yaparız ve bunu kabul etmek ve anne babalardan çocuklarına daha fazla yardım etmediğimiz için özür dilemek zorundayız. 

4 4 4 sistemi ilk uygulamaya konulduğu yıl, ay farkı çok olan çocukların bir sınıfta toplanmamaları gerektiğini, küçük çocuklar için dezavantajlı bir durum oluşturacağını tahmin ediyorduk. Görevim gereği okul müdürüme bu yönde tedbir almamız (sınıfları ay farkına göre ayırmak) gerektiği konusunda bir hatırlatma yaptım fakat malesef ki sonuç olumsuz oldu. İdarecim sınıfları ay farkına göre ayırmamasının nedeni olarak "hiçbir öğretmenin küçük yaş çocuklarıyla dolu bir sınıfı kabul etmeyeceği"görüşünü dile getirdi. Sırf bu düşünce yüzünden mi bu konu öğretmenlere karşı dile bile getirilmedi? Gerçeği bilmiyorum belki bunu bir mazeret olarak kullanıyordu. Beni düşündüren bu mazerette bir gerçeklik payı olabilir mi? Eger öyleyse biz öğretmenler ne zamandan beri çocukların yararına alınması gereken kararları kendi rahatımıza uymuyor diye kenara atıyoruz ki? ya da bu tamamen asılsız,  doğruluğu olmayan bir görüş ise bu idareci ne uğruna çocukların yüksek yararını gözetmeyi tercih etmedi?

Şu anda kelimeler oyle sınırlıyor ki beni....aslında yazmıyor, avazım çıktığı kadar bağırıyorum!!!

Sevgili anne babalar çocuklarınızı 72 aylıktan bile küçük yaşta okula başlatmak niyetindeyseniz lütfen okul yönetimlerine, ilçe ve il milli eğitimlere giderek, konuşarak, olmadı dilekçe vererek, aylarına göre sınıfları ayırmaları konusunda ısrarcı olunuz. Siz farkında olursanız, arkamızda durursanız bizler de eğitimde daha iyi şeyler yapabiliriz.

Sayın okul müdürleri, yukarıda aktarılan bilgiler ve geçmiş yıllardan edindiğimiz tecrübeler gösteriyor ki özellikle birinci sınıfları ay gruplarına göre ayırmak çocuklarımız için en iyisi olacak. Bu konuda adım atılmasının önündeki engel (bana ifade edildiği gibi) öğretmenlerin isteksizliği ise öğretmenleri ikna etmek sizin elinizde, bizim elimizde... Eminim ki geçerli sebepler açıklanınca öğretmenlerimiz çocukların yararını gözeteceklerdir.

Çocuklarımızın, bizlerin kararlı duruşumuza ihtiyaçları var.


Kaynak: http://www.ifs.org.uk/pr/mob_may2013.pdf

5 Mart 2014 Çarşamba

Okul gösterileri hakkındaki gerçekler

Okullarda yapılan gösterilerin eğitim, öğretim ve pedagojik açıdan değerlendirilmesi 

Çocuklarda öğrenme doğal gelişen bir meraktan gücünü alır yani motivasyon içten gelir. Çocuklar kendi tatminleri için ve keyif aldıkları için öğrenirler. İçsel motivasyona bir örnek verelim; çocukların şarkı söylemedeki motivasyonları eğlenmeleridir, eğlenirken bir yandan da kısa süreli hafıza becerileri, ritm duygusu, kelime bilgisi gibi alanlarda farkında olmadan gelişirler. Çocukları gösteri için şarkı söyletmeye başladığımız andan itibaren, o şarkının söylenmesindeki motivasyon içsel değil, dışsal bir nedene bağlıdır ve bunun çocuk için öğrenme açısından anlamı olmayıp sadece ezber değeri vardır. Öğrenme onay ve alkış almak, anne babaya göstermek amacıyla gerçekleşen bir süreç değildir.

Öğrenme sürecinde önemli olan çocukların gösterdikleri çabadır oysa ki veliler, öğretmenler ve eğitim sistemi maalesef ki öğrenmenin kendisine değil çıktılarına odaklanır. Gösteriler ve performanslar yoluyla çocukların öğrenme çıktılarına abartılı bir vurgu yapılır. Bu, o kadar önemlidir ki bütün okul öğretmeniyle, yönetimiyle, yardımcı kadrosu ve velileri ile hazırlık yapmaya başlar. Planlamalar, malzeme teminleri, özel kostüm ayarlamalar, anne-baba-büyükanne/dede-enişte-hala-görümce-elti tüm sülalenin ön sırada oturmak için yer kapma telaşları... 





Çocuklar okulda öğrendiklerini sergiliyorlar, 
bunu sevdikleri kişilerle paylaşmalarının ne sakıncası olabilir?

"Gösteri okulda öğrenilenlerin sene sonundaki sunumudur" şeklinde yapılan açıklamalar ve gösterinin sanki öğrenme sürecinin doğal bir sonucuymuş gibi lanse edilmesi gerçek dışıdır. Okullarda klup/egitici kol dersleri ikinci dönem boyunca sadece gösteri hazırlığından oluşur. Özellikle özel okullarda 2.dönem eğitici çalışmaların amacı gösteri ortaya çıkarmaktır. Oysa ki Eğitici Çalışmalar Yönetmeliğine göre kluplerin amacı oldukça farklıdır. Ayrıntıları buradan okuyabilirsiniz. 

Diyelim ki çocuk okulda öğrendiklerini paylaşmak istiyor:
Şarkı örneğinden devam edersek; çocuk şarkısını güvende ve rahat hissettiği yerde, içinden geldiği anda söylediğinde paylaşım anlamlı ve değerlidir.

Bir velinin öğretmenin yıl boyu etkin çalıştığını görmesi için gösteriye değil, neye ihtiyacı var?

Gözlem ve iletişim. 

Bir veli yıl boyu evde çocuğu ile, okulda öğretmeni ile iletişim kurarak, eve verilen ödevleri takip ederek, çocuğunu gözlemleyerek gelişimi sağlıklı şekilde takip eder. Bir okulun, bir öğretmenin "biz bunları yapıyoruz demek için gösteri düzenlemesine ihtiyacı yoktur. O zaman okullar neden kendini bu şekilde ispat etmek zorunda hissediyorlar? Cevabı size bırakıyorum.

"Çocuklar gösteri yapmayı seviyor ve istiyorlar... "
öyleyse sorun yok(mu)?

Bir faaliyetin "çocuğun doğasına uygunluğu" ve "öğrenme ilkeleri" gibi objektif kriterlerle değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yapılan iş doğru olduktan sonra çocuğun katılma isteği elbetteki çok önemlidir. Ayrıca burada yürütülen mantık bebeğe şekeri kendi elimizle verdikten sonra "çok seviyor, istiyor o yüzden vermemin ne sakıncası olabilir?" demekle aynı mantık. Her çocuk şeker ister ama bu şekeri masum yapmaz.




Çocukların kendine güvenlerini sahneye çıkarak kazanacaklarına dair inanç 
ne kadar doğru? 

Bu inanç öyle güçlü ki yaşadığınız şehir, eğitim düzeyiniz, yetişme koşullarınız vs. fark etmiyor. Gösteriye çıkmanın kendine güvenle ilişkili olduğu düşüncesi ne kadar gerçekçi Erikson'un Psikososyal Gelişim Kuramı açısından değerlendirelim. 

Kendine güven;

Bebeklik çağında; çocuğa bakan kişi ve çocuk arasında kurulan yakın ilişkiyle temel güven duygusu oluşmaya başlar,

Çocukluk (okul öncesi) çağında; özellikle özbakım becerilerini kazanma,

Okul çağında; hem yapabilme/becerebilme duygusu hem de sosyal ortamın varlığı önemli olur. Bu yaşta güven, çocuğun yaşıtlarıyla arasında doğal gelişen rekabet ortamından beslenir. Okul başarısı da kendine güvenin oluşmasında çok önemli olur. Bu dönem sonunda artık temel güven duygusu kazanılmıştır.

Kısacası kendine güven de tıpkı öğrenme gibi bir süreçtir. Sahnede performans sergileme ise kendine güven oluşumunda hiçbir dönemin kritik becerisi değildir. Ayrıca sahne, çocuğun güveninin gelişip gelişmediğini test edeceğimiz bir deneme ortamı da olmamalıdır. 

Gösteri çıkaran bir öğretmenin üzülerek yaptığı açıklama

Gösterilerde rahat, becerikli olan(popüler) çocuklar ön plana çıkarıyoruz, sahnede rahat olmayan, görece düşük performans gösteren (ama başka özellikleri olan) çocukları geriye koyuyoruz bu da tercih edilmeyen çocukların daha da sönmesine neden oluyor. 

Burada faturayı öğretmene çıkarmamak gerekir. Öğretmen kendisini okul yönetimine, zümrelerine ve velilerine karşı iyi bir gösteri çıkarma konusunda baskı altında hisseder. Çünkü gösteri aslında çocuk için değil başkaları için yapılır ve bu durumda çocuk gösterinin öznesi değil, nesnesidir. 

Gösteri yapılması istenmediğinde 
aşırı korumacı mı davranmış oluyoruz?

Çocuklarının hayal kırıklıkları ve başarısızlıkla başetmeyi öğrenmelerini isteyen veliler, gösteriye katılmayı bir meydan okuma gibi algılıyorlar. Çocuk ya başaracak ya da başaramadığını görüp bununla başedecek. Koruyucu ebeveyn olmamak katıldığım bir düşünce olsa da çocuklar başarısızlıkları ve hayal kırıklıklarını günlük yaşamlarında, doğal ortamlarında yaşamalılar ve bununla başetmeye çalışmalılar, bir salon dolusu yetişkin topluluğunun önünde, spot altında değil diye düşünüyorum.





Gösteri konusunda Bakanlık ne düşünüyor?

Milli Eğitim Bakanlığı 2014 yılında okullara gönderdiği resmi yazıda okul gösterileri konusunda bakış açısını yukarıdaki şekilde ortaya koydu. Bu iyi bir gelişme olsa da sahada maalesef değişen birşey olmadı.

Milli Eğitim Bakanlığı ve Özel Okullar Birliği çocukların gösterilerde kullanılması konusunda daha hassas olması gerekiyor. Türkiye'nin hemen her okulunda alışılagelmiş gösteri kültürünün kalkması elbette zaman alacak ancak yukarıdaki yazıya bakınca bu anlayışın değişeceği yönünde umutlanmamak elde değil.

Bir eğitimci ve bir veli olarak gösteri yerine çocukların arkadaşları ve aileleriyle birlikte eğlenebilecekleri, etkinliklerin nesnesi değil öznesi olabilecekleri, çocuk dostu bir anlayışın hakim olduğu organizasyonlar talep ediyorum.

Bu konuda tüm velileri ve eğitimcileri #gösterideğilşenlik hastagi ile paylaşımlarda bulunmaya davet ediyorum.

Değişim velilerden gelecek!




10 Şubat 2014 Pazartesi

Arabada mide bulanmasını önleyen robot, satsak alan olur mu?

Ar-el Koleji Anasınıfına giden oğlumun sınıfında geçtiğimiz dönem "küçük mucitler" adlı bir ünite işlendi. Bu ünitede hayatımızı kolaylaştıran, kullandığımız araç gereçlerin aslında bir zamanlar olmadığını ve birilerinin bunları icat ettiğini farkettiler. Mucit, icat gibi kavramları tanıdılar, günlük hayatlarında kullandılar. 

Bu ünite süresince çevrelerinde gördükleri bir sorunu saptayıp, onu nasıl çözebileceklerini düşündüler. Sorunu saptadılar, çözüme karar verdiler, bunun resmini çizerek projeyi oluşturdular. 

Düşünme ve hazırlık kısmını okulda tamamlandıktan sonra sıra çizdikleri projeye sadık kalarak hayallerindeki çözümü Şubat tatilinde 3 boyutlu hale getirmeye geldi. Hangi malzemeleri kullanabileceğimiz konusunda Ege ile evde biraz gezindikten sonra malzemeleri toparladık. Burada görünmeyen plastik kelepçeler, çiviler, bir düğme ve pipetler de malzeme listesine sonradan girdi.

 Önce kutuların kapaklarını sabitledik. Sonra kaplayacağımız kağıdı kestik. Önce Ege'ye falçata kullanmayı öğretmem gerekti, birkaç hatalı kesimden sonra ufak bir yardımla sorun kalmadı. Uhu ile yapıştırdık.
 
Mide bulantısı önleyen robotun gövdesi çizimlerde üçgendi ama evde üçgen kutu bulamayınca (doğal olarak) çetin pazarlıklardan sonra evde bulabildiğimiz küp şeklindeki kutunun üzerine elişi kağıdından üçgen bir vücut kesip yapıştırmayı Ege'ye kabul ettirdim.
 
Sıra geldi kafasına anten koymaya ve yüzünü oluşturmaya. Antenler midenin bulanacağını farkedip robotu ikaz ediyor ve robot düğmeye basarak pervaneyi çalıştırıyor. 
 
En sonunda Carefourdan aldığım el fanını da robotun yanına plastik kelepçelerle sabitledik, pipetleri kutunun iki yanından geçirerek kolları oluşturduk ve işte bitti!
Plastik çivi ve kelepçelerin bulunması ve kullanılması konusunda tahmin edebileceğiniz gibi erkek dokunuşları var. Yardım için babaya da bir teşekkür :)
 




















24 Ocak 2014 Cuma

Yetti Artik! Bir Psikolojik Danışman işini yapmak için öğretmenden gelecek izni beklemek zorunda mı?

Psikolojik Danışmanları ilgilendiren yeni yonetmeligimizin tasarisi yayinlandi. Twittera yazdim, facebooka koydum kesmedi.. birkac degisiklikle buradan da yaziyorum. Mesai saatleri ile ilgili olarak yıllardır kulağımıza çalınan dedikodu gercek mi oluyor diye düşünmeden edemiyorum. Var olan mesai saati icinde, okulda ogrenci varken cocuklarla birlikte etkinlik yapabilmek icin danışmanların yaşadığı sıkıntıyı çözeceğimize hala mesai saatlerini....neyse susuyorum. Siz en iyisi mi cocuklarınızın rehber ogretmenleri onlarla bulusabilmek icin enerjisini nasil gereksiz yere harcıyoru buradan okuyun:

Biz danismanlar okullarda (test uyg.,seminer verme, bazi etkinlikler icin derse girme gerekliliklerinden) etik/yasal olmayan bicimde öğretmenlerden ders istiyoruz. Ogretmenlerin derslerini verme zorunluluğu olmadigi gibi isini yapmak icin danışmanların da öğretmenlerden boyle bir özveriyi talep etme zorunluluğu yok. Ayrica ders almamizin yasal bir dayanagi olmadigi icin ogretmen derse kendi girmis gibi defteri doldurup, imzalıyor. O saatte bir sıkınti yasansa resmiyette ogretmen sorumlu gorunecek. Ogrencilerle grup rehberligi yapmamiz bizden bekleniyor ancak bunun gerçekleşmesi icin hangi zaman aralığında yapabilecegimiz konusundaki belirsizligin ortadan kaldirilmasi gerekiyor.

Hepi topu haftada 1 saat olan rehberlik ders saatini neler icin kullanacağını şaşmış durumda rehber ogretmenler. Olcme araçları mi uygulasın?, ilgili rehberlik etkinliklerine mi girsin?, yılda vereceği bilmem kac tane konuda cocuklara seminer mi versin? Yoksa o saatte sinif rehber ogretmeni kendi planini mi uygulasin?...Hal boyle olunca okulda isimizi yapmak icin ders istemedigimiz ogretmen kalmiyor. Kimi dersini verirken surat asıyor, kimi kibarca reddediyor, kimi de "benim dersim onemsiz mi" diye güceniyor. Beden dersini alinca cocuklar dayanamayip kiziyor. Bir yanda alınmış, gonulsuz ogretmenler diger yanda kizgin bir sinif dolusu ergen...

Dersi alana kadar kimine rica minnet, kimine duygu sömürüsü, kimine "bugun olmazsa yarin alacagim ne de olsa, ver kurtul baskısı"... bir sekilde dersi aliyoruz ama enerji, moral, gurur falan kalmiyor.






Yazmanın tadına doyum olmuyor...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...