Canım anneannem, benim yarı annem, senin emegin çoktu üzerimde, senin emegin daha çok onların üzerinde. Cok uzgunum,yetisemedim seni son kez gormeye, gelemedim, vedalasamadim son aninda. Umarim sen benim gorduklerimi gormemissindir, umarim aklimdaki sorularımı sen de sormamissindir. Biliyorum, var onların da kabul etmek istemediğim açıklamaları, belki onlar da üzgün gercekten ama sonuca bakarım ben. Soyle annem, ben kime ne diyim? Söylemeden bilinsin hissettiklerim, yüzlerine vurmadan gitsin yerine sitemlerim.Hangibirine üzüleyim? Sen de bir anneydin belki affeder senin yüreğin ama söyle, ben nasıl eskisi gibi sevebilirim. En değerlilerimizdiniz, anlamadılar mı? İçlerinde yasadılar belki seni ama yine de kimse suçlamasın bu hissettiklerinden dolayı beni. Ailem, sizleri seviyorum, sizin bir butun olduğunuzu görmek istiyorum, dedecim, anneannecim sizi cok ama çok özlüyorum.
Huzur icinde yatın.
Bugün icimde kalan bir duygumu yazmak istedim.
Bugünlerde yaşadığım, atlatacagimi bildigim ama yine de içimdekileri yazma ihtiyacımı tutamadığım böyle anları çok nadir yasarım. Bu blogu oğlum icin, oglum hakkinda hazirliyorum ama bu yazım sadece benim icin.
20 Ocak 2011 Perşembe
14 Ocak 2011 Cuma
İlgili anne mi? kaygılı anne mi?
Üyesi olduğum bir gruptan aldığım bu yazıyı bloğumda paylaşmak istiyorum ve yorumlarınızı merak ediyorum.
Modern anne baba olmak, kaygılı ebeveynliği de beraberinde mi getiriyor? İlgili anne mi? kaygılı anne mi? Nerede ' tamam ben elimden geleni yaptım' diyeceğiz? Çocuklarımız gerçekten bizim güdümümüze mi ihtiyaç duyuyor yoksa onların ihtiyaç duyduğunu düşünen ama asıl aşağıda tarif edildiği gibi davranmaya ihtiyacı olan anneler midir? Çocuk beynini yeterince anlıyor muyuz? Bu yazıyı bizlerle paylaştığı için Şule Şenol'a teşekkür ediyorum.
Modern anne baba olmak, kaygılı ebeveynliği de beraberinde mi getiriyor? İlgili anne mi? kaygılı anne mi? Nerede ' tamam ben elimden geleni yaptım' diyeceğiz? Çocuklarımız gerçekten bizim güdümümüze mi ihtiyaç duyuyor yoksa onların ihtiyaç duyduğunu düşünen ama asıl aşağıda tarif edildiği gibi davranmaya ihtiyacı olan anneler midir? Çocuk beynini yeterince anlıyor muyuz? Bu yazıyı bizlerle paylaştığı için Şule Şenol'a teşekkür ediyorum.
Çocuklar sandığımızdan zeki
'The Philosophical Baby' (Filozof Bebek) adlı kitabın yazarı Berkeley Üniversitesi'nden psikolog Alison Gopnik'e göre çocuklar yetişkinlerin sandığından kat kat zeki. Yani anne babalar puzzle'lar, eğitim setleri, pahalı okullar, özel derslerle çocuğun zekâsını artırayım derken sadece kendini rahatlatıyor, aslında çocuğun canına okuyorTüm anne-babalar çocuklarını ‘daha zeki’, ‘daha bilgili’, ‘daha yetenekli’ yapmaya çalışır. En pahalı özel
hocalar onların çocuklarına ders versin, en iyi okullara onların çocukları gitsin, en iyisi hep onların çocuklarının olsun isterler. En mantıklı ve serinkanlı olanlarının bile, mesele çocuk yetiştirmek olunca gözü döner. Onlar ‘Aman oğlanı şu çok ünlü ve çok pahalı okula sokalım’, ‘Kızı baleye yazdıralım’, ‘Zekâ geliştirici oyuncak, kitap, hatta mümkünse hap falan alalım’ dedikçe, insan da ‘Bir bildikleri var demek ki’ diye düşünür.
Neyse ki Amerika, Berkeley Üniversitesi’nden psikolog Alison Gopnik bir kitap yazdı da bütün bu
yöntemlerin boş olduğunu, çocuğu zeki yapacak şeyin bu beyhude çabalar olmadığını, bir çocuğun en iyi okullara gitmeden, zekâ geliştirici oyuncaklarla hemhal olmadan da pekâla zeki, huzurlu, mutlu, iyi bir insan olabileceğini anlattı, içimiz rahatladı. Gopnik kısaca çocuğu ‘daha fazla’ yapacağım diye uğraşmayın, o zaten ‘fazla’ diyor. İşte Gopnik’in kitabıyla ilgili olarak, The New York Times için kaleme aldığı makale...
Nesillerdir psikologlar ve filozoflar, bebek ve çocukların rasyonel düşünceden nasiplenmemiş, mantıklı düşünme yollarından geçmemiş, egosantrik ve ‘tamamlanmamış yetişkinler’ olduklarına inandırdı bizi. John Locke, çocuk zihnini ‘boş bir yazı tahtasına’ benzetti, psikolog (Titri ‘terbiyeci’ diye geçiyor aynı zamanda) William James, çocukların dünyasını ‘Uğultulu bir keşmekeş’ diye tanımladı. Bugün gelinen noktadaysa araştırmacılar, çocukların hiç de ‘edilgen’ varlıklar olmadığını, aksine sandığımızdan daha zeki olduklarını söylüyor.
Yapılan son araştırmalar, çocukların sofistike bir düşünme ve güçlü bir öğrenme yeteneğine sahip olduklarını gösterdi. Geçen sene British Columbia Üniversitesi’nden Fei Xu ve Vashti Garcia’nın yaptığı bir araştırmada çocuklar ‘olasılık’ fikrini gayet güzel anladıklarını ispatladı. Sekiz aylık bebeklerle yapılan araştırmada, bebeklere içinde birkaç tanesi kırmızı olan beyaz pinpon topuyla dolu bir kutu gösterildi. Bir süre sonra kutunun içindeki kırmızılardan dört tanesi çıkarıldı, bebekler pinpon topu dolu kutuya daha bir dikkatli bakmaya başladı, farkı algıladı.
2007 yılında M.I.T’den Laura Schulz ve Elizabeth Baraff Bonawitz’in yaptığı araştırma da, çocukların neden-sonuç ilişkilerini anlama konusunda iyi olduklarını ortaya çıkarmıştı. Aynı yıl ben ve Tamar Kushnir, Berkeley’de bir araştırma yaptık. Bu araştırmada çocuklara ellerindeki cihazı çalıştıran sarı ve mavi butonlar verdik. Sarı olan üç defa basışta iki kez, mavi olan altı basışta iki kez çalıştırıyordu makineyi. Çocuklar bir seferde bu deneyin mantığını çözdü ve sarı butonu kullanmanın daha akıllıca olduğunu anladı.
Bu araştırmaların sonucunda üzücü olan nokta şu ki, bunları anlattığımız ebeveynler, çocuklarının kapasitesinin ne kadar yüksek olduğunu görüp seviniyor ama yine de onlara eskisi gibi davranıp yeteneklerini aşağı çekiyor. Sürekli bebeklerini daha zeki yapacağına inandıkları oyuncaklara, oyunlara, para tuzağı eğitim programlarına başvuruyor, bildikleri yöntemlerden şaşmayıp çocuğun ‘boş’ sandıkları zihnini tıka basa doldurmaya çalışıyorlar.
Odaklanmaları gerektiğini kim söyledi?
Anne-babalar çocuklarının öğrenme güçlüğü çekmesinin nedeni olarak, odaklanma sorununu ortaya koyar. Uzmanlarsa şimdi tek kaşlarını havaya kaldırıp şu soruyu soruyor bu çokbilmiş anne-babalara: Kim demiş çocukların odaklanması gerekiyor diye? Bu, yetişkinlerin derdi. Çocuklar odaklanmadan da öğrenebilir, anlayabilir, alacağını alır, posa bilgiyi de reddeder. Bu şahane değil mi?
Ayrıca yapılan son araştırmalar gösteriyor ki, çocuklara öğrenme yöntemi öğreteceğim derken aslında onların gözünde komik duruma düşüyoruz. Bir kere çocuklar öğrendikleri bir şeyi tekrar öğrenmek gibi bir zahmete girmiyor. Öğrendikleri bilgiyi zihinlerine hemen kaydediyor ve bir daha onunla uğraşmıyorlar. Yani biz yetişkinler gibi öğrendiklerini unutmuyorlar. Biz bilgileri de, deneyimleri de çabuk unutuyoruz. O yüzden çocuğunuza zaten bildiği bir şeyi daha ayrıntılı, daha geniş çapta anlatacağım diye uğraşmayın, yorulmayın. Çocuklar yetişkinlerin sandığı biçimde bir ‘amaç’ları olmadan da eğlenebilir ve deneyim kazanabilir. Yani her işi ‘amaca yönelik’ yapmaz ama bu da fena bir şey değildir. Amaca yönelik iş yapmak ‘öğrenilmiş’ bir şeydir.
Çocukların harika bir özelliği daha var; odaklanacakları şeyi kendileri seçiyorlar. Siz istediğiniz kadar çocuğunuzun bir anda belli bir nesneye, duruma, renge odaklanmasını isteyin; o odak nesnesini kendi seçiyor ve bu bir problemin işareti falan da değil. Çocuklar beklenmedik durumları, olayları, nesne ve kişileri yetişkinlere göre daha iyi ayırt ediyor ve bu durumun nadirliğinden haklı olarak büyüleniyor.
Meşhur deneyi bilirsiniz. Bir grup yetişkine bir video izlettiriliyor ve mesela bir tanesinde oyuncuların kaç kez paslaştıklarına dikkat etmeleri isteniyor. Cevaplar doğru ya da yanlış geliyor bir bir: 12, 20 ,18... Aslında bu deneyin amacı pas saydırmak değil tabii ki. Amaç, yetişkinlerin ne kadar da ‘söyleneni yapan ve amaca odaklanan ve bu sırada da pek çok önemli ayrıntıyı kaçıran insanlar olduklarını ispatlamak. Videoda oyuncuların arkasından goril kostümlü biri geçiyor ve yetişkinlerden başka bir şeye odaklanmaları istendiği için koskoca goril kostümlü kişiyi görmüyorlar. Yani görenlerin sayısı çok az!
Bebekleri yetişkinlerden daha zeki yapan bir başka faktör de beyindeki sinir sayısı farkı. Bebek ve çocukların beyninde yetişkinlere göre daha fazla sayıda sinir hücresi var, sadece bebekler henüz bunların hepsini kullanmayı bilmiyor. Yani en azından bizim kurallarımıza göre kullanmayı... Beyinde plan yapma, entelektüel düşünme, odaklanma, kontrol etme gibi sistemleri düzenleyen beyin korteksi 20’li yaşlara kadar tam olarak gelişmediği için ‘yetişkin gibi’ davranamayan çocuk ve gençleri ‘işe yaramaz’ buluyoruz ama kimyasal olarak düşünme şekli çok başka oluyor işte o yaşlarda.
Bebek beyni, doğası gereği keşfetmeye, öğrenmeye açıktır, bunun için vardır. Bebeklerin öğrenme süreci hızı yetişkinlerinkinden kat kat fazladır. Tıpkı bilgisayar programcılarının bilgisayarlar için dediği gibi; yeni ve boş bir program hızla öğrenir, yenilik katar kendisine, bilen programsa bunları kullanırken yeni bilgi katmaya eskisi kadar yanaşmaz, bildiklerini kullanmaya bakar. İşte insanlar da böyle: Bebekler keşfeder, yetişkinler uygular!
Oyuncak mı? Lütfen komik olmayın!
Yüzyıllardır, en büyük yanılgılarınızdan biri de çocuklara eğlensinler, öğrensinler, yetişsinler ve gelişsinler diye saçma sapan oyuncaklar almak oldu. Gittiniz, plastik bir oyuncak telefon aldınız misal, oysa onun gözü sizin arkadaşlarınızla saatlerce çene çaldığınız gerçek telefondaydı. Gözü de kulağı da sizdeydi, kendi elindekinin bir benzer, bir imitasyon olduğunu sonuna kadar fark ederek... Ve bilseydiniz gerçek telefonu şöyle bir evirip çevirdiğinde daha doğru bir deneyim ve eğlence yaşayacağını, siz de almazdınız zaten oyuncak olanını. Yani aslında çocuklar suretten değil asıldan, oyuncaktan değil gerçek eşyalardan hoşlanıyor. Sandığımız gibi puzzle’ların, zekâ küplerinin, kelime ya da sayı saymayı öğreten oyunların zekâya o kadar da büyük katkısı yok.
Çocuklar için üretilen oyuncaklar, oyunlar, DVD’ler, eğitim programları anne-babaların ‘yufka yüreğinin’ cömertliğinden beslenen birer pazar. Ve bu pazara akıtılan paralar dudak uçuklatacak düzeyde. Bunu bilip biraz uyanık olmakta fayda var. Çocuklar en çok kendi bildikleri yöntemle izlerken, gözlerken öğreniyor. Yani ona bir şey anlatmak yerine kendiniz doğru dürüst davranırsanız sizi gözlemleyen çocuğunuz iyi bir şeyler öğrenecektir.
Biliyorsunuz, mucize çocuk yetiştirme yöntemi yok. Her çocuk özel ilgi ister ama onları sıkmayın. Size tek bir önerim var: Çocukların kapasitesini artırayım diye o kadar çaba harcayacağım derken, düşürmemeye gayret edin. Onlar zaten yeterince zeki, hatta korkunç zeki; sadece onları engellemeyin, önlerine çıkmayın, kendi bildiklerinizi dayatıp onları sıradanlaştırmayın. Onların şu anda pırıl pırıl bir beyni, acayip iyi işleyen zihinleri var ve inanın sizden daha zekiler!
The NY Times’dan çeviren: Elif Türkölmez
13 Ocak 2011 Perşembe
Küçük şef
Küçük şef ustalaşma yolunda. Tam kıvamına gelince de sizi mutfakta görmeyi çok arzu ederiz. Sürekli bir ot koklama durumu yaşıyoruz salata yaparken. Bir gün 'anne, roka kokusu geliyor burnuma' dediğini duyacak mıyım acaba? Kokuları ayırt edebilmesini, bu konuda farkındalığının gelişmesini bekliyorum. Bunu der demez hemen bloga koyacağım tabi ki.
Bu üçlüye bayılıyorum
Bu üçlüye bayılıyorum, SILIĞ ailesi diş çürüklerine savaş açmıştır sevgili bloggerlar. Her akşam iki kişi fırçalıyoruz ama bu sefer babamız da aramızda..'oooooo hoşgeldiniz Murat Bey' dedikten sonra kareye alındık tarafımdan.
Ben buna 'sosyete çadırı' diyorum
Beyefendi çadırında çay içmekteler, ekleyelim hemen; tabi ki bitki çayı. Gün içerisinde oynuyorsanız biraz daha eğlence katmak için, sandalyelerin altından geçip, üstüne çıkabilirsiniz. Ege daha çok içinde oturup çay içiyormuş gibi yapmayı seviyor, paşa. Gece bizim versiyon daha iyi oluyor. Uyumadan önce Ege'yi hareketlendirmek benim de hiç işime gelmez doğrusu.
Akşam, hava kararınca yapılacaklar arasında bir numara
Hava kararınca bir çadır kurulur, bir fener bulunur (biz cep telefonunun ışığını kullandık), çadıra iki kişi sığmaya çalışılır. Önceden toplayıp, çadırın içine koyduğumuz malzemelerin gölgelerini yansıttık. Tavsiyem, malzemeleri de beraber toplayın daha eğlenceli oluyor. Bütün evi gezdik beraber 'anne şunu da alalım, bunu da alalım' derken çadıra zor sığdık. Biz çadırı koltuk minderlerinden kurduk, tavan kısa oldu, siz örtünün daha yüksekte kalmasını sağlayabilirseniz daha kolay olacaktır. İyi eğlenceler..
Neler yapıyoruz neler...resim sergisinden, sokakta köpek sevmeye.
Ege resimlere bakarken çok meraklıydı ve kesinlikle bakmak yetmedi, onları hissetmek de istedi. Belki birazcık, ucundan, dokunmasına izin vermiş olabilirim.
Her fırsatta (hemen hemen haftada bir) beraber köpek sevmeye Porsuk'a gideriz. Ege'nin hayvan sevgisini hissetmesini ve bunu dokunarak, okşayarak gösterebilmesini istiyorum.
11 Ocak 2011 Salı
Sınıflama
Bulaşık makinesinden çıkan temizleri toplama hevesi varsa bundan bir sınıflama etkinliği yapabiliriz diye düşündüm. İyi de düşündüm, aferin kendime.
Aktarma çalışması (Ege'ye su de, başka şey deme)
Kuzum su kuşu, bebekliğinden beri su ve suyla ilintili her türlü işe gönüllüdür. Öyle olunca aktarma çalışmasını uzun uzun yapar kuzum.
Bir annenin gururla restorantta oturuşu
Montessori annelerine katıldığımdan beri nerde çer çöp, ıvır zıvır atılası şeyler var gözüm hep onlarda. Yakın çevrem pek mutlu bundan. Özellikle annem.. Annemden bulduğum şu eski tepsi çok işime yaradı. Ege aktarma çalışmalarına bayılır. Daha dün akşam restoranta gittik beklerken tuzu, karabiberi bir bardağın içine serpmeye karar verdi. Ondan sıkılınca da pul biberi kaşıkla alıp alıp küçük tabaklara doldurdu. Yan masadan ne düşündüler bilemiyorum ama ben 'canım yavrum kuru kaşıklama çalışıyor' diye pek mutlu biraz da kendinden gururla oturuyordum.
Son zamanlarda dikkatimi çeken birşey var; Ege dikkatini yoğunlaştırınca o dil pırt çıkıveriyor:) Şimdi sevimli de koca adam olunca çok uğraşacak yapmamak için.
6 Ocak 2011 Perşembe
'Kardan Adam' yaptık, kar yağsın gerçeğini yapacağız
Yılbaşı akşamına iki acele etkinlik ancak böyle yetiştirilirdi. Takvim kartonunun arkasına pastelle çizdiğim kardan adama, Ege pritle yapışkan sürdü, pamukları koparttım ve yapıştırdım (bu iş bana kaldı çünkü Ege Bey pamukla fazla haşır neşir olmaktan hoşlanmıyor). Ege o gün bugündür 'anne bişey getir, yapıştıralım' derdinde