5 Mart 2014 Çarşamba

Okul gösterileri hakkındaki gerçekler

Okullarda yapılan gösterilerin eğitim, öğretim ve pedagojik açıdan değerlendirilmesi 

Çocuklarda öğrenme doğal gelişen bir meraktan gücünü alır yani motivasyon içten gelir. Çocuklar kendi tatminleri için ve keyif aldıkları için öğrenirler. İçsel motivasyona bir örnek verelim; çocukların şarkı söylemedeki motivasyonları eğlenmeleridir, eğlenirken bir yandan da kısa süreli hafıza becerileri, ritm duygusu, kelime bilgisi gibi alanlarda farkında olmadan gelişirler. Çocukları gösteri için şarkı söyletmeye başladığımız andan itibaren, o şarkının söylenmesindeki motivasyon içsel değil, dışsal bir nedene bağlıdır ve bunun çocuk için öğrenme açısından anlamı olmayıp sadece ezber değeri vardır. Öğrenme onay ve alkış almak, anne babaya göstermek amacıyla gerçekleşen bir süreç değildir.

Öğrenme sürecinde önemli olan çocukların gösterdikleri çabadır oysa ki veliler, öğretmenler ve eğitim sistemi maalesef ki öğrenmenin kendisine değil çıktılarına odaklanır. Gösteriler ve performanslar yoluyla çocukların öğrenme çıktılarına abartılı bir vurgu yapılır. Bu, o kadar önemlidir ki bütün okul öğretmeniyle, yönetimiyle, yardımcı kadrosu ve velileri ile hazırlık yapmaya başlar. Planlamalar, malzeme teminleri, özel kostüm ayarlamalar, anne-baba-büyükanne/dede-enişte-hala-görümce-elti tüm sülalenin ön sırada oturmak için yer kapma telaşları... 





Çocuklar okulda öğrendiklerini sergiliyorlar, 
bunu sevdikleri kişilerle paylaşmalarının ne sakıncası olabilir?

"Gösteri okulda öğrenilenlerin sene sonundaki sunumudur" şeklinde yapılan açıklamalar ve gösterinin sanki öğrenme sürecinin doğal bir sonucuymuş gibi lanse edilmesi gerçek dışıdır. Okullarda klup/egitici kol dersleri ikinci dönem boyunca sadece gösteri hazırlığından oluşur. Özellikle özel okullarda 2.dönem eğitici çalışmaların amacı gösteri ortaya çıkarmaktır. Oysa ki Eğitici Çalışmalar Yönetmeliğine göre kluplerin amacı oldukça farklıdır. Ayrıntıları buradan okuyabilirsiniz. 

Diyelim ki çocuk okulda öğrendiklerini paylaşmak istiyor:
Şarkı örneğinden devam edersek; çocuk şarkısını güvende ve rahat hissettiği yerde, içinden geldiği anda söylediğinde paylaşım anlamlı ve değerlidir.

Bir velinin öğretmenin yıl boyu etkin çalıştığını görmesi için gösteriye değil, neye ihtiyacı var?

Gözlem ve iletişim. 

Bir veli yıl boyu evde çocuğu ile, okulda öğretmeni ile iletişim kurarak, eve verilen ödevleri takip ederek, çocuğunu gözlemleyerek gelişimi sağlıklı şekilde takip eder. Bir okulun, bir öğretmenin "biz bunları yapıyoruz demek için gösteri düzenlemesine ihtiyacı yoktur. O zaman okullar neden kendini bu şekilde ispat etmek zorunda hissediyorlar? Cevabı size bırakıyorum.

"Çocuklar gösteri yapmayı seviyor ve istiyorlar... "
öyleyse sorun yok(mu)?

Bir faaliyetin "çocuğun doğasına uygunluğu" ve "öğrenme ilkeleri" gibi objektif kriterlerle değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yapılan iş doğru olduktan sonra çocuğun katılma isteği elbetteki çok önemlidir. Ayrıca burada yürütülen mantık bebeğe şekeri kendi elimizle verdikten sonra "çok seviyor, istiyor o yüzden vermemin ne sakıncası olabilir?" demekle aynı mantık. Her çocuk şeker ister ama bu şekeri masum yapmaz.




Çocukların kendine güvenlerini sahneye çıkarak kazanacaklarına dair inanç 
ne kadar doğru? 

Bu inanç öyle güçlü ki yaşadığınız şehir, eğitim düzeyiniz, yetişme koşullarınız vs. fark etmiyor. Gösteriye çıkmanın kendine güvenle ilişkili olduğu düşüncesi ne kadar gerçekçi Erikson'un Psikososyal Gelişim Kuramı açısından değerlendirelim. 

Kendine güven;

Bebeklik çağında; çocuğa bakan kişi ve çocuk arasında kurulan yakın ilişkiyle temel güven duygusu oluşmaya başlar,

Çocukluk (okul öncesi) çağında; özellikle özbakım becerilerini kazanma,

Okul çağında; hem yapabilme/becerebilme duygusu hem de sosyal ortamın varlığı önemli olur. Bu yaşta güven, çocuğun yaşıtlarıyla arasında doğal gelişen rekabet ortamından beslenir. Okul başarısı da kendine güvenin oluşmasında çok önemli olur. Bu dönem sonunda artık temel güven duygusu kazanılmıştır.

Kısacası kendine güven de tıpkı öğrenme gibi bir süreçtir. Sahnede performans sergileme ise kendine güven oluşumunda hiçbir dönemin kritik becerisi değildir. Ayrıca sahne, çocuğun güveninin gelişip gelişmediğini test edeceğimiz bir deneme ortamı da olmamalıdır. 

Gösteri çıkaran bir öğretmenin üzülerek yaptığı açıklama

Gösterilerde rahat, becerikli olan(popüler) çocuklar ön plana çıkarıyoruz, sahnede rahat olmayan, görece düşük performans gösteren (ama başka özellikleri olan) çocukları geriye koyuyoruz bu da tercih edilmeyen çocukların daha da sönmesine neden oluyor. 

Burada faturayı öğretmene çıkarmamak gerekir. Öğretmen kendisini okul yönetimine, zümrelerine ve velilerine karşı iyi bir gösteri çıkarma konusunda baskı altında hisseder. Çünkü gösteri aslında çocuk için değil başkaları için yapılır ve bu durumda çocuk gösterinin öznesi değil, nesnesidir. 

Gösteri yapılması istenmediğinde 
aşırı korumacı mı davranmış oluyoruz?

Çocuklarının hayal kırıklıkları ve başarısızlıkla başetmeyi öğrenmelerini isteyen veliler, gösteriye katılmayı bir meydan okuma gibi algılıyorlar. Çocuk ya başaracak ya da başaramadığını görüp bununla başedecek. Koruyucu ebeveyn olmamak katıldığım bir düşünce olsa da çocuklar başarısızlıkları ve hayal kırıklıklarını günlük yaşamlarında, doğal ortamlarında yaşamalılar ve bununla başetmeye çalışmalılar, bir salon dolusu yetişkin topluluğunun önünde, spot altında değil diye düşünüyorum.





Gösteri konusunda Bakanlık ne düşünüyor?

Milli Eğitim Bakanlığı 2014 yılında okullara gönderdiği resmi yazıda okul gösterileri konusunda bakış açısını yukarıdaki şekilde ortaya koydu. Bu iyi bir gelişme olsa da sahada maalesef değişen birşey olmadı.

Milli Eğitim Bakanlığı ve Özel Okullar Birliği çocukların gösterilerde kullanılması konusunda daha hassas olması gerekiyor. Türkiye'nin hemen her okulunda alışılagelmiş gösteri kültürünün kalkması elbette zaman alacak ancak yukarıdaki yazıya bakınca bu anlayışın değişeceği yönünde umutlanmamak elde değil.

Bir eğitimci ve bir veli olarak gösteri yerine çocukların arkadaşları ve aileleriyle birlikte eğlenebilecekleri, etkinliklerin nesnesi değil öznesi olabilecekleri, çocuk dostu bir anlayışın hakim olduğu organizasyonlar talep ediyorum.

Bu konuda tüm velileri ve eğitimcileri #gösterideğilşenlik hastagi ile paylaşımlarda bulunmaya davet ediyorum.

Değişim velilerden gelecek!




10 Şubat 2014 Pazartesi

Arabada mide bulanmasını önleyen robot, satsak alan olur mu?

Ar-el Koleji Anasınıfına giden oğlumun sınıfında geçtiğimiz dönem "küçük mucitler" adlı bir ünite işlendi. Bu ünitede hayatımızı kolaylaştıran, kullandığımız araç gereçlerin aslında bir zamanlar olmadığını ve birilerinin bunları icat ettiğini farkettiler. Mucit, icat gibi kavramları tanıdılar, günlük hayatlarında kullandılar. 

Bu ünite süresince çevrelerinde gördükleri bir sorunu saptayıp, onu nasıl çözebileceklerini düşündüler. Sorunu saptadılar, çözüme karar verdiler, bunun resmini çizerek projeyi oluşturdular. 

Düşünme ve hazırlık kısmını okulda tamamlandıktan sonra sıra çizdikleri projeye sadık kalarak hayallerindeki çözümü Şubat tatilinde 3 boyutlu hale getirmeye geldi. Hangi malzemeleri kullanabileceğimiz konusunda Ege ile evde biraz gezindikten sonra malzemeleri toparladık. Burada görünmeyen plastik kelepçeler, çiviler, bir düğme ve pipetler de malzeme listesine sonradan girdi.

 Önce kutuların kapaklarını sabitledik. Sonra kaplayacağımız kağıdı kestik. Önce Ege'ye falçata kullanmayı öğretmem gerekti, birkaç hatalı kesimden sonra ufak bir yardımla sorun kalmadı. Uhu ile yapıştırdık.
 
Mide bulantısı önleyen robotun gövdesi çizimlerde üçgendi ama evde üçgen kutu bulamayınca (doğal olarak) çetin pazarlıklardan sonra evde bulabildiğimiz küp şeklindeki kutunun üzerine elişi kağıdından üçgen bir vücut kesip yapıştırmayı Ege'ye kabul ettirdim.
 
Sıra geldi kafasına anten koymaya ve yüzünü oluşturmaya. Antenler midenin bulanacağını farkedip robotu ikaz ediyor ve robot düğmeye basarak pervaneyi çalıştırıyor. 
 
En sonunda Carefourdan aldığım el fanını da robotun yanına plastik kelepçelerle sabitledik, pipetleri kutunun iki yanından geçirerek kolları oluşturduk ve işte bitti!
Plastik çivi ve kelepçelerin bulunması ve kullanılması konusunda tahmin edebileceğiniz gibi erkek dokunuşları var. Yardım için babaya da bir teşekkür :)
 




















24 Ocak 2014 Cuma

Yetti Artik! Bir Psikolojik Danışman işini yapmak için öğretmenden gelecek izni beklemek zorunda mı?

Psikolojik Danışmanları ilgilendiren yeni yonetmeligimizin tasarisi yayinlandi. Twittera yazdim, facebooka koydum kesmedi.. birkac degisiklikle buradan da yaziyorum. Mesai saatleri ile ilgili olarak yıllardır kulağımıza çalınan dedikodu gercek mi oluyor diye düşünmeden edemiyorum. Var olan mesai saati icinde, okulda ogrenci varken cocuklarla birlikte etkinlik yapabilmek icin danışmanların yaşadığı sıkıntıyı çözeceğimize hala mesai saatlerini....neyse susuyorum. Siz en iyisi mi cocuklarınızın rehber ogretmenleri onlarla bulusabilmek icin enerjisini nasil gereksiz yere harcıyoru buradan okuyun:

Biz danismanlar okullarda (test uyg.,seminer verme, bazi etkinlikler icin derse girme gerekliliklerinden) etik/yasal olmayan bicimde öğretmenlerden ders istiyoruz. Ogretmenlerin derslerini verme zorunluluğu olmadigi gibi isini yapmak icin danışmanların da öğretmenlerden boyle bir özveriyi talep etme zorunluluğu yok. Ayrica ders almamizin yasal bir dayanagi olmadigi icin ogretmen derse kendi girmis gibi defteri doldurup, imzalıyor. O saatte bir sıkınti yasansa resmiyette ogretmen sorumlu gorunecek. Ogrencilerle grup rehberligi yapmamiz bizden bekleniyor ancak bunun gerçekleşmesi icin hangi zaman aralığında yapabilecegimiz konusundaki belirsizligin ortadan kaldirilmasi gerekiyor.

Hepi topu haftada 1 saat olan rehberlik ders saatini neler icin kullanacağını şaşmış durumda rehber ogretmenler. Olcme araçları mi uygulasın?, ilgili rehberlik etkinliklerine mi girsin?, yılda vereceği bilmem kac tane konuda cocuklara seminer mi versin? Yoksa o saatte sinif rehber ogretmeni kendi planini mi uygulasin?...Hal boyle olunca okulda isimizi yapmak icin ders istemedigimiz ogretmen kalmiyor. Kimi dersini verirken surat asıyor, kimi kibarca reddediyor, kimi de "benim dersim onemsiz mi" diye güceniyor. Beden dersini alinca cocuklar dayanamayip kiziyor. Bir yanda alınmış, gonulsuz ogretmenler diger yanda kizgin bir sinif dolusu ergen...

Dersi alana kadar kimine rica minnet, kimine duygu sömürüsü, kimine "bugun olmazsa yarin alacagim ne de olsa, ver kurtul baskısı"... bir sekilde dersi aliyoruz ama enerji, moral, gurur falan kalmiyor.






Yazmanın tadına doyum olmuyor...

22 Ocak 2014 Çarşamba

Finlandiya'da yaşayan Amerikalı bir öğretmenin günlüğünden...Finlandiya'da eğitim nasıl farklı?

Birçok eğitimci gibi ben de Finlandiya eğitim sistemini merak eder oldum. Merakımın temel nedeni Fin'li çocukların PİSA sınavında başarılı olmaları değil, asıl sebebi başarının, katı disiplinli, akademik beceri odaklı, rekabetçi, ödev  ve ders yüklü bir sistemden gelmiyor olması.

Tek önemsenen değerin "başarı (test puanları)" olduğu sistemler, çocukların çok yönlü gelişmelerini sağlayacak yaklaşımlardan yoksun, akademik beceri odaklı okul ortamları sunuyor. Hiçbir öğrencinin geride bırakılmadığı, fırsat eşitliğine dayalı bir sistemde, çeşitli alanlarda kendini geliştirebilen, mutlu bireyler yetiştirmekse eğitim; bırakın diğer alanları akademik odaklı olmasına rağmen akademik becerilerin bile geliştirilemediği sisteme ne diyeceğiz?

Peki Finlandiya'da eğitim nasıl farklı?

Finlandiya'daki bir devlet okulunda çalışan 5.sınıf öğretmeni Tim Walker'ın bloğunu okuyorum. Tim bloğunda bir Amerika'lı olarak Finlandiya'da yaşadığı 'sınıf (classroom) şokunu' anlatıyor. Tüm ülkede 7.sınıflar haftada 1 saat teori, 2 saat de uygulamadan oluşan toplam 3 saat ev ekonomisi (home economics) dersi almak zorundalar. 8. ve 9.sınıflar ise bu dersi seçmeli olarak alıyorlar. Tim gibi siz de ev ekonomisinin teorisi mi olurmuş diyorsanız; bu derste bütçe planlama, sofra adabı (masa düzeni), sağlıklı beslenme, eneji tasarrufu sağlama yöntemleri gibi konular öğreniliyor. Uygulamada yemek pişiriyor, mutfak temizliyor, bulaşıkları ve önlükleri yıkıyorlar. Ayrıca Tim'in 5.sınıf öğrencileri haftada 4 saatlerini sanat(art), ağaç işleri(woodwork), tekstil(textiles)'e ayırıyorlarken, matematiğe haftada 3 saat zaman ayırıyorlar. 5. sınıfın haftalık 26 saatinin 13 saati sanat, müzik, beden eğitimi, ağaç işleri, tekstil ve yabancı dile ayrılıyor. Finlandiya'da öğrenciler sadece liseyi bitirdikleri yıl sonunda merkezi sistemle hazırlanan teste tabi tutuluyorlar ve Tim'in mesai arkadaşlarına göre bu test ilkokul ve ortaokul eğitimini etkilemiyor. 

Tüm bunlara baktığımda gördüğüm, ders programlarının akademik derslerin ezici baskısından kurtulmuş olduğu, sisteme standart testlerin hakim olmadığı, dershane mantığından uzak, ilk ve ortaokul seviyesinde günlük yaşam becerilerine çok önem verildiği oldu. Elbette başarının birçok sebebi olabilir fakat Fin'li çocukların okulda başarılı olurken aynı zamanda da mutlu olmaları bu felsefenin sonucu diye düşünüyorum.  

Merak ettim ve bizim 5. sınıflarımızın haftalık ders çizelgelerini inceledim. 5.sınıflar haftada 28 saat zorunlu ders görüyorlar. 28 saatin 4 saati beden eğitimi, müzik ve görsel sanatlardan oluşuyor. Tim'in eklediği şekliyle yabancı dili de eklersek 28 saatin 8 saati bu derslere ayrılmış oluyor. Finlandiya'da 26'da 13; bizde 28'de 8. 5.sınıflar zorunlu ders saatlerinin yanısıra 8 saate kadar da seçmeli ders alabiliyorlar. Zorunlu derslerin üzerine 8 seçmeli ders saatinin tamamı eklenecek olursa 5.sınıflar toplamda haftada 36 saat ders görecekler. Bu da günde 7 saate tekabül edecek.

Finlandiya'da blok ders neredeyse hiç yok, dersler 45dk. ve her ders saati arasında 15 dk. teneffüs var. Tim sınıf öğretmeni olarak haftada 24 saat derse giriyor. Tim derslere tek başına girdiğinden daha çok bir öğretmen arkadaşıyla birlikte giriyor. Bu ikinci öğretmen yardımcı niteliğinde. Aynı şekilde Tim de başka öğretmenlerin derslerine yardımcı öğretmen olarak giriyor ve bu program haftalık ders programlarıyla öğretmenlere bildiriliyor. Ayrıca Finlandiya'da öğretmenler Amerika'daki meslektaşlarına göre daha az derse girip, daha çok serbest zamana sahipler ve bu zamanları meslekdaşlarıyla işbirliği, mesleki gelişimleri, ders planlama vb. için kullanıyorlar. Haftada bir de tüm öğretmenler biraraya gelerek toplantı yapıyorlar. 

Tim'in kıyaslamalarından öyle anlaşılıyor ki Türk eğitim sistemi bazı açılardan Amerikan eğitim sistemine çok benziyor. Örneğin ben de blok derslerin olmamasına, 15dk.lık tenneffüslere, matematik ve resim,beden, müzik gibi derslerin oranına, öğretmenlerin çalışma saatlerine, iki öğretmenin derse girmelerine, eğitimde günlük yaşam becerilerine verdikleri öneme, sadece lise sonda merkezi bir sınava girmelerine en az Tim kadar şaşırdım. Her iki ülke de sanırım rotayı çocukların sadece başarılı olduğu sistemlere değil, başarılı olmak için mutluluklarını ertelemek zorunda olmadıkları sistemlere çevirmeliler.
 


24 Aralık 2013 Salı

Okul dediğin...!

Eğitim sistemimizi "okullar çocuklara ne kazandırmalı?" diye düşünerek gözden geçirmeliyiz. "Okul, çocukları hayata hazırlayan yerdir" bakış açısıyla, sanki yaşamdan kopuk, kendine has bir bilgi labarotuvarı canlanıyor insanın aklında. Antagonist eğitimciler arasında okullar için kullanılan benzetmelerden biri de; Kendine has kuralları ve çalışma prensibi olan ön kapıdan ham maddenin verilip, arka kapıdan istenen özellikte ürünlerin alındığı bir fabrika benzetmesi. Biz öğretmenler fabrikada kendi  bandımızdan çıkacak  ürünün sadece kalitesi ile ilgileniyoruz. Ne kadar iyi okuyabiliyor, matematikte ne kadar iyi gibi. Öğretmenleri suçlamak değil amacım, ancak gücü ve yetkisi olup da çözüm bulması gereken fakat sadece şikayet eden kişilerin de sorumlu oldukları yadsınamaz bir gerçek.

Okul hayata hazırlayan yer değil, okul hayatın kendisidir. Öyle olmalıdır. Okulun güvenli ortamında hayatı deneyimlemeye devam eden, potansiyelini ortaya çıkaran, kendini farkeden çocuk için ayrıca hayata hazırlanmaya gerek yoktur.  Maalesef okullar hem eğitim sistemi hem de fiziksel yapı açısından hayattan kopuk dizayn edildiği için bu misyonu gerçekleştirmiyor.

Okullarda çocukları farklı açılardan geliştirecek ortamlar sunmak yerine, onları tek bir açıdan geliştirmeye çalışıyoruz ve bunu yaparken de onların hiçbirşey bilmeden okula geldiklerini varsayıyoruz. Sadece ne öğreteceğimize takılıyor (müfredat), belki içimizden eğitime duyarlı olanlarımız biraz ileri giderek, çocuklarımıza nasıl öğreteceğimize kafa yoruyoruz. Çocuklarımızın okulda, dersleri konusunda ne kadar başarılı(!) olduklarını yani fabrikadan çıkan ürünün kalitesini görmek için bir derecelendirme sistemi kullanıyoruz. Çocukları notlar vererek ölçüyor, biçiyor, değerlendiriyor, sıralıyor, etiketliyor ve komplike bir insanı tek bir göstergeye indirgiyoruz. Gerçekçi olmayan hatta hiç uygun bulmadığım not sistemi ile çocukların başarısını değerlendirdiğimizi zannede duralım, asıl şuna dikkat çekmek istiyorum, okulda sadece müfredat, ders, öğretim yok, biz görmezden gelsek de okulda çocuk sadece zihinsel işlevleriyle değil, duyguları, sosyalliği, tercihleri, ilgileri, kızgınlıkları, problemleri ile var.

Öyle bir okul olsun ki; öğrenciler 100'lük, 60'lık diye sıralanmasın. Neler öğrenebileceği çocuklara seçenek olarak sunulsun. Öğretmek amaç olmasın, keyifli öğrenme ortamları sunmak amaç olsun. Okulda derslik yerine atölyeler olsun. Atölye deyince sadece marangozluk gelmesin akla, neden iletişim atölyesi olmasın mesela? Öğrenciler istedikleri atölyelere katılarak sertifika alsınlar. Böylece yıl sonunda çocukların notları değil, çeşitli alanlarda yeterliliklerini gösteren sertifikaları olsun. Bu sistemin benzeri Almanya'da bazı okul öncesi eğitim kurumlarında uygulanıyor, bunlar gerçek dışı fanteziler değil. Uyarlaması yapılarak okul sistemine de katılabilir. Okullarda kurulacak atölyeler bölgenin özelliklerine de hitap edecek şekilde dizayn edilsin. Bunun için elbette merkezi yapıdan yerel yönetimlere inisiyatif tanınan bir yapıya geçilmesi gerek. Tüm bunlar için okul mimarisi hayatın küçük bir kopyası olacak şekilde planlanmalı. Bütün illerde, semtlerde birbirinin benzeri, soğuk, kasvetli, tek tip okullar var. Okulların kendine has kimliği, kişiliği yok, ne öğretmen ne de öğrenci için bir cazibesi yok. Okul dış mimarisiyle, iç dizaynıyla çocuk dostu, eğlenceli, renkli, informal öğrenme ortamlarını teşvik edici bir ortam olmalı, çocuğun hem aklına hem ruhuna hitap etmeli. Okul dediğin gidilmeyince eksikliğini hissettirmeli.
 

İnternette kısa bir araştırmadan sonra farklı konseptte tasarlanmış pekçok okula rastladım. Buyrun buradan... okulunuzu nasıl alırsınız?
Fransa Bobigny İlkokulu
Çin Dalian İlkokulu
                                      






İngiltere Kingsmead İlkokulu
Washington Machais İlkokulu








Fransa Paris bir ilkokul
Seattle Epiphany İlkokulu








LosAngeles'da bir lise
Söğütlüçeşme Bilgievi













Dış mimarisi farklı tasarlanmış okulların iç dizaynları da oldukça farklı:


Çin Dalian İlkokulu
Çin Dalian İlkokulu









İngiltere Kingsmead İlkokulu

Kingsmead İO. hol yemek piş.alanı



















Fin. Riverview Elementary School
Finlandiya Riverview Elemantary School

















Seattle Epiphany İlkokulu
Orestad Lisesi









Orestad lisesi
Paris'te bir ilkokul











Avusturalya'da bir ilkokul
Avusturalya'da bir ilkokul















Okullardan bazılarının kütüphaneleri:

İngiltere Stoke Newington
Washington Machais İlkokulu










Avusturalya'da bir ilkokul
Finlandiya Riverview Elemantary School











Kantin demeye dilim varmıyor; mutfak, kafetarya demek daha olası:


Seattle Epiphany İlkokulu
Finlandiya'da okulların kantinleri genelde böyle



Finlandiya'da genelde kantinler








İngiltere Stoke Newington kantini










Okulların bahçeleri:

Finlandiya Riverview İO

Washington Machais İO


İtalya'da bir İO

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...