10 Eylül 2012 Pazartesi

Kafası karışmış bir anneyim, kayip Psikolog aranıyor!

Ana haberde metal aritmetik programına katilan cocukların yarışması vardı geçenlerde. Başlık da "zeka küpü minikler!" bu başlık bana itici geldi ama burada yazacaklarım bununla ilgili değil.

Röportaj yapılan cocuklardan biri 5 yasında olduğunu söyledi. Kafadan yaptıgı toplamayı görünce şaşırmamak elde degil. Burada beni etkileyen toplama yapabiliyor olması degil, dikkatini yonlendirebiliyor ve çevredeki uyaranlardan kendisini soyutlamayı basararak üstün bilissel aktiviteleri gerceklestirebiliyor olması. Yani bir nevi beynini egitiyor.


"Acaba ben de Ege'yi göndermeli miyim?"
"Hatta göndermeli miydim?"
"Bunca zaman, zaman mı kaybettim yoksa?"...
...derken buldum kendimi.

Hırs mı yapıyorum yoksa makul bir endise mi yasiyorum?
Gitmese ne olur ki?
Şimdi Ege bu çocuklarla aynı sınıflarda okuyacaksa o zaman bastan 1-0 mı yani durum?...
Nerden cikti simdi bunlar?

Ege'yi farklı aktivitelere yönlendirmek ve potansiyelini gelistirme sansi vermek mi bu, yoksa kaygılanmis bir annenin gözünün dönmesi mı? yoksa sahalara yeni bir yarış atı mı sürme hazırlığındayım?

Göndereyim sevmezse gitmesin desem, o zaman istemediği hatta belki zorlandigi durumlarda vazgeçmenin normal olduğunu mu öğretmiş olurum. Bunu öğretmek istemem dogrusu.

Göndermezsem ilgisini nasıl keşfedecek? Farkli seyler denemeden kendisini nasıl tanıyacak? Potansiyelini nasıl yakalayacak? O çocuklarla aynı sınıfta okurken kendisini nasıl eksik hissetmeyecek? Hissederse hissetsin zaten hayatta illaki ondan bazı yönleriyle ileri durumda çocuklarla aynı ortamlarda olacak. Başetmeyi öğrensin, aşırı koruyucu olmaya gerek yok! yaklaşım bu mu olmalı? 

Kendisinin talep etmesini beklemek zaten bastan anlamsız. Cocuk nerden bilecek Mental Aritmetigi yani?
 
Simdi ben burada abartiyor muyum? Yoksa bu dusunduklerimi dusunen baska anneler de var mi?

Göndermeli mi göndermemeli mi?

Cok bilen cok yanılır hesabı benimkisi...

Kaybolan Psikolog aranıyor!


Yazmanın tadına doyum olmuyor...

8 Eylül 2012 Cumartesi

1 saat az uyumak çocukta neye mal oluyor?

Tam da Egenin artık öğlenleri uyumak istemiyorum dediği ve kreşte uyumayacağı bu dönemde ben Ege'nin öğlenleri hala uyumaya ihtiyacı olduğunu gözlemliyorken bir de okuduğum bu kitap beni ziyadesiyle düşündürdü. Ben huzursuz ola durayım sonuç değişmiyor, öğlen uykuları bizim evde resmen kalkmış durumda. Okuduğum ve çok beğendiğim ve bizim evdeki durumdan dolayı huzursuzlanmama da neden olan "Eyvah Çocuğum Büyüyor" adlı kitaptaki uyku ile ilgili bölümden en ilginç noktaları yazıp belki birazcık sizi de çocuklarımızın uyku saatleri konusunda huzursuz ederim ya da halihazırda gergin olan anneleri iyice gererim dedim.

Bugünkü çocukların (ilkokuldan lise çağına kadar) bundan 30 yıl önceki çocuklara göre günde bir saat daha az uyuduklarını bilmiyordum ama sebepleri çok bildik aslında; sosyal faaliyetlere aşırı zaman ayrılması, ağır ev ödevleri, esnek uyku saattleri, yatak odalarındaki televizyonlar, cep telefonları, anne-babanın suçluluk duyguları. Son maddeyi açayım biraz; çalışan ve eve geç gelen ebeveynler çocuklarıyla zaman geçirmek istedikleri için onlara yatağa gitmelerini söyleyen kötü kişi olmak istemiyorlar. Mesela Amerika Rhode Island'da yapılan bir çalışma liseye giden gençlerin %94'ünün uyku saatlerini kendilerinin belirlediğini ortaya koymuş. Ben liseye giderken bile annem hala beni 9.00'da yatırıyordu. Nasıl beceriyordu o kısmı hatırlamıyorum ama Ege liseye giderken ben onu 9.00'da yatırabilir miyim diye düşünmeden edemiyorum. Ben şimdi bile hala oğlumu o saatte yatırmayı başarabilmiş değilim de...
 

Aktigraf
Kitaba dönecek olursam, bir saat az uyumanın nasıl bir etkisi olduğunu araştıran bilim adamlarından Tel Aviv Üniversitesi'nde öğretim görevlisi Dr. Avi Sadeh bir deney yapar. 77 dördüncü ve altıncı sınıf öğrencisini 3 gün boyunca erken veya geç uyumalarını bildiren talimatlarla evlerine gönderir. Bileklerine Aktigraf denen uyku faaliyetlerini takip eden bir alet takar. 3 gün sonunda çocuklara nörobiyolojik bir test verir. Bir saatlik uykunun yarattığı verim farkı, 4. sınıf ve 6. sınıf arasındaki farktan daha büyük çıkar. Diğer bir deyişle daha az uyuyan bir 6. sınıf öğrencisi sınıfta ancak 4. sınıf öğrencisi kadar performans gösterir yani 1 saat daha az uyumak, iki yıllık bilişsel olgunlaşma ve gelişme kaybına eşit çıkar!

Brown üniversitesinden Dr. Monique LeBourgeois uykunun okul öncesi dönem çocukları üzerindeki etkisini araştırır. Araştırmada çocuklar günlük toplam uykuda geçen zamanları değiştirilmeksizin sadece Cuma ve Cumartesi günleri her zamankinden geç saatte yatırılır. Bu çocuklara IQ testi verilir ve hafta sonundaki her bir saatlik farkın 7 puana mal olduğu saptanır. Aynı şekilde Virginia Üniversitesinden Dr. Paul Suratt ilkokul öğrencileri üzerinde benzer bir çalışma yapar ve o da 7 puanlık bir düşüş saptar. Aynı zamanda uyku ile ders notları arasında bir ilişki olduğunu saptayan birçok araştırma da var. Minnesota Üniversitesi'nden Dr. Kyla Wahlstrom 7000'in üzerinde lise öğrencisiyle bir çalışma yapar. Derslerinden A alan öğrencilerin B alandan, B alan öğrencilerin C alandan 15 dk. fazla uyudukları tespit edilir. Carskadon'un Rhode Island'daki 3000'in üzerinde lise öğrencisi üzerinde yaptığı çalışmada da neredeyse birebir aynı sonuç çıkar. Anlayacağınız 15 dk. bile büyük önem taşıyor!
  
MRI taramaları sayesinde uyku üzerine birçok araştırma yapılabiliyor. Bu araştırmalardan çıkan birçok bulgu var ama beni en çok şaşırtan bulgu şöyle, Hipokamp: Beynin olumlu veya nötr uyarıcıları algıladığı, işlediği bölgesi. Amigdala: Beynin, olumsuz uyarıcıları işlediği bölgesi şeklinde kısa bir açıklamadan sonra beni şaşırtan sonuca gelelim; uykusuzluk en çok hipokampa zarar veriyor. Bunun anlamı şu; uyku sorunu yaşayan kişiler hoş olayları hatırlayamazken, kötü olayları rahatlıkla hatırlayabiliyorlar.

Araştırmalardan çıkan diğer bir önemli bulgu da, gün içerisinde öğrenilen bilgilerin gece işlenip kalıcı hale geliyor olması. Örneğin yabancı dil öğreniyorken edindiğimiz yeni kelimeler gecenin ilk bölümlerinde rüya görülmeyen, yavaş dalgalı uyku sürecinde sentezleniyor. Telaffuz motor beceriler, uykunun yine rüya görülmeyen ikinci aşamasında işleniyor, işitsel anılar bütün aşamalarda kodlanıyor. Duygu yüklü anılar ise uykunun rüya görülen anlarında işleniyor. Kişi gün içinde ne kadar çok şey öğreniyorsa gece de o kadar fazla uyumaya ihtiyaç duyuyor.  Çocuklar uykularının %40'tan falzasını yavaş dalgalı uykuda geçiriyorlar. Bu da şu anlama geliyor iyi bir gece uykusu çocukların yeni kelimeleri, zaman çizelgelerini, tarih bilgilerini uzun vadeli öğrenmeleri açısından çok önemli.
  
"Az uyuyan çocuklar zayıf olurlar" bu inanış artık tarihe karışıyor. Aslında daha az uyuyan çocuklar, daha fazla uyuyan çocuklara oranla daha şişmanmış. Merak edenleriniz için işleyişi açıklayayım. Uykusuzluk, açlığı haber veren grelin hormonunda artışa(uykusuz kaldıkça daha çok acıkıyoruz), açlığı bastıran leptin hormonunda azalmaya neden olurken, kortizol hormonunun da artmasına neden oluyor. Kortizol vücudu yağ üretmesi için harekete geçiren hormon. Vücuttaki yağın yakılmasında rol oynayan büyüme hormonu da az uyuyan kişilerde az salgılanıyor. Kısaca, az uyursan vücüdun yağ üret diyor, üstelik olanların da yakımını durduruyor.

Son olarak tam karanlık ortamda çocuklarda ve yetişkinlerde beyin melatonin salgılar bu da uyku getirir. Ergenlerde ise durum farklı. Ergenlerde beyin melatonini çocuk ve yetişkinlere göre 90 dk. daha geç salgılamaya başlar. Eğer evde geç uykuya dalan ergen çocuğunuz varsa bu bilgi sanırım tüm ailenizi rahatlatacak. Ben de aklımın bir kenarına yazdım. Ergenleri sabah yataktan kazıyarak çıkarmanın da bilimsel açıklaması bulunmuş. Sabahları beyinleri melatonin salgılamaya devam ettiği için vücut uyku durumuna dönmek istiyormuş. Güzel olan şu ki Amerika'da bu bilgiye dayanarak bazı okul bölgeleri sabahları okullarının başlangıç saatlerini 1 saat ileri almaya karar vermişler. Sonuç olarak Minnesota'da saat değişikliği en çok başarılı öğrencileri etkilemiş. 1 saatlik fazladan uyku başarılı öğrencilerin SAT(sayısal, sözel akademik yetenek testi) sayısal puanlarını 56, sözel puanlarını 156 puan yükseltmiş.

Kaynak: "Eyvah Çocuğum Büyüyor" Po BRONSON&Ashley MERRYMAN. Basım 2010.

5 Eylül 2012 Çarşamba

Övgünün ters etkisi


Columbia Universitesinin yaptigi bir araştırmaya göre, Amerikalı ebeveynlerin %85'i, cocuklarına akıllı olduklarını söylemenin onemli olduğunu düşünüyormuş.
Turkiye'de bu araştırma yapılsa pek farklı bir sonuc çıkmazdi herhalde.

"cok akıllı benim oglum, teyzesi"... hiç düşünmeden sıklıkla söylediğimiz bir cümle!

Bizde övgünun sadece kelimelerle sinirli kalmayip, kreşlerde bir de sticker uygulamalariyla somutlastirildigini görüyorum. "Dişlerini fırçaladigin icin al sana bir sticker", "yemeğini bitirdiğin icin al sana başka bir sticker". Böylece cocuklar cok başarılı olduklarını, iyi isler yaptıklarını düşünüyorlar. Her yaptıkları takdir ediliyor, hem de herkes tarafından.
 
 
Çocugumuza surekli akilli oldugunu soyledigimizde buna kendisinin de inanması halinde ki -bunu cagristiran bir atasozumuz bile var; "Bir seyi kırk kere soylersen olur"- kendine güvenecegi ve zorluklar karşısında pes etmeyeceğine inanıyoruz. Buna Amerikali annelerin de %85'i inanıyormuş. Hatta biraz daha abartip o donemlerde Amerika'lilar çocuklar arasında yapılan yarismalara kotu gozle bakıyor, ogretmenler kirmizi kalemle hatalari isaretlemeyi birakiyor, hatta Massachusetts'te arkadaslarinin karsisinda sendeleyerek kucuk dusmesinler diye ogrencilerin jimnastik dersinde ip olmadan "ip atladiklari" bir okul bile peydahlaniyor.

Oysa bu alanda yapılan araştırmalar durumun farklı yönde olabileceğini ortaya koymuş; çocuklara "akıllı" etiketi yapıştırmak, beklentilerin altında performans göstermelerine sebep bile olabilmekteymiş.
 
Dr. Carol Dweck 10 yıl boyunca Newyork'un 20 farklı okulundaki 500 öğrencide övgünün etkisini araştırmış. Araştırmacılar her sınıftan çocuklar seçip onlara herkesin kolayca yapabileceği birçeşit bulmacadan oluşan sözsüz bir zeka testi uygulamışlar ve sonunda aldıkları puanları belirtip onlara tek bir övgü cümlesi söylemişler. Bir kısım öğrenci zekalarından (bu konuda çok iyisin), bir kısım ise çabalarından (belli ki çok bulmaca çözmüşsün) dolayı övülmüşler. Ardından biri diğerine göre daha zor olan 2 test daha aynı çocuklara gösterilmiş. Çabalarından dolayı övgü alan öğrencilerin %90'ı daha zor olan bulmacaları seçerken, zekalarından ötürü övülenlerin büyük çoğunluğu kolay olanı seçmiş. Yani anlayacağınız "Akıllı" çocuklar işin kolayına kaçmış!
 
Neden?
 
Dweck'e göre "Akıllı" çocuklar utanılacak duruma düşme riskine girmemişler. Ben de şunu eklemeliyim ki anne-baba, öğretmen ve arkadaşlarının gözündeki konumlarını korumayı seçmişler ve onların beklentilerini boşa çıkarmaktan korkmuşlar. 
 
Okuyunca beni daha da endişeye sevkeden şey ise araştırmanın ikinci yarısı oldu. Daha sonra aynı öğrencilere seviyelerinin üzerinde iki test vermişler ve tabii ki hepsi başarısız olmuş. Çabalarından dolayı övülen çocuklar teste fazla konsantre olamadıklarını söylerlerken, "Akıllı" çocuklar başarısızlıklarını aslında o kadar da akıllı olmadıklarının kanıtı olarak görmüşler.
 
Araştırmanın son aşamasında ise tüm çocuklara ilk aşamadaki kadar kolay bir test daha verilerek hepsinin başarılı olması sağlanmış. Sonuçlar karşılaştırıldığında çabalarından dolayı övülenler ilk başlangıçtaki puanlarından %30 fazla, zeki oldukları için övülenler ise ilk puanlarından %20 daha az almışlar. Bu sonuç araştırma yapanları bile şaşırtmış, yanlış övgünün bu kadar yüksek oranda ters etki yapacağını beklemiyorlarmış.
 
Kısaca; verdikleri çabaya vurgu yapmak çocukların kontrol edebilecekleri bir özellikken, doğuştan getirdikleri zekaya vurgu yapmak üzerlerinde kontrolleri olmayan bir durum ve bu çocuklar bir başarısızlıkla karşılaştıklarında nasıl tepki vereceklerini bilemiyorlar. Ayrıca "Akıllı" çocuklar şöyle de düşünüyor "akıllıyım, o zaman çaba harcamama gerek yok!" Bu etki okul öncesi dönemdeki çocuklar da bile saptanmış.
 
O zaman övgu nasıl yapılmalı? sorusunu sormak gerekiyor.

1- Övgü belli bir noktaya odaklanmalı ve somut olmalı.
Buna bir ornek çalısmayı anlatarak cevap vereyim.
Notre Dame Üniversite'sinde sürekli kaybeden hokey takımında övgünün etkisi denenir ve takım Play-off'lara kalır. Övgü faydalı olmuştur. Arastirmalara gore ovgünün faydalı olabilmesi icin belirli bir noktaya odaklanilmasi gerekiyor ve bu çalısmada da hokey takımının oyuncuları rakibin kalesini yoklama sayılarından dolayi ovulmusler.

2- Samimi olmalı. Biz yetiskinlerin aldığımız sahte bir iltifatı anlayabilmemiz gibi 7 yasından büyük cocuklar da övgünun samimiyetini irdelerler.

3- Övgü sonuca değil, süreçteki çabaya yapılmalı. Cocuklar yaptıkları isin sonucuyla degil, surecle ilgilidirler. Asırı övgü onları sonuc odaklı yapar ve sonunda derslerini anlamak icin degil not icin çalışan cocuklar olup çıkarlar.
 
 
Bu yazıda "Eyvah Çocuğum Büyüyor" Po BRONSON&Ashley MERRYMAN, kitabından yararlanılmıştır.

Yazmanın tadına doyum olmuyor...

26 Ağustos 2012 Pazar

Cocuğumu tek basına uyumaya nasil alıştırıyorum?

Ege'nin odasını o, 6 aylıkken ayırmıştım ama bu zamana kadar uykuya dalincaya dek onun yataginda yatiyor, sonra kendi yatagima geciyordum. Ege 4 yasını doldurdu. Her ne kadar onunla birlikte uyumayı sevsem de bir noktada tek basına uyumayı öğrenmesi gerektiğine inandığımdan durduk yerde rahatımı, keyfimi bozdum.
 

Tek basina uyumaya alistirmanin 5.gunundeyiz. Aslinda ikimiz de yeni duruma alışmaya çalışıyoruz. İkimizde diyorum çünkü ilk gece hiç beklemediğim birsey oldu; suçluluk duydum. Tıpkı emzirmeyi bıraktığım günkü gibi... Eğer siz de sucluluk duyarsanız hiç merak etmeyin, doğru şeyi yaptığınızdan emin olun ve asla yarı yolda vazgeçmeyin, bu ilerisi icin daha zor bir duruma davetiye çıkarır.

Ben nasıl yapmadım?

Ben asla cocuğumu odaya koyup "sen buyudun artik kendi basına uyumalisin" diyerek onu yalniz birakmadim. Bilirsiniz TRT'de "Dadi" adinda bir program var. Oradaki psikolog/pedagog (ne oldugundan pek emin değilim!) anneleri tam da boyle yapmaları icin yönlendiriyor malesef. Ağlasa da zirlasa da çare yok. Cocuklar tek baslarına uyuyorlar hem de ilk gunden ama ağlamak ve bağırmaktan yorgun düştükleri icin ve çaresizliği kabul ettikleri icin! Bu tabloya cok üzülüyorum. Tüm bu zorlamaya hiç ihtiyac yok aslında. Umarım bu programi seyreden anneler gördüklerine degil, içgüdülerine inaniyorlardir.



Ben cocuğun tek basına uyumaya ikna edilmesi, kademeli olarak alistirilmasi ve asla terkedilmemesini öneriyorum. Sadece önermiyorum kendim de oyle yapıyorum. Daha kolay olmuyor, zaman alıyor, sürekli açıklama yapmanız, cocuğu dinlemeniz, ağzını degdirip çekeceğini bildiginiz halde usenmeden gidip su getirmeniz, iki degil üç, dort hikaye okumaniz, "anne yanima yaaatt" dedikce yanina yatmamak icin kendinizle savasmaniz gerekiyor...bizde boyle oluyor...ama bu sürecin ardından cocuğunuz o gece mutlu bir sekilde uykuya dalıyor. Ertesi gece yine aynı döngü basliyor...Ege'yle ayni yatakta uyurken ben de dinleniyordum ama 5 gündür bedenen daha cok yoruluyorum.

İlk iki gece yanında uzun oturarak, 3. gece yatağın kenarına iliserek, 4. gece yatağın yanındaki sandalyeye oturarak kitap okudum. Her gece bana neden yaninda yatmadigimi sordugunda ona hep aynı açıklamayı yaptım. "buyuyen cocuklar tek baslarina uyuyabilirler. Ben ve baban gibi sen de tek basına uyuyabilirsin, yeterince büyüdün, öğrenmen icin sana fırsat veriyorum annecim. Büyümen icin sana yardim ediyorum" dedim. İkna olmuş görünüyor. Bizde ise yaradı...

Ne dediğinizden kadar nasıl söylediğiniz onemli. Siz de cocuğunuzu ikna etmenin bir yolunu bulabilirsiniz.

Onları tek baslarına odalarında bırakıp, aglayarak uyuyakalmalarini beklemekten cok daha insancil bir yöntem, degil mi?




Yazmanın tadına doyum olmuyor...

24 Temmuz 2012 Salı

Kardeşler arası ilişkiler...

Kardes kıskançlığı cok sık karşılaşılan bir sorun olması nedeniyle sanki doğalmis gibi algılanır ama bu müdehale edilmesine gerek olmadıgı anlamına gelmemelidir. Aslında kardes kıskançlığı anne sevgisinin kaybedilmesi endişesidir ve kendi haline birakilmasi degil, yonetilmesi gereken bir süreçtir. Bebeğin varlığı ile değişen ortamda büyük çocuğun anne sevgisini kaybetmekten endişe etmesi doğal bir duygudur, bu duygunun davranış sorunlarına dönüşmesi ise sürecin iyi yönetilememesinden kaynaklanır ve doğal olmayan da budur.

Annesinin sevgisini kaybetme endişesi yaşayan büyük çocuk rahatlatilmaya ihtiyaç duyar. Anne baba bu konuda bazı önlemler almalıdırlar. Örneğin anne bebeği severken baba da büyüğü sevebilir ya da tam tersi, anne küçükle ilgilendikten sonra büyüğe de ilgi gösterebilir, bebeği emzirirken büyüğü de okşayabilir, çocuk istekli olduğu sürece bebeğin bakımında kendisine yardımcı olması için anne büyüğe fırsat verebilir gibi... Çevremde sıklıkla görüdüğüm en büyük yanlis büyüğün anneanne/babaanne yanına gönderilmesi, yaz kampları vs.. ile evden uzaklaştırılması oluyor. Kardesler unutmamak gerekir ki kardesi degil, anne babanın sevgisini kıskanır. Yapılan bu yanlış uygulamayla, çocuğun anne/baba tarafından sevilmeyeceği yönündeki algılaması birnevi doğrulanmış oluyor. Bu gibi yanlış yöntemlere başvurmamak için evde anneye destek verebilecek bir yakının olması özellikle bu dönemin atlatılmasında anneye yardımcı olacaktır.

'Kardeş kıskançlığı' demek bana gerçekten çok doğru gelmiyor, 'anne sevgisini kaybetme endişesi' evde devam ettiği sürece bu durumdan muzdarip olan büyük kardeş evin dışında da bazı sıkıntılı anlar yaşar. Çevredeki diğer yetişkinler bebeği severken büyük kardeşin yüzünden ve tavırlarından rahatsızlık duyduğu çok rahat gözlemlenebilir. Bu durumlarda anne/baba anlık yaklaşımlarla durumu idere edebilirler. Garson bebeğinizi severken siz de büyük çocuğa yaklaşabilir, onunla konuşabilirsiniz. Eğer bu sizi ve çocuğu rahatlatacaksa neden yapmayasınız?

Burada asıl sorun kardeşi kıskanmak değil de anne sevgisini kaybetme endişesi ise neden o zaman garson severken de büyük çocukların yüzleri birden değişir? Annesinin sevgisini kabetmesine yol açan kişi olarak büyüğün öfkesi kardeşe yönelir de o yüzden. Sorunun kaynağı anne/babanın tavırları olmasına rağmen çocuğun gözünde sorun bebeğin varlığıdır ama burada güzel haber; dışarıda yaşananlar için çok endişe etmeye gerek yoktur. Anne/baba evde süreci doğru yönetmeye devam ederse zaman içinde büyük kardeş için hassasiyet ortadan kalkar ve bebekle sessiz bir barış anlaşması imzalanır. Bir kere annesinin sevgisinden emin olduktan sonra ise çevreden gelen etkiler çocuk için artık bir sorun teşkil etmez.

Kardeşler arasındaki ilişkilerde anne/babanın tavırları çok belirleyicidir. Bazı kardeşler yetişkin olduklarında dahi sağlıklı bir ilişki kuramıyorlarsa, sebebi önce anne babanın geçmişten beri kendilerine karşı davranışlarında aramak gerekir diye düşünüyorum. Kardeş elbette ki iyidir tabii ki anne/baba ilişkileri iyi yönetebildiği sürece!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...