okula başlama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
okula başlama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

25 Ocak 2021 Pazartesi

Salgın sonrası okula dönüşte öğrencilerin sosyal-duygusal gelişimlerini desteklemek için neler yapılabilir?

Krizler ve uzun süreli okul kapanmaları öğrencilerin, öğretmenlerin ve ailelerin psikolojik iyi oluş hallerini olumsuz etkiledi. Bir yıl gibi uzun bir süre kapalı kalan okulları açtığımızda öğrenme kayıplarıyla ve uyaran eksiklikleri, aile içi ilişkiler, yalnızlık ve daha pek çok etki nedeniyle bilişsel alanda, sosyal becerilerde gerileme, duygusal alanda çeşitli sıkıntılarla öğrencilerimiz karşımıza gelecek. 

Okulların kapalı kaldığı bu süreçte, evlerinde pek çok farklı hikayeler yaşadı çocuklar ve bu hikayelerin etkilerini okulda hep birlikte yaşayarak göreceğiz:  

❕Kendisini baskı altında hisseden öğrencilerimizin, okulların açılmasıyla birlikte sosyal ilişkilerine sınır koymakta zorlanması,
❕Evde kuralsız, rutinsiz ve sınırsız bir ortamda yaşayan öğrencilerimizin okula döndüğünde kuralları içselleştiremekte ve rutinlere alışmakta zorlanması, 
❕Evlerinde kendilerini güvende hissetmeyen çocukların yardım isteyebildikleri okullarından uzak kalmaları sonucu stres ve anksiyete belirtileriyle okula dönmeleri, 
Görece küçük yaştaki çocukların online olarak da sosyalleşememeleri nedeniyle okula döndüklerinde arkadaşlık kurma, sürdürme, ilişkilerde sorun çözme vb. konularda daha fazla desteklenmeye ihtiyaçlarının olması,
❕  Yakınlarını kaybetmiş çocukların, bu dönemde rutin cenaze törenlerinin de yapılamayışı nedeniyle normal bir yas dönemi geçirememiş olmaları nedeniyle gecikmiş yas semptomları göstermeleri, 
❕ Etrafının daha çok bilincinde olan yaşı görece büyük çocukların endişe seviyelerinin artmış olması durumlari ile karşılaşacağız, 
❕Özel öğrenme güçlüğü yaşayan öğrencilerimiz ile ilgili ise şöyle bir olumsuz tablo ile karşılaşmak çok olası görünüyor. Öğrenme güçlüğü çeken öğrencilerimizin bu durumu, fark edilemeyerek pandemi öncesi "yeterince çalışmadıkları" veya "aileleri tarafından ilgilenilmedikleri" için başarılarının düşük olduğu algısı varken;  bunlara ek olarak pandemi sonrası "öğrenme kaybı nedeniyle başaramıyorlar" düşüncesi özel öğrenme güçlüğü yaşayan çocukların tespit edilmesini zorlaştırabilir.

Hiçbir zaman tam olarak hazırlıklı hissedemeyebiliriz ancak yine de yapılabilecekler üzerine okul yönetimleri, öğretmenler ve psikolojik danışmanlar olarak daha fazla vakit kaybetmeden hep birlikte düşünmemiz gerekiyor. Pandemi sonrası okula sağlıklı bir uyum süreci yaşanması için alınabilecek önlemleri her okul sahip olduğu kaynakları ve ihtiyaç alanlarını belirleyerek kendi özelinde planlarsa verimliliğin artacağına inanıyorum. Tabii ki "okul terkini azaltmak için ailelere maddi destek yapılması", "okullarda oyun oynamaya ve serbest zamana daha fazla vakit ayrılması" gibi bazı genel tedbirler için bakanlığın önlem alması gerekecektir. Ancak merkeziyetçi yapıyla yönetilmeye alışkın olduğumuz kültürün etkisiyle, okul bünyesinde alabileceğimiz önlemler için de çözümü tamamen bakanlıktan  bekleyeceğimizden endişe ediyorum doğrusu. Beklemeyip, öğretmenler, okul yönetimleri, rehber öğretmen/psikolojik danışmanlar, aileler, öğrenciler hep birlikte ve sorumluluk alacağımız konusunda birbirimize güvenerek bir araya gelirsek etkili çözümler oluşturabiliriz.

Her okul kendi bünyesinde, çocukların "güvende olma" ve "bir yere ait hissetme" ihtiyaçlarını gidermek doğrultusunda tedbirler düşünmelidir. Öğrenme kayıpları elbette önemli ancak pandeminin öğrenciler üzerindeki duygusal, fiziksel, mental etkilerini; öğrenme kayıplarından daha öncelikli olarak hesaba katmamız çok yerinde olacaktır. 

Okullar açıldığında, kendi okulumuzda nasıl bir durumla karşı karşıya olduğumuzu betimleyecek, genel resmi görmemizi sağlayacak bir veriye ihtiyacımız olacak. 

 ✔  Bu nedenle ilk olarak okul risk haritaları aracılığıyla yüksek risk grubundaki öğrencileri saptayarak önceliği "okulu bırakma riski yüksek olan öğrencilere vermeli ve onları okula kazandırmak için bir yol haritası belirlemeliyiz. 

 ✔ Uygun ölçme değerlendirme araçlarıyla öğrenme kayıplarını saptayarak akademik alanda alınması gereken önlemleri planlamalıyız. 

  ✔  Öğretmenlere, stres altındaki çocukların gösterdikleri tepkileri fark etmeleri için destek vermeli ve ileri düzey yardım ihtiyacı olan öğrencileri okulların rehberlik servislerine yönlendirmeleri için gereken iletişim kanalını kurmalıyız. 

"Psikolojik iyi oluş (well-being) literatürüne göre psikolojik sağlamlığımızı güçlendirmenin 5 önemli kaynağı vardır: İnançlarımız, Bilişsel becerilerimiz, Fiziksel aktivitelerimiz, Alabildiğimiz sosyal desteğimiz, Duygularımızı ifade etme becerilerimiz. Bu bilgiden hareketle eğitimciler olarak okulların destekleyici bir sosyal çevre, çocukların ait olduklarını hissettikleri yerler, duygularını ifade edebilecekleri ve olumlu benlik algısı geliştirmelerine fırsat veren güvenli bir ortam olarak işlevini yerine getirmesi için çalışabiliriz. 

Öğrencilerin sosyal ve duygusal gelişimlerini desteklemek, psikolojik sağlamlığını arttırmak ve uyum sürecini daha rahat atlatmalarını sağlamak için okullarda;

  • Sağlıklı bir "öğrenci-öğretmen ve akran ilişkisinin" tüm şubeler ve sınıflar arası ilişkileri kapsayacak şekilde kurulmasını destekleyebilir, 
  • Çocukların okula dair aidiyet duygusu geliştirmelerini sağlayabilir,
  • Çocukların öz-yeterlilik duygusu, olumlu benlik algısı geliştirmeleri için onları destekleyebiliriz. 
  • Ayrıca stresi arttıran faktörlerin en başında gelen, olayları kontrol etme gücümüzün ortadan kalkmasına neden olan, belirsizliğin azalması için gereken önlemleri alabiliriz. Buna okul idareleri ve öğretmenlerin tutarlı davranmaları da dahil edilebilir.   

Peki tüm bunları nasıl yapabiliriz?

Ders içi ve ders dışı ortamların düzenlenmesi ile:

İçinde bulunduğumuz dönemin var olan zorluklarını göz önünde bulunduran bir pedagojik yaklaşımla ders içi ve dışı ortamları yeniden düzenleyebiliriz. Bu şekilde hem her bir çocuğun okulda, bir biçimde, var olmasını ve okula aidiyet duygusu geliştirmesini sağlayabilir hem de öz-yeterlilik duygusunu zedelememeyi başarabiliriz.

Sınıfın kurallarını değil, değerlerini oluşturmalı ve bu değerleri onların duygularıyla eşleştirmeliyiz. Bunu nasıl yapacağız? Önerim öğrencilere sınıfta kendilerini nasıl hissetmek istediklerini sorup, bunu hangi davranışlarla sağlayabileceğimiz üzerinde birlikte düşünmemizdir.  Ayrıca yukarida değindiğim gibi öğrencilerin derste var olmalarını, kendilerini önemli ve değerli hissetmelerini sağlamak için, öğretmenlerimizin etkileşimli ders tasarımı yapmalarını her zamankinden çok daha önemli buluyorum. En pasif öğrencimiz de dahil çocuklara derse katılım gösterebilecekleri fırsatlar yaratmak, çocukların öz yeterlilik duygusunu geliştirmeleri ve pandemi sonrası okula sağlıklı şekilde uyum sağlamaları için gerekli. Bunu yaparken öğretmen olarak cesaretlendirici, teşvik edici olmamız çok önemli. Bir diğer can alıcı nokta ders tasarımımızla çocukların katılım gösterebilecekleri farklı yollar sunmamız. Özellikle ders başarısı düşük veya çekingen öğrencilerin akademik olarak başarma duygusu yaşaması için onlara başarabilecekleri kolaylıkta, sadece sözel olarak değil, katılım gösterebilecekleri farklı yollar da sunarak ve daha çok destekleyerek kendilerinden istenen şeyi yapabileceklerine dair bir güven duygusu oluşturmamız.   

Uzaktan eğitimden beklediğimiz kadar faydalanamayan öğrencilerin kendine güven duymayabileceklerini, tedirgin, kırılgan ve çekingen belki de savunmacı bir tutumla agresif davranabileceklerini hesaba katarak onlarla iletişimde bulunmamız onlara karşı sabırlı olmamızı sağlayarak anlamlı bir fark yaratacaktır. İyi hissetmenin ve öğrenmenin ancak bir ilişki içerisinde gerçekleştiğini bilerek, okula dönüş sürecinde öğrencilerimizle kurduğumuz yakın, sıcak ve güvene dayanan ilişkinin, duygusal paylaşımlarımızın onların sadece akademik başarısına değil, aynı zamanda psikolojik sağlamlığına, iyi oluş hallerine katkı yapacağının farkında olarak davrandığımızda istediğimiz sonuca ulaşabiliriz.

Üzerinde önemle durulması gereken bir diğer konu, aktarım yöntemini mümkün olduğunca sınırlandırıp, çocukların aktif olmasını sağlayan, işbirliğine yer veren dersler tasarlayarak bir amaç etrafında toplanmış olan çocuklardan utangaç, daha düşük özgüvene sahip, sosyal becerileri yeterince gelişmemiş veya dışlanmış olanların ilişkiyi başlatmak konusunda yaşadıkları stresi azaltmak ve sosyalleşme yönünde bir adım atmalarını kolaylaştırmak. Tüm bunlara ek olarak derse başlamadan önceki ufak sohbetlerin de hakkını teslim etmeden geçmemek gerekir. Bu sohbetleri sınıf içinde olumlu bir hava yarattığı, etkileşim için fırsat verdiği ve sınıftaki klikleşmelerin azalmasına yardımcı olduğu için çok değerli buluyorum.

Öğrencilerin okulda bir şekilde 'var olduklarını hissetmeleri' normalleşme ve uyum sürecinde çok etkili olacaktır. Kişisel ilgilerine uygun olarak ders dışı faaliyetlerle meşgul olmaları, kendilerini akışa kaptırarak üretken hissettikleri anların sayısının artması ile öz-yeterlilik ve olumlu benlik algısı geliştirmelerine fırsat yaratan ortamlar yaratabiliriz. Bunun için öğrencilerimizin ilgi gösterebilecekleri çeşitli aktivite alanları yaratmaya çalışabiliriz. Örneğin, koridora koyulacak bir masa tenisinin yapamayacağı şey çok azdır. Tecrübeyle sabit. Bu noktada eğitsel kollardan bahsetmemek olmaz elbette. Okulu dershane mantığından uzaklaştırmak, yaşayan ve dinamik bir yer haline getirmek için kısa vadede en uygulanabilir çözümün eğitsel kolların işlerliğinin geri kazandırılması olduğunu düşünüyorum. Meslek hayatım boyunca eğitici kolların olması gerektiği gibi işlediğine pek tanıklık edemedim. Bu sorunu bakanlık düzeyinden, il, ilçe, okul yönetimlerine, öğretmenlerden öğrenci ve velilere kadar eğitimin tüm paydaşları olarak bildiğimizi düşünüyorum ama yine de istediğimiz sonucu almaktan çok uzağız. Adeta böyle gelmiş böyle gider algısı, bu durumu kabullenmemize neden oluyor sanki. Bir nevi normalleştiriyoruz bu işlevsizliği. Tam da şimdi öğrencilerin kendilerini ifade etme aracı olarak ders dışı aktivitelerin iyileştirici gücünden faydalanma zamanı. Belki bu sayede krizi fırsata çevirip, çoğunlukla işlemeyen, angarya olarak sistemde yerini koruyan eğitsel kolları çalıştırmayı başarabiliriz. Bu konudaki engelleri aşmanın yolunu okul olarak bulabiliriz ya da olması mümkün değil ise bakanlık olarak farklı bir sistemi derhal devreye sokmalıyız. Veliler bu konuda takipçi, destekçi ve talepkar olmalılar.

Ayrıca rehberlik ve psikolojik danışmanlık programlarında var olan, kişiliğimizin güçlü yanlarını ortaya çıkaran kazanımların sınıf öğretmenliği saatlerinde işlenmesiyle, çocuklarımızın karakterlerinin güçlü yanlarının farkında olmalarını sağlayarak, normalleşme döneminde psikolojik sağlamlıklarını arttırmalarına destek olabiliriz, öğrencilerin salgına ve evde kapalı kalmaya ilişkin duygularını paylaşabilecekleri grup oturumları düzenleyebiliriz. Öğrencilerimizle yaptığımız konuşmalarda evde kapanmanın bize ve dünyaya getirdiği olumlu değişimler üzerinde konuşarak, her kötü olayın bir de iyi tarafı olabildiğini fark etmelerini sağlayabiliriz. 

Buraya kadar üzerinde durduğum meseleyi özetlemem gerekirse; aslında yukarıda paylaştığım önerilerin ortak noktası eğitimciler olarak okulda çocukların bir şekilde var olmasını sağlamak, destekleyici sosyal bağları güçlendirmek ve çocukların stresle başetme becerilerini geliştirebilecekleri bir öğrenme iklimi oluşturmak. Tüm bunları planlama ve uygulamada rehber öğretmen/psikolojik danışmanlar ile işbirligi içinde olarak, önleyici bir yaklaşımla çocukları destekleyebiliriz. 

Okula uyumda "öğretmen boyutu"

Tabii okula belli bir stres ve yorgunlukla dönen sadece çocuklarımız değil, öğretmenler, yardımcı personeller, kantin, yemekhane vs. görevlileri... Kısacası okulda çocukla iletişimde olan herkesin iyilik halini önemsemeli ve zümre arkadaşları, rehberlik servisi ve okul idaresi olarak birbirimizi nasıl destekleyebileceğimizi düşünmeliyiz. Buradaki anahtar kelime öğretmenlerin 'iyilik hali.' Öğretmenler de stres yaşıyorlar, belki yas tutuyorlar, aileleri için endişelenirken bir de öğrencileri için endişe ediyorlar. Öğretmenler, öğrencilerinin, ailelerin ve kendilerinin beklentilerini yönetebilmek ve ev ile okul arasında bir denge kurabilmek durumundalar aksi halde tükenmişlik yaşayabilirler. 

Araştırmalar öğretmenlerin ruh sağlığını koruyucu iki olası faktörden bahsediyor. 

  1. Gelişmiş duygu beceri yönetimi. duygularını doğru şekilde tanıyan, neden ve sonuçlarını anlayan, doğru adlandıran, ifade eden ve yöneten kişiler daha fazla iş tatmini ve daha az tükenmişlik yaşıyorlar.
  2. Gelişmiş duygu yönetimi becerisine sahip bir yönetici ile çalışan öğretmenler daha olumlu duygular yaşama eğiliminde oluyorlar. 

Öğretmenlerin birbirine nazik oldukları, sıcak, güvene dayalı ilişkilerin hakim olduğu destekleyici bir okul iklimi yaratmak, öğretmenlerin kendilerini ders dışındaki ortamlarda ifade edebilmeleri için alanlar yaratmak, öğretmenler arası işbirliğine fırsat yaratan etkinlikler tasarlamak, derse girmenin yanı sıra öğretmenlerin kendilerini üretken hissettikleri anların sayısını arttırmak, zümreler arası iletişimi ve işbirliğini güçlendirmek için çalışmak ve bir araya gelip bunları nasıl yapacağımıza dair somut adımlar planlamak alınabilecek önlemler arasında. Örneğin okulda öğretmenlerin birbirinden destek istemelerinin cesaretlendirildigi bir iklim oluşturmak çok degerli. Bir öğretmenin sınıfta zor anlar yaşadığında boşta olan bir arkadaşına mesaj atarak destek olmasını isteyebileceği bir yardımlaşma ortamı yaratmak öğretmenlerimizin kendilerini güvende hissetmelerine büyük destek olur. Bu gibi önlemler ile öğretmenlerimizi tükenmişlikten koruyarak; onların iyi oluş hallerini destekleyebiliriz. Öğretmenlerin iyi hissetmeleri için ders programlarını, çalışma şartlarını sürekli değiştirmeden bir rutin oluşturmalarını sağlamak da onlara verilebilecek önemli bir destek olur.  

Okula uyumda aile boyutu:

Pandemi sonrası okula dönüşün bir de aile boyutu var elbette. Aileler çocuklarını desteklemeden önce kendi ihtiyaçları doğrultusunda yardım almalılar. Çeşitli yöntemlerle ailelerin kendi ihtiyaçlarını ve çocuklarının ihtiyaçlarını varsa önerilerini onlardan öğrenebiliriz. Çoğu zaman başvurdukları ilk birim okullarımızın rehberlik servisleri oluyor. Okul, ekonomik kayıp yaşayan, kalabalık olduklarından dolayı sosyal mesafeye dikkat edemeyen geniş ailelerde yaşayan, çocuklarına gereken destek ve ilgiyi gösteremeyen aileleri saptayarak ve ihtiyaç halinde ilgili kurumlara yönlendirerek onlara destek olabilir. Ayrıca çocuklarda görülebilecek semptomları fark edebilmeleri, çocuklarına duyguları tanıma, ifade etme, sorunlarıyla baş etme becerilerini nasıl geliştirebilecekleri konusunda yardımcı olabilmeleri için ailelere eğitimler verilmesi, uygulamaya dönük atölye çalışmaları yapılarak desteklenmeleri gerekir. 

Okula uyumda liderlik boyutu

Tüm bu önlemleri hayata geçirmemiz için; uzaktan eğitim sürecinde yıpranmış olan öğretmenleri heyecanlandırabilecek, ortak bir amaç etrafında toplayabilecek, yeni fikirlere açık, bunları hayata geçirmek için gereken maddi kaynakları yaratmak için çaba harcayacak, öğretmenlerinden destek alabilecek güçlü, adanmış ve güvenilir okul liderlerine ve böyle bir lideri takip etmeye istekli, uyumla çalışabilen bir okul ekibine ihtiyacımız var.

Bu yazıda amacım pandeminin getirecegi değişime uygun bir hazırlık yaparak yeni döneme girmemiz gerektiğine ve bahsi geçen ana başlıklar altında okulların kendi çözüm yollarını bulmasi gerektiğine dikkat çekmekti. Her okulun kendi özelinde ne gibi somut adımlar atılabileceğini, tüm öğretmenlerin katilimi ile belirlenmesi dileğimle... Not: Özel öğrenme güçlüğü yaşayan öğrencilerin tespitinde oluşabilecek zorluğa dair dikkat çekerek, yazıya katkı sunan arkadaşım Psikolog Gökhan Çelik'e teşekkür ederim.

Kaynakça: 

Planing School Reopining And Recovery After Covid-19 https://www.cgdev.org/sites/default/files/planning-school-reopening-and-recovery-after-covid-19.pdf

Thinking About Pedagogy In An Unfolding Pandemic. http://issuu.com/educationinternational/docs/2020_research _covid-19_eng

Resilience- The Art of Coping With Disasters- İsraelX.                      http://www.edx.org/course/resilience-the-art-of-coping-with-disasters 

http://www.yankiyazgan.com/ogretmenler-kaygili-ve-bunalmis-durumdalar-su-an-her-zamankinden-daha-fazla-sosyal-duygusal-ogrenmeye-ihtiyac-var/

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Sınıfın en küçüğü olmak neden dezavantajlı?

Yeni okul dönemi başlamak üzere. Bir ilkokula tayin olduğumu öğreneli birkaç gün oluyor. Okula yeni başlayacak çocukların okula uyum sürecini onlar için nasıl kolaylaştırabiliriz diye düşünüyordum, birden aklıma 60-66 aylık çocuklar ile 72 ay ve üzeri olan çocuklar aynı sınıfta olacaklar mı sorusu takıldı ve endişelendim. Tam bu ruh hali içindeyken internette gözüme çarpan bir araştırma endişelerimi daha da arttırdı.

homeInstitute of Fiscal Studies (İngiltere) tarafından Mayıs 2013'te yayınlanan araştırmada eğitim öğretim yılının başında (Eylül) doğan çocuklarla eğitim yılının sonunda (Ağustos) doğan çocuklar arasında büyük farklar olduğu gösterilmiş. Üstelik sadece akademik başarı açısından ya da ilkokul birinci sınıfa uyum açısından da değil. Daha önce aslında büyük yaş gruplarının akademik açıdan küçüklere oranla daha başarılı olduğunu gösteren araştırmalar vardı ama bu araştırmanın diğerlerinden önemli bir farkı var; eğitim hayatının başında kendisini ortaya koyan bu etkinin ömür boyu devam ettiğini söylüyor bu araştırma. 

Ağustos ayında doğan, sınıflarının en küçükleri olan, çocuklarda; Eylül doğumlu, sınıfının en büyükleri olan, yaşıtlarına göre;
  • Önergenlik döneminde; akademik becerileriyle ilgili düşük kendine güven gözleniyor ve kaderlerinin kontrolünün kendi ellerinde olmadığı hissi bu çocuklar tarafından daha çok yaşanıyor, 
  • 11 yaşlarında hafif düzeyde özel eğitim ihtiyacı olduğuna dair etiketlenme riskleri biraz daha fazla oluyor,
  • Daha az oranda 18-19 yaşlarında üniversiteye gidiliyor,
  • Erken sigaraya başlama gibi olumsuz davranışlar daha sık görülüyor,
  • Yetişkinlikte ise işsiz olma ihtimalleri diğer gruba göre biraz daha olası ve (göreceli olarak) daha mutlu veya daha sağlıklı da değiller.
Bu araştırmaya göre eğitim sistemi açısından en önemli sorunlardan biri, bu çocukların kendilerinden 11 ay daha büyük sınıf arkadaşlarıyla ülke genelinde yapılan standart başarı testlerine tabii tutuluyor ve onlardan daha düşük başarı gösteriyor olmaları. Hiçbir çocuk sırf doğduğu ay nedeniyle eğitim hayatında ilerlemede dezavantajlı olmamalı. Araştırmayı yapan uzmanların önerisi ulusal test sonuçlarının yaşlara göre uyarlanması yönünde. Araştırmacılar bu sonuçlar doğrultusunda sınıfın en küçüğü olan çocukların, her zaman yaşıtlarına göre birçok açıdan risk altında oldukları konusunda aileleri uyarıyorlar. 
Daha çok ayrıntıya ulaşmak isterseniz aşağıda kaynak olarak verdiğim linke ya da yukarıda koyduğum bağlantıya tıklayabilirsiniz.



Gelelim bizdeki duruma....

Daha önce çocukların ilkokula erken yaşta başlaması konusundaki düşüncelerimi burada yazmıştım. 84 aylık çocuklarla aynı sınıfa konan 60 aylık çocukları düşününce endişelerim daha da artıyor.

Eğitimde kol kırılıp yen içinde kalmamalı. Geçtiğimiz yıllarda bizzat yaşadığım bir durumu aktarmak istiyorum. Eğitimciler olarak hata yaparız ve bunu kabul etmek ve anne babalardan çocuklarına daha fazla yardım etmediğimiz için özür dilemek zorundayız. 

4 4 4 sistemi ilk uygulamaya konulduğu yıl, ay farkı çok olan çocukların bir sınıfta toplanmamaları gerektiğini, küçük çocuklar için dezavantajlı bir durum oluşturacağını tahmin ediyorduk. Görevim gereği okul müdürüme bu yönde tedbir almamız (sınıfları ay farkına göre ayırmak) gerektiği konusunda bir hatırlatma yaptım fakat malesef ki sonuç olumsuz oldu. İdarecim sınıfları ay farkına göre ayırmamasının nedeni olarak "hiçbir öğretmenin küçük yaş çocuklarıyla dolu bir sınıfı kabul etmeyeceği"görüşünü dile getirdi. Sırf bu düşünce yüzünden mi bu konu öğretmenlere karşı dile bile getirilmedi? Gerçeği bilmiyorum belki bunu bir mazeret olarak kullanıyordu. Beni düşündüren bu mazerette bir gerçeklik payı olabilir mi? Eger öyleyse biz öğretmenler ne zamandan beri çocukların yararına alınması gereken kararları kendi rahatımıza uymuyor diye kenara atıyoruz ki? ya da bu tamamen asılsız,  doğruluğu olmayan bir görüş ise bu idareci ne uğruna çocukların yüksek yararını gözetmeyi tercih etmedi?

Şu anda kelimeler oyle sınırlıyor ki beni....aslında yazmıyor, avazım çıktığı kadar bağırıyorum!!!

Sevgili anne babalar çocuklarınızı 72 aylıktan bile küçük yaşta okula başlatmak niyetindeyseniz lütfen okul yönetimlerine, ilçe ve il milli eğitimlere giderek, konuşarak, olmadı dilekçe vererek, aylarına göre sınıfları ayırmaları konusunda ısrarcı olunuz. Siz farkında olursanız, arkamızda durursanız bizler de eğitimde daha iyi şeyler yapabiliriz.

Sayın okul müdürleri, yukarıda aktarılan bilgiler ve geçmiş yıllardan edindiğimiz tecrübeler gösteriyor ki özellikle birinci sınıfları ay gruplarına göre ayırmak çocuklarımız için en iyisi olacak. Bu konuda adım atılmasının önündeki engel (bana ifade edildiği gibi) öğretmenlerin isteksizliği ise öğretmenleri ikna etmek sizin elinizde, bizim elimizde... Eminim ki geçerli sebepler açıklanınca öğretmenlerimiz çocukların yararını gözeteceklerdir.

Çocuklarımızın, bizlerin kararlı duruşumuza ihtiyaçları var.


Kaynak: http://www.ifs.org.uk/pr/mob_may2013.pdf
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...