araştırmalar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
araştırmalar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Ağustos 2014 Çarşamba

Sınıfın en küçüğü olmak neden dezavantajlı?

Yeni okul dönemi başlamak üzere. Bir ilkokula tayin olduğumu öğreneli birkaç gün oluyor. Okula yeni başlayacak çocukların okula uyum sürecini onlar için nasıl kolaylaştırabiliriz diye düşünüyordum, birden aklıma 60-66 aylık çocuklar ile 72 ay ve üzeri olan çocuklar aynı sınıfta olacaklar mı sorusu takıldı ve endişelendim. Tam bu ruh hali içindeyken internette gözüme çarpan bir araştırma endişelerimi daha da arttırdı.

homeInstitute of Fiscal Studies (İngiltere) tarafından Mayıs 2013'te yayınlanan araştırmada eğitim öğretim yılının başında (Eylül) doğan çocuklarla eğitim yılının sonunda (Ağustos) doğan çocuklar arasında büyük farklar olduğu gösterilmiş. Üstelik sadece akademik başarı açısından ya da ilkokul birinci sınıfa uyum açısından da değil. Daha önce aslında büyük yaş gruplarının akademik açıdan küçüklere oranla daha başarılı olduğunu gösteren araştırmalar vardı ama bu araştırmanın diğerlerinden önemli bir farkı var; eğitim hayatının başında kendisini ortaya koyan bu etkinin ömür boyu devam ettiğini söylüyor bu araştırma. 

Ağustos ayında doğan, sınıflarının en küçükleri olan, çocuklarda; Eylül doğumlu, sınıfının en büyükleri olan, yaşıtlarına göre;
  • Önergenlik döneminde; akademik becerileriyle ilgili düşük kendine güven gözleniyor ve kaderlerinin kontrolünün kendi ellerinde olmadığı hissi bu çocuklar tarafından daha çok yaşanıyor, 
  • 11 yaşlarında hafif düzeyde özel eğitim ihtiyacı olduğuna dair etiketlenme riskleri biraz daha fazla oluyor,
  • Daha az oranda 18-19 yaşlarında üniversiteye gidiliyor,
  • Erken sigaraya başlama gibi olumsuz davranışlar daha sık görülüyor,
  • Yetişkinlikte ise işsiz olma ihtimalleri diğer gruba göre biraz daha olası ve (göreceli olarak) daha mutlu veya daha sağlıklı da değiller.
Bu araştırmaya göre eğitim sistemi açısından en önemli sorunlardan biri, bu çocukların kendilerinden 11 ay daha büyük sınıf arkadaşlarıyla ülke genelinde yapılan standart başarı testlerine tabii tutuluyor ve onlardan daha düşük başarı gösteriyor olmaları. Hiçbir çocuk sırf doğduğu ay nedeniyle eğitim hayatında ilerlemede dezavantajlı olmamalı. Araştırmayı yapan uzmanların önerisi ulusal test sonuçlarının yaşlara göre uyarlanması yönünde. Araştırmacılar bu sonuçlar doğrultusunda sınıfın en küçüğü olan çocukların, her zaman yaşıtlarına göre birçok açıdan risk altında oldukları konusunda aileleri uyarıyorlar. 
Daha çok ayrıntıya ulaşmak isterseniz aşağıda kaynak olarak verdiğim linke ya da yukarıda koyduğum bağlantıya tıklayabilirsiniz.



Gelelim bizdeki duruma....

Daha önce çocukların ilkokula erken yaşta başlaması konusundaki düşüncelerimi burada yazmıştım. 84 aylık çocuklarla aynı sınıfa konan 60 aylık çocukları düşününce endişelerim daha da artıyor.

Eğitimde kol kırılıp yen içinde kalmamalı. Geçtiğimiz yıllarda bizzat yaşadığım bir durumu aktarmak istiyorum. Eğitimciler olarak hata yaparız ve bunu kabul etmek ve anne babalardan çocuklarına daha fazla yardım etmediğimiz için özür dilemek zorundayız. 

4 4 4 sistemi ilk uygulamaya konulduğu yıl, ay farkı çok olan çocukların bir sınıfta toplanmamaları gerektiğini, küçük çocuklar için dezavantajlı bir durum oluşturacağını tahmin ediyorduk. Görevim gereği okul müdürüme bu yönde tedbir almamız (sınıfları ay farkına göre ayırmak) gerektiği konusunda bir hatırlatma yaptım fakat malesef ki sonuç olumsuz oldu. İdarecim sınıfları ay farkına göre ayırmamasının nedeni olarak "hiçbir öğretmenin küçük yaş çocuklarıyla dolu bir sınıfı kabul etmeyeceği"görüşünü dile getirdi. Sırf bu düşünce yüzünden mi bu konu öğretmenlere karşı dile bile getirilmedi? Gerçeği bilmiyorum belki bunu bir mazeret olarak kullanıyordu. Beni düşündüren bu mazerette bir gerçeklik payı olabilir mi? Eger öyleyse biz öğretmenler ne zamandan beri çocukların yararına alınması gereken kararları kendi rahatımıza uymuyor diye kenara atıyoruz ki? ya da bu tamamen asılsız,  doğruluğu olmayan bir görüş ise bu idareci ne uğruna çocukların yüksek yararını gözetmeyi tercih etmedi?

Şu anda kelimeler oyle sınırlıyor ki beni....aslında yazmıyor, avazım çıktığı kadar bağırıyorum!!!

Sevgili anne babalar çocuklarınızı 72 aylıktan bile küçük yaşta okula başlatmak niyetindeyseniz lütfen okul yönetimlerine, ilçe ve il milli eğitimlere giderek, konuşarak, olmadı dilekçe vererek, aylarına göre sınıfları ayırmaları konusunda ısrarcı olunuz. Siz farkında olursanız, arkamızda durursanız bizler de eğitimde daha iyi şeyler yapabiliriz.

Sayın okul müdürleri, yukarıda aktarılan bilgiler ve geçmiş yıllardan edindiğimiz tecrübeler gösteriyor ki özellikle birinci sınıfları ay gruplarına göre ayırmak çocuklarımız için en iyisi olacak. Bu konuda adım atılmasının önündeki engel (bana ifade edildiği gibi) öğretmenlerin isteksizliği ise öğretmenleri ikna etmek sizin elinizde, bizim elimizde... Eminim ki geçerli sebepler açıklanınca öğretmenlerimiz çocukların yararını gözeteceklerdir.

Çocuklarımızın, bizlerin kararlı duruşumuza ihtiyaçları var.


Kaynak: http://www.ifs.org.uk/pr/mob_may2013.pdf

8 Eylül 2012 Cumartesi

1 saat az uyumak çocukta neye mal oluyor?

Tam da Egenin artık öğlenleri uyumak istemiyorum dediği ve kreşte uyumayacağı bu dönemde ben Ege'nin öğlenleri hala uyumaya ihtiyacı olduğunu gözlemliyorken bir de okuduğum bu kitap beni ziyadesiyle düşündürdü. Ben huzursuz ola durayım sonuç değişmiyor, öğlen uykuları bizim evde resmen kalkmış durumda. Okuduğum ve çok beğendiğim ve bizim evdeki durumdan dolayı huzursuzlanmama da neden olan "Eyvah Çocuğum Büyüyor" adlı kitaptaki uyku ile ilgili bölümden en ilginç noktaları yazıp belki birazcık sizi de çocuklarımızın uyku saatleri konusunda huzursuz ederim ya da halihazırda gergin olan anneleri iyice gererim dedim.

Bugünkü çocukların (ilkokuldan lise çağına kadar) bundan 30 yıl önceki çocuklara göre günde bir saat daha az uyuduklarını bilmiyordum ama sebepleri çok bildik aslında; sosyal faaliyetlere aşırı zaman ayrılması, ağır ev ödevleri, esnek uyku saattleri, yatak odalarındaki televizyonlar, cep telefonları, anne-babanın suçluluk duyguları. Son maddeyi açayım biraz; çalışan ve eve geç gelen ebeveynler çocuklarıyla zaman geçirmek istedikleri için onlara yatağa gitmelerini söyleyen kötü kişi olmak istemiyorlar. Mesela Amerika Rhode Island'da yapılan bir çalışma liseye giden gençlerin %94'ünün uyku saatlerini kendilerinin belirlediğini ortaya koymuş. Ben liseye giderken bile annem hala beni 9.00'da yatırıyordu. Nasıl beceriyordu o kısmı hatırlamıyorum ama Ege liseye giderken ben onu 9.00'da yatırabilir miyim diye düşünmeden edemiyorum. Ben şimdi bile hala oğlumu o saatte yatırmayı başarabilmiş değilim de...
 

Aktigraf
Kitaba dönecek olursam, bir saat az uyumanın nasıl bir etkisi olduğunu araştıran bilim adamlarından Tel Aviv Üniversitesi'nde öğretim görevlisi Dr. Avi Sadeh bir deney yapar. 77 dördüncü ve altıncı sınıf öğrencisini 3 gün boyunca erken veya geç uyumalarını bildiren talimatlarla evlerine gönderir. Bileklerine Aktigraf denen uyku faaliyetlerini takip eden bir alet takar. 3 gün sonunda çocuklara nörobiyolojik bir test verir. Bir saatlik uykunun yarattığı verim farkı, 4. sınıf ve 6. sınıf arasındaki farktan daha büyük çıkar. Diğer bir deyişle daha az uyuyan bir 6. sınıf öğrencisi sınıfta ancak 4. sınıf öğrencisi kadar performans gösterir yani 1 saat daha az uyumak, iki yıllık bilişsel olgunlaşma ve gelişme kaybına eşit çıkar!

Brown üniversitesinden Dr. Monique LeBourgeois uykunun okul öncesi dönem çocukları üzerindeki etkisini araştırır. Araştırmada çocuklar günlük toplam uykuda geçen zamanları değiştirilmeksizin sadece Cuma ve Cumartesi günleri her zamankinden geç saatte yatırılır. Bu çocuklara IQ testi verilir ve hafta sonundaki her bir saatlik farkın 7 puana mal olduğu saptanır. Aynı şekilde Virginia Üniversitesinden Dr. Paul Suratt ilkokul öğrencileri üzerinde benzer bir çalışma yapar ve o da 7 puanlık bir düşüş saptar. Aynı zamanda uyku ile ders notları arasında bir ilişki olduğunu saptayan birçok araştırma da var. Minnesota Üniversitesi'nden Dr. Kyla Wahlstrom 7000'in üzerinde lise öğrencisiyle bir çalışma yapar. Derslerinden A alan öğrencilerin B alandan, B alan öğrencilerin C alandan 15 dk. fazla uyudukları tespit edilir. Carskadon'un Rhode Island'daki 3000'in üzerinde lise öğrencisi üzerinde yaptığı çalışmada da neredeyse birebir aynı sonuç çıkar. Anlayacağınız 15 dk. bile büyük önem taşıyor!
  
MRI taramaları sayesinde uyku üzerine birçok araştırma yapılabiliyor. Bu araştırmalardan çıkan birçok bulgu var ama beni en çok şaşırtan bulgu şöyle, Hipokamp: Beynin olumlu veya nötr uyarıcıları algıladığı, işlediği bölgesi. Amigdala: Beynin, olumsuz uyarıcıları işlediği bölgesi şeklinde kısa bir açıklamadan sonra beni şaşırtan sonuca gelelim; uykusuzluk en çok hipokampa zarar veriyor. Bunun anlamı şu; uyku sorunu yaşayan kişiler hoş olayları hatırlayamazken, kötü olayları rahatlıkla hatırlayabiliyorlar.

Araştırmalardan çıkan diğer bir önemli bulgu da, gün içerisinde öğrenilen bilgilerin gece işlenip kalıcı hale geliyor olması. Örneğin yabancı dil öğreniyorken edindiğimiz yeni kelimeler gecenin ilk bölümlerinde rüya görülmeyen, yavaş dalgalı uyku sürecinde sentezleniyor. Telaffuz motor beceriler, uykunun yine rüya görülmeyen ikinci aşamasında işleniyor, işitsel anılar bütün aşamalarda kodlanıyor. Duygu yüklü anılar ise uykunun rüya görülen anlarında işleniyor. Kişi gün içinde ne kadar çok şey öğreniyorsa gece de o kadar fazla uyumaya ihtiyaç duyuyor.  Çocuklar uykularının %40'tan falzasını yavaş dalgalı uykuda geçiriyorlar. Bu da şu anlama geliyor iyi bir gece uykusu çocukların yeni kelimeleri, zaman çizelgelerini, tarih bilgilerini uzun vadeli öğrenmeleri açısından çok önemli.
  
"Az uyuyan çocuklar zayıf olurlar" bu inanış artık tarihe karışıyor. Aslında daha az uyuyan çocuklar, daha fazla uyuyan çocuklara oranla daha şişmanmış. Merak edenleriniz için işleyişi açıklayayım. Uykusuzluk, açlığı haber veren grelin hormonunda artışa(uykusuz kaldıkça daha çok acıkıyoruz), açlığı bastıran leptin hormonunda azalmaya neden olurken, kortizol hormonunun da artmasına neden oluyor. Kortizol vücudu yağ üretmesi için harekete geçiren hormon. Vücuttaki yağın yakılmasında rol oynayan büyüme hormonu da az uyuyan kişilerde az salgılanıyor. Kısaca, az uyursan vücüdun yağ üret diyor, üstelik olanların da yakımını durduruyor.

Son olarak tam karanlık ortamda çocuklarda ve yetişkinlerde beyin melatonin salgılar bu da uyku getirir. Ergenlerde ise durum farklı. Ergenlerde beyin melatonini çocuk ve yetişkinlere göre 90 dk. daha geç salgılamaya başlar. Eğer evde geç uykuya dalan ergen çocuğunuz varsa bu bilgi sanırım tüm ailenizi rahatlatacak. Ben de aklımın bir kenarına yazdım. Ergenleri sabah yataktan kazıyarak çıkarmanın da bilimsel açıklaması bulunmuş. Sabahları beyinleri melatonin salgılamaya devam ettiği için vücut uyku durumuna dönmek istiyormuş. Güzel olan şu ki Amerika'da bu bilgiye dayanarak bazı okul bölgeleri sabahları okullarının başlangıç saatlerini 1 saat ileri almaya karar vermişler. Sonuç olarak Minnesota'da saat değişikliği en çok başarılı öğrencileri etkilemiş. 1 saatlik fazladan uyku başarılı öğrencilerin SAT(sayısal, sözel akademik yetenek testi) sayısal puanlarını 56, sözel puanlarını 156 puan yükseltmiş.

Kaynak: "Eyvah Çocuğum Büyüyor" Po BRONSON&Ashley MERRYMAN. Basım 2010.

5 Eylül 2012 Çarşamba

Övgünün ters etkisi


Columbia Universitesinin yaptigi bir araştırmaya göre, Amerikalı ebeveynlerin %85'i, cocuklarına akıllı olduklarını söylemenin onemli olduğunu düşünüyormuş.
Turkiye'de bu araştırma yapılsa pek farklı bir sonuc çıkmazdi herhalde.

"cok akıllı benim oglum, teyzesi"... hiç düşünmeden sıklıkla söylediğimiz bir cümle!

Bizde övgünun sadece kelimelerle sinirli kalmayip, kreşlerde bir de sticker uygulamalariyla somutlastirildigini görüyorum. "Dişlerini fırçaladigin icin al sana bir sticker", "yemeğini bitirdiğin icin al sana başka bir sticker". Böylece cocuklar cok başarılı olduklarını, iyi isler yaptıklarını düşünüyorlar. Her yaptıkları takdir ediliyor, hem de herkes tarafından.
 
 
Çocugumuza surekli akilli oldugunu soyledigimizde buna kendisinin de inanması halinde ki -bunu cagristiran bir atasozumuz bile var; "Bir seyi kırk kere soylersen olur"- kendine güvenecegi ve zorluklar karşısında pes etmeyeceğine inanıyoruz. Buna Amerikali annelerin de %85'i inanıyormuş. Hatta biraz daha abartip o donemlerde Amerika'lilar çocuklar arasında yapılan yarismalara kotu gozle bakıyor, ogretmenler kirmizi kalemle hatalari isaretlemeyi birakiyor, hatta Massachusetts'te arkadaslarinin karsisinda sendeleyerek kucuk dusmesinler diye ogrencilerin jimnastik dersinde ip olmadan "ip atladiklari" bir okul bile peydahlaniyor.

Oysa bu alanda yapılan araştırmalar durumun farklı yönde olabileceğini ortaya koymuş; çocuklara "akıllı" etiketi yapıştırmak, beklentilerin altında performans göstermelerine sebep bile olabilmekteymiş.
 
Dr. Carol Dweck 10 yıl boyunca Newyork'un 20 farklı okulundaki 500 öğrencide övgünün etkisini araştırmış. Araştırmacılar her sınıftan çocuklar seçip onlara herkesin kolayca yapabileceği birçeşit bulmacadan oluşan sözsüz bir zeka testi uygulamışlar ve sonunda aldıkları puanları belirtip onlara tek bir övgü cümlesi söylemişler. Bir kısım öğrenci zekalarından (bu konuda çok iyisin), bir kısım ise çabalarından (belli ki çok bulmaca çözmüşsün) dolayı övülmüşler. Ardından biri diğerine göre daha zor olan 2 test daha aynı çocuklara gösterilmiş. Çabalarından dolayı övgü alan öğrencilerin %90'ı daha zor olan bulmacaları seçerken, zekalarından ötürü övülenlerin büyük çoğunluğu kolay olanı seçmiş. Yani anlayacağınız "Akıllı" çocuklar işin kolayına kaçmış!
 
Neden?
 
Dweck'e göre "Akıllı" çocuklar utanılacak duruma düşme riskine girmemişler. Ben de şunu eklemeliyim ki anne-baba, öğretmen ve arkadaşlarının gözündeki konumlarını korumayı seçmişler ve onların beklentilerini boşa çıkarmaktan korkmuşlar. 
 
Okuyunca beni daha da endişeye sevkeden şey ise araştırmanın ikinci yarısı oldu. Daha sonra aynı öğrencilere seviyelerinin üzerinde iki test vermişler ve tabii ki hepsi başarısız olmuş. Çabalarından dolayı övülen çocuklar teste fazla konsantre olamadıklarını söylerlerken, "Akıllı" çocuklar başarısızlıklarını aslında o kadar da akıllı olmadıklarının kanıtı olarak görmüşler.
 
Araştırmanın son aşamasında ise tüm çocuklara ilk aşamadaki kadar kolay bir test daha verilerek hepsinin başarılı olması sağlanmış. Sonuçlar karşılaştırıldığında çabalarından dolayı övülenler ilk başlangıçtaki puanlarından %30 fazla, zeki oldukları için övülenler ise ilk puanlarından %20 daha az almışlar. Bu sonuç araştırma yapanları bile şaşırtmış, yanlış övgünün bu kadar yüksek oranda ters etki yapacağını beklemiyorlarmış.
 
Kısaca; verdikleri çabaya vurgu yapmak çocukların kontrol edebilecekleri bir özellikken, doğuştan getirdikleri zekaya vurgu yapmak üzerlerinde kontrolleri olmayan bir durum ve bu çocuklar bir başarısızlıkla karşılaştıklarında nasıl tepki vereceklerini bilemiyorlar. Ayrıca "Akıllı" çocuklar şöyle de düşünüyor "akıllıyım, o zaman çaba harcamama gerek yok!" Bu etki okul öncesi dönemdeki çocuklar da bile saptanmış.
 
O zaman övgu nasıl yapılmalı? sorusunu sormak gerekiyor.

1- Övgü belli bir noktaya odaklanmalı ve somut olmalı.
Buna bir ornek çalısmayı anlatarak cevap vereyim.
Notre Dame Üniversite'sinde sürekli kaybeden hokey takımında övgünün etkisi denenir ve takım Play-off'lara kalır. Övgü faydalı olmuştur. Arastirmalara gore ovgünün faydalı olabilmesi icin belirli bir noktaya odaklanilmasi gerekiyor ve bu çalısmada da hokey takımının oyuncuları rakibin kalesini yoklama sayılarından dolayi ovulmusler.

2- Samimi olmalı. Biz yetiskinlerin aldığımız sahte bir iltifatı anlayabilmemiz gibi 7 yasından büyük cocuklar da övgünun samimiyetini irdelerler.

3- Övgü sonuca değil, süreçteki çabaya yapılmalı. Cocuklar yaptıkları isin sonucuyla degil, surecle ilgilidirler. Asırı övgü onları sonuc odaklı yapar ve sonunda derslerini anlamak icin degil not icin çalışan cocuklar olup çıkarlar.
 
 
Bu yazıda "Eyvah Çocuğum Büyüyor" Po BRONSON&Ashley MERRYMAN, kitabından yararlanılmıştır.

Yazmanın tadına doyum olmuyor...

14 Ocak 2011 Cuma

İlgili anne mi? kaygılı anne mi?

Üyesi olduğum bir gruptan aldığım bu yazıyı bloğumda paylaşmak istiyorum ve yorumlarınızı merak ediyorum.
Modern anne baba olmak, kaygılı ebeveynliği de beraberinde mi getiriyor? İlgili anne mi? kaygılı anne mi? Nerede ' tamam ben elimden geleni yaptım' diyeceğiz? Çocuklarımız gerçekten bizim güdümümüze mi ihtiyaç duyuyor yoksa onların ihtiyaç duyduğunu düşünen ama asıl aşağıda tarif edildiği gibi davranmaya ihtiyacı olan anneler midir? Çocuk beynini yeterince anlıyor muyuz? Bu yazıyı bizlerle paylaştığı için Şule Şenol'a teşekkür ediyorum.

Çocuklar sandığımızdan zeki

'The Philosophical Baby' (Filozof Bebek) adlı kitabın yazarı Berkeley Üniversitesi'nden psikolog Alison Gopnik'e göre çocuklar yetişkinlerin sandığından kat kat zeki. Yani anne babalar puzzle'lar, eğitim setleri, pahalı okullar, özel derslerle çocuğun zekâsını artırayım derken sadece kendini rahatlatıyor, aslında çocuğun canına okuyor
Tüm anne-babalar çocuklarını ‘daha zeki’, ‘daha bilgili’, ‘daha yetenekli’ yapmaya çalışır. En pahalı özel
hocalar onların çocuklarına ders versin, en iyi okullara onların çocukları gitsin, en iyisi hep onların çocuklarının olsun isterler. En mantıklı ve serinkanlı olanlarının bile, mesele çocuk yetiştirmek olunca gözü döner. Onlar ‘Aman oğlanı şu çok ünlü ve çok pahalı okula sokalım’, ‘Kızı baleye yazdıralım’, ‘Zekâ geliştirici oyuncak, kitap, hatta mümkünse hap falan alalım’ dedikçe, insan da ‘Bir bildikleri var demek ki’ diye düşünür.
Neyse ki Amerika, Berkeley Üniversitesi’nden psikolog Alison Gopnik bir kitap yazdı da bütün bu
yöntemlerin boş olduğunu, çocuğu zeki yapacak şeyin bu beyhude çabalar olmadığını, bir çocuğun en iyi okullara gitmeden, zekâ geliştirici oyuncaklarla hemhal olmadan da pekâla zeki, huzurlu, mutlu, iyi bir insan olabileceğini anlattı, içimiz rahatladı. Gopnik kısaca çocuğu ‘daha fazla’ yapacağım diye uğraşmayın, o zaten ‘fazla’ diyor. İşte Gopnik’in kitabıyla ilgili olarak, The New York Times için kaleme aldığı makale...


Nesillerdir psikologlar ve filozoflar, bebek ve çocukların rasyonel düşünceden nasiplenmemiş, mantıklı düşünme yollarından geçmemiş, egosantrik ve ‘tamamlanmamış yetişkinler’ olduklarına inandırdı bizi. John Locke, çocuk zihnini ‘boş bir yazı tahtasına’ benzetti, psikolog (Titri ‘terbiyeci’ diye geçiyor aynı zamanda) William James, çocukların dünyasını ‘Uğultulu bir keşmekeş’ diye tanımladı. Bugün gelinen noktadaysa araştırmacılar, çocukların hiç de ‘edilgen’ varlıklar olmadığını, aksine sandığımızdan daha zeki olduklarını söylüyor.
Yapılan son araştırmalar, çocukların sofistike bir düşünme ve güçlü bir öğrenme yeteneğine sahip olduklarını gösterdi. Geçen sene British Columbia Üniversitesi’nden Fei Xu ve Vashti Garcia’nın yaptığı bir araştırmada çocuklar ‘olasılık’ fikrini gayet güzel anladıklarını ispatladı. Sekiz aylık bebeklerle yapılan araştırmada, bebeklere içinde birkaç tanesi kırmızı olan beyaz pinpon topuyla dolu bir kutu gösterildi. Bir süre sonra kutunun içindeki kırmızılardan dört tanesi çıkarıldı, bebekler pinpon topu dolu kutuya daha bir dikkatli bakmaya başladı, farkı algıladı.
2007 yılında M.I.T’den Laura Schulz ve Elizabeth Baraff Bonawitz’in yaptığı araştırma da, çocukların neden-sonuç ilişkilerini anlama konusunda iyi olduklarını ortaya çıkarmıştı. Aynı yıl ben ve Tamar Kushnir, Berkeley’de bir araştırma yaptık. Bu araştırmada çocuklara ellerindeki cihazı çalıştıran sarı ve mavi butonlar verdik. Sarı olan üç defa basışta iki kez, mavi olan altı basışta iki kez çalıştırıyordu makineyi. Çocuklar bir seferde bu deneyin mantığını çözdü ve sarı butonu kullanmanın daha akıllıca olduğunu anladı.
Bu araştırmaların sonucunda üzücü olan nokta şu ki, bunları anlattığımız ebeveynler, çocuklarının kapasitesinin ne kadar yüksek olduğunu görüp seviniyor ama yine de onlara eskisi gibi davranıp yeteneklerini aşağı çekiyor. Sürekli bebeklerini daha zeki yapacağına inandıkları oyuncaklara, oyunlara, para tuzağı eğitim programlarına başvuruyor, bildikleri yöntemlerden şaşmayıp çocuğun ‘boş’ sandıkları zihnini tıka basa doldurmaya çalışıyorlar.

Odaklanmaları gerektiğini kim söyledi?
Anne-babalar çocuklarının öğrenme güçlüğü çekmesinin nedeni olarak, odaklanma sorununu ortaya koyar. Uzmanlarsa şimdi tek kaşlarını havaya kaldırıp şu soruyu soruyor bu çokbilmiş anne-babalara: Kim demiş çocukların odaklanması gerekiyor diye? Bu, yetişkinlerin derdi. Çocuklar odaklanmadan da öğrenebilir, anlayabilir, alacağını alır, posa bilgiyi de reddeder. Bu şahane değil mi?
Ayrıca yapılan son araştırmalar gösteriyor ki, çocuklara öğrenme yöntemi öğreteceğim derken aslında onların gözünde komik duruma düşüyoruz. Bir kere çocuklar öğrendikleri bir şeyi tekrar öğrenmek gibi bir zahmete girmiyor. Öğrendikleri bilgiyi zihinlerine hemen kaydediyor ve bir daha onunla uğraşmıyorlar. Yani biz yetişkinler gibi öğrendiklerini unutmuyorlar. Biz bilgileri de, deneyimleri de çabuk unutuyoruz. O yüzden çocuğunuza zaten bildiği bir şeyi daha ayrıntılı, daha geniş çapta anlatacağım diye uğraşmayın, yorulmayın. Çocuklar yetişkinlerin sandığı biçimde bir ‘amaç’ları olmadan da eğlenebilir ve deneyim kazanabilir. Yani her işi ‘amaca yönelik’ yapmaz ama bu da fena bir şey değildir. Amaca yönelik iş yapmak ‘öğrenilmiş’ bir şeydir.
Çocukların harika bir özelliği daha var; odaklanacakları şeyi kendileri seçiyorlar. Siz istediğiniz kadar çocuğunuzun bir anda belli bir nesneye, duruma, renge odaklanmasını isteyin; o odak nesnesini kendi seçiyor ve bu bir problemin işareti falan da değil. Çocuklar beklenmedik durumları, olayları, nesne ve kişileri yetişkinlere göre daha iyi ayırt ediyor ve bu durumun nadirliğinden haklı olarak büyüleniyor.
Meşhur deneyi bilirsiniz. Bir grup yetişkine bir video izlettiriliyor ve mesela bir tanesinde oyuncuların kaç kez paslaştıklarına dikkat etmeleri isteniyor. Cevaplar doğru ya da yanlış geliyor bir bir: 12, 20 ,18... Aslında bu deneyin amacı pas saydırmak değil tabii ki. Amaç, yetişkinlerin ne kadar da ‘söyleneni yapan ve amaca odaklanan ve bu sırada da pek çok önemli ayrıntıyı kaçıran insanlar olduklarını ispatlamak. Videoda oyuncuların arkasından goril kostümlü biri geçiyor ve yetişkinlerden başka bir şeye odaklanmaları istendiği için koskoca goril kostümlü kişiyi görmüyorlar. Yani görenlerin sayısı çok az!
Bebekleri yetişkinlerden daha zeki yapan bir başka faktör de beyindeki sinir sayısı farkı. Bebek ve çocukların beyninde yetişkinlere göre daha fazla sayıda sinir hücresi var, sadece bebekler henüz bunların hepsini kullanmayı bilmiyor. Yani en azından bizim kurallarımıza göre kullanmayı... Beyinde plan yapma, entelektüel düşünme, odaklanma, kontrol etme gibi sistemleri düzenleyen beyin korteksi 20’li yaşlara kadar tam olarak gelişmediği için ‘yetişkin gibi’ davranamayan çocuk ve gençleri ‘işe yaramaz’ buluyoruz ama kimyasal olarak düşünme şekli çok başka oluyor işte o yaşlarda.
Bebek beyni, doğası gereği keşfetmeye, öğrenmeye açıktır, bunun için vardır. Bebeklerin öğrenme süreci hızı yetişkinlerinkinden kat kat fazladır. Tıpkı bilgisayar programcılarının bilgisayarlar için dediği gibi; yeni ve boş bir program hızla öğrenir, yenilik katar kendisine, bilen programsa bunları kullanırken yeni bilgi katmaya eskisi kadar yanaşmaz, bildiklerini kullanmaya bakar. İşte insanlar da böyle: Bebekler keşfeder, yetişkinler uygular!

Oyuncak mı? Lütfen komik olmayın!
Yüzyıllardır, en büyük yanılgılarınızdan biri de çocuklara eğlensinler, öğrensinler, yetişsinler ve gelişsinler diye saçma sapan oyuncaklar almak oldu. Gittiniz, plastik bir oyuncak telefon aldınız misal, oysa onun gözü sizin arkadaşlarınızla saatlerce çene çaldığınız gerçek telefondaydı. Gözü de kulağı da sizdeydi, kendi elindekinin bir benzer, bir imitasyon olduğunu sonuna kadar fark ederek... Ve bilseydiniz gerçek telefonu şöyle bir evirip çevirdiğinde daha doğru bir deneyim ve eğlence yaşayacağını, siz de almazdınız zaten oyuncak olanını. Yani aslında çocuklar suretten değil asıldan, oyuncaktan değil gerçek eşyalardan hoşlanıyor. Sandığımız gibi puzzle’ların, zekâ küplerinin, kelime ya da sayı saymayı öğreten oyunların zekâya o kadar da büyük katkısı yok.
Çocuklar için üretilen oyuncaklar, oyunlar, DVD’ler, eğitim programları anne-babaların ‘yufka yüreğinin’ cömertliğinden beslenen birer pazar. Ve bu pazara akıtılan paralar dudak uçuklatacak düzeyde. Bunu bilip biraz uyanık olmakta fayda var. Çocuklar en çok kendi bildikleri yöntemle izlerken, gözlerken öğreniyor. Yani ona bir şey anlatmak yerine kendiniz doğru dürüst davranırsanız sizi gözlemleyen çocuğunuz iyi bir şeyler öğrenecektir.
Biliyorsunuz, mucize çocuk yetiştirme yöntemi yok. Her çocuk özel ilgi ister ama onları sıkmayın. Size tek bir önerim var: Çocukların kapasitesini artırayım diye o kadar çaba harcayacağım derken, düşürmemeye gayret edin. Onlar zaten yeterince zeki, hatta korkunç zeki; sadece onları engellemeyin, önlerine çıkmayın, kendi bildiklerinizi dayatıp onları sıradanlaştırmayın. Onların şu anda pırıl pırıl bir beyni, acayip iyi işleyen zihinleri var ve inanın sizden daha zekiler!

The NY Times’dan çeviren: Elif Türkölmez
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...