5 Aralık 2012 Çarşamba

114 Cesur Kadın



Sosyal medyada başlayan bir projeydi imza:Kizin. 114 kadın babamiza mektup yazdık ve bir kitapta bulustuk. Kalbim kaldırdığınca tek tek okuyorum mektuplari, yüzleri, sesleri ile birlikte.

O kadar samimi ki mektuplar, o kadar cesur ki yürekler. Bazıları babasına hiç söylemediklerini, sitemlerini, hesaplasmalarini kitaba yazıp tüm Turkiye ile paylaştılar ama hala babalarina kitaptan bahsedemiyorlar. Benim gibi...

Bazıları ise yaşadıkları harika baba- kız iliskisini bu eşsiz kitapla taclandirdilar ve babalarına hediye ettiler.

İstanbul'da, aydınlık bir günde, boğaz manzaralı seçkin bir mekan olan Portaxe'da yazarlar olarak toplandık ama ne manzara, ne de İstanbul umurumda degildi. Eskişehir'den bir gun için oraya gitmek zor olacakti ama duygularimi kitaba koymaya karar vermekten zor olamazdi. Oradaki her kadınla tokalasmak, konuşmak ortak duygularda buluşmak paha bicilemez bir firsatti.

İclerinde biri vardı ki beni en derin ve yüzleşmek istemediğim
ozlemimle farkinda bile olmadan herkesin icinde basbasa bıraktı. Bu kişi 114 kadından biri degil, onlardan birinin babasıydı.
Ersan ERDURA, kızı Ayca'ya olan sevgisini kelimeleriyle, gozleriyle anlattikca, nefes alamadığımı, ilk defa neye sahip olamadigimi ve asla olamayacagimi hissettim. İlk defa baskasının babasının sevgisini kıskandım. İlk defa benim babam da beni boyle sevseydi, bana boyle baksaydı, benimle boyle gurur duysaydı dedim. O anda ona sarılmak, ağlamak ve icimde babama söyleyemediğim ne varsa ona söylemek istedim. O'na sarıldım. Hem mutlu hem zavallı hissettim o anda. Söylemek istediklerimi soyleyebildigimi sanmıyorum. Aslinda konusabildigimden bile emin değilim.

Oraya kendi hikayeleriyle gelen bircok kadindan ozur diliyorum. Bu yazıya başlarken amacım 114 kadinin buyuk buluşmasını, heyecanimi, orada yasananlari anlatmakti ama öyle olamadi malesef.

Ben orada kendi gercegimle yüzlestim, hayalimdeki babama sarilir gibi sarıldım, "keske sen de beni sevseydin" sitemimi baskasinin babasiyla paylastim, seninle konusur gibi baba.

Bu projeyi hayata geçiren sevgili Banu Tozluyurt, Selgin GB ve Esra Aylin Akalin, bana verdiginiz bu degerli hediyenin benim için anlamını ifade edebileceğimden emin değilim. Kuru bir tesekkur ve minnettarim demek yeterli olursa, cok minnettarim, tesekkur ederim.


ve....Ersan ERDURA...size nasıl tesekkur ederim ki? Artik babam ve benimle ilgili bu son yazimdir. Sizinle bu özlemi noktalıyorum.

Duygularını paylaşan tüm yazarlara bu kitabin ortaya çıkmasına emek verdigi icin sonsuz tesekkurler.

Hepiniz varliginizla, paylasimlarinizla ve tum samimiyetinizle o gün, orada kendimi büyük bir ailenin parçası gibi hissettirdiniz.



Yazmanın tadına doyum olmuyor...

İsini bilmeyen idarecilere sözüm var!

Devlete ait okullarda idareci ve ogretmen arasinda profesyonellik, nezaket, kaliteli iletisim arayip da bulamadigim sey.




Kimlerle çalışacağınızı seçemiyorsunuz? Kimler tarafından yönetileceğinizi de seçemiyorsunuz. Ben 50 kusur yasına gelmiş, bilmemkac yıllık egitim ve idareci gecmisi olan, bir okul psikolojik danışmanının ne is yaptığından bir haber bir idareciyle çalışmayı reddediyorum!

İsin kötü yani tüm enerjimi alıp götürme, motivasyonumu yerle bir etme becerisine sahip, yonetici yetkisini hasbel kader almis sonra da gerisini koyvermis kişilerin eğitilmesi mümkün degil. Çaresizliğim de bu noktada başlıyor zaten.

Ciddiye alsam, anlatsam, açıklasam olmuyor. Susup otursam hiç olmuyor. Bu yazı da çaresizliğimin bir sonucudur.
Yazmanın tadına doyum olmuyor...


24 Kasım 2012 Cumartesi

Sorularım var sana duysan da duymasan da.

Senin hakkında ne düşündüğümü hiç merak ettin mi?
Sen de benim gibi ağladın mı yorganın altında gizlice?

Sen yaşlanıyorsun...
Ben bekliyorum...

Birgün bana ihtiyaç duyarsan yanıma gelebilecek misin? Gelsen hayatımdan içeri sessizce girebilecek misin?
Ama sen rahat ol...Bir gün yanıma gelirsen birşey söylemene gerek yok senin. Evimde yerin hazır olacak ama kalbimde asla dolduramayacağın boşluğun hep kalacak bunu bilesin.

Küçükken seni hep bekledim, bir keresinde anneme kızdığımda " ben babamın yanında yaşayacağım!" dedim. Halbuki senin yanın neresi ben hiç bilemedim.
Sonunda senden birşey beklememeyi öğrendim.

Onca yıl hiç merak etmedin mi? Tamamen vaz mı geçtin benden?
Oysa ben neler neler merak etmiştim....Ben sırf çizgi film istiyorum diye sen izlediğin programdan vazgeçer miydin? Benim erkek arkadaşlarımla tanışır mıydın? Sana dertlerimi açabilir miydim?Birlikte gülebilir miydik? ya da ağlayabilir miydik acaba?....Cevabım yok işte bunlara. Tek bildiğim öğrenmek için geç kaldığımız. O zamanlar sen bir adım atabilseydin eğer, ben hazırdım koşmaya.

Şimdi 36 yaşımdayım, evliyim, bir de oğlum var. Sen hepsine geç kaldın, merak ettin mi bilmiyorum ama eşim senin yerine dayımdan aldı terk ettiğin emanetini, torunun seni pek bilmiyor, zaman zaman senin iki deden var diyorum, onun da eksiklik yaşamasını istemiyorum ama ne anlatayım ki başka, seni ben de bilmiyorum. Şimdi burada yazacak kadar cesur değilim ama Ege ile tanıştığın gün ben bir kez daha ve son kez hayal kırıklığına uğradım...

Seni çok seyrek de olsa, zorla da olsa arayan ben,
İşte bu yüzden artık aramıyorum, peki sen niye aramıyorsun beni?
Bu yüzden evimin adresini bilmiyorsun hala, gelmenden korkuyorum. Gelirsen çünkü içeri alırım seni, kendimi tanıyorum. Ben senin gibi bencil olamıyorum.

Terk ettiğin, hayal kırıklığına uğrattığın küçük kızı hiç büyütemedim. Seni her düşündüğünde ağlıyor bu kız. "Alış, kabullen ve bırak artık" diyorum. Biraz sessizleşiyor... bazen ona kızdığımdan susuyor, bazen artık babasına ağlayan kocaman bir kadın gibi göründüğünü bildiğinden, utanıyor. Bazen de onu sevenleri üzeceğini bildiğinden gizlice içten içe ağlıyor ve o anları hiç kimse bilmiyor.

Sana ilk kez "baba" demeden önce kaç defa düşündüğümü, ne kadar zorlandığımı hiç farketmedin bile. Nasıl fark edesin ki? Sen ne bakıyorsun, ne de baktığını görüyorsun. Ömrün boyunca sana benden başka 4 çocuk "baba" dedi zaten ve sanırım bu da sana yetti. Ama bil ki beni kızım diyerek kucaklayan, gelişini kapılarda beklediğim, kucağına oturup televizyon seyrettiğim, şımardığım, gezdiğim, öptüğüm, sarıldığım bir babam hiç olmadı benim.

Bıraktığın boşluğu, yalnızlığı kalbimde taşıyorum ve sen dahil kimse değiştiremiyor bunu, BABA!

21 Kasım 2012 Çarşamba

Benim babam İbrahim Ceyhan'dır.

İmza:Kızın benim için çok önemli bir kitap oldu. Elime geçeceği günü sabırsızlıkla bekliyordum. Bugün geldi. İlk isim kendi yazımı okumak oldu, oldu ama iyi mi oldu?

Kendi yazdığını okuyup bir insan daha kaç kere üzülebilir. İçim sızlıyor yine bu aksam.

Hıçkıramıyorum gürültü olmasın diye...Boğazımda dugumlendi, ne cok şey. Bazen cocuk olmak istiyorum yeniden, zamanı döndürmek ve olması gerekenleri oldurmak istiyorum.

Hayatımda beni seven, destek olan tek erkeğe tekrar sarılmak ve onu ne kadar özlediğimi, ona ihtiyacim oldugunu söylemek istiyorum. Cocukken köye gitmemek için direndiğim o yazları geri istiyorum...


Yazmanın tadına doyum olmuyor...

9 Kasım 2012 Cuma

Aşağılanmak nedir bilir misin?

Annenin çocuğunun yanında “Hiç ablası gibi değil, bunun dersle, ödevle alakası yok” demesidir…

Görüşme sırasında kocanın karısını sürekli susturması, “hoca hanım sen ne varsa bana anlat, o anlamaz’ demesidir…

Meslektaşın meslektaşa “çocuğa böyle yaklaşacaksın, bak ben sihirli dokunuşumla bir günde onu düzelttim” demesidir.

Bir müdürün törende mikrofonu eline alıp, kah sessiz olmuyorlar kah SBS puanlari düşük diye öğrencilere küfür etmesidir.

Annenin çocuğuna, öğretmenin öğrencisine, kocanin karisina hakaret etmesi, dövmesidir aşağılama…


Aşagılanmaların ortak noktası, madur olan çocuğa karşısındaki kişi tarafından ne kadar değersiz olduğunun hissettiriliyor olmasidir. Eger bunu yapan, çocuğun ebeveyni, deger verdiği öğretmeni ise bununla baş etmek çocuklar için malesef daha da zor hale gelir.

Yürümeye başlayan bir çocuk fiziksel olarak büyümüştür ve annesinden bağımsızlığını önce fiziksel olarak kazanır. Bilişsel gelişim ilerledikçe düşünebilme, muhakeme edebilme, anlamlandırabilme yetenekleri de gelişir. Tüm bunların sonucunda çocuk anneden duygusal olarak bağımsızlığını adım adım ilan eder ve kendi kararlarını kendi verebileceğini, kendi seçimlerinin olacağını hissettirmeye, kendine güven duymaya, anne olmadan da toplum içine karışmaya başlar.


Çevresi tarafından sürekli aşağılanan bir çocukta özgüven sağlıklı gelişemez, kendisini güvende hissetmeyen çocuk tedirgindir, dış dünyaya karşı daima savunma halindedir çünkü sürekli bir saldırı beklemektedir. Bu şekilde de anneden bağımsızlığını kazanamaz… Yaş ilerledikçe kendine güven problemini aşamayan, duygusal bağımsızlığını kazanamayan gençler, anneye karşı olumsuz duygular beslese bile onun onayini almadan harekete gecemeyen yetişkinlere dönüşürler.

Burada bir patolojik tablo yarattığımın farkındayım. Resmi net çizebilmek için olabilecek en kötü senaryoyu yazdım aslında.

Elbette zaman zaman hepimiz çocuklarımızı başka çocuklarla kıyaslama durumu yaşıyor olabiliriz ya da bir kere “beceriksiz” diye kızıp bağırdığınız oğlunuz büyüdüğünde “sizden nefret eden ama sürekli de sizin onayınıza ihtiyaç duyan, bağımsızlığını kazanamamış, kendisi de çocuğunu aşağılayan bir babaya dönüşecek” demiyorum. 

Altını çizerek anlatmak istediğim noktayı aslında son bir paragrafla vurgulayarak yazımı kapatayım. Özgüven gelişimi, duygusal bağımsızlığın kazanılmasında önemli bir etkendir. Bunda annenin, babanın ve yakın çevrenin çocuğa olan yaklaşımı belirleyicidir.

Anne çocuğuna “aman be bi şeyi de yapamadın” dedi diye perişan mı hissetsin diye sormuştu arkadasım ve "Anneliğin Ötesinde" kitabının yazarı sevgili Gülüş Türkmen.

Cevap veriyorum: Sevgisiz bir ortamda büyüyen, aşağılanmaya sık sık ve uzun süre maruz kalan çocuğunuzun psikolojisi olumsuz etkilenir. Kısacası “bi-kereden bişey olmaz”



Yazmanın tadına doyum olmuyor...

10 Eylül 2012 Pazartesi

Kafası karışmış bir anneyim, kayip Psikolog aranıyor!

Ana haberde metal aritmetik programına katilan cocukların yarışması vardı geçenlerde. Başlık da "zeka küpü minikler!" bu başlık bana itici geldi ama burada yazacaklarım bununla ilgili değil.

Röportaj yapılan cocuklardan biri 5 yasında olduğunu söyledi. Kafadan yaptıgı toplamayı görünce şaşırmamak elde degil. Burada beni etkileyen toplama yapabiliyor olması degil, dikkatini yonlendirebiliyor ve çevredeki uyaranlardan kendisini soyutlamayı basararak üstün bilissel aktiviteleri gerceklestirebiliyor olması. Yani bir nevi beynini egitiyor.


"Acaba ben de Ege'yi göndermeli miyim?"
"Hatta göndermeli miydim?"
"Bunca zaman, zaman mı kaybettim yoksa?"...
...derken buldum kendimi.

Hırs mı yapıyorum yoksa makul bir endise mi yasiyorum?
Gitmese ne olur ki?
Şimdi Ege bu çocuklarla aynı sınıflarda okuyacaksa o zaman bastan 1-0 mı yani durum?...
Nerden cikti simdi bunlar?

Ege'yi farklı aktivitelere yönlendirmek ve potansiyelini gelistirme sansi vermek mi bu, yoksa kaygılanmis bir annenin gözünün dönmesi mı? yoksa sahalara yeni bir yarış atı mı sürme hazırlığındayım?

Göndereyim sevmezse gitmesin desem, o zaman istemediği hatta belki zorlandigi durumlarda vazgeçmenin normal olduğunu mu öğretmiş olurum. Bunu öğretmek istemem dogrusu.

Göndermezsem ilgisini nasıl keşfedecek? Farkli seyler denemeden kendisini nasıl tanıyacak? Potansiyelini nasıl yakalayacak? O çocuklarla aynı sınıfta okurken kendisini nasıl eksik hissetmeyecek? Hissederse hissetsin zaten hayatta illaki ondan bazı yönleriyle ileri durumda çocuklarla aynı ortamlarda olacak. Başetmeyi öğrensin, aşırı koruyucu olmaya gerek yok! yaklaşım bu mu olmalı? 

Kendisinin talep etmesini beklemek zaten bastan anlamsız. Cocuk nerden bilecek Mental Aritmetigi yani?
 
Simdi ben burada abartiyor muyum? Yoksa bu dusunduklerimi dusunen baska anneler de var mi?

Göndermeli mi göndermemeli mi?

Cok bilen cok yanılır hesabı benimkisi...

Kaybolan Psikolog aranıyor!


Yazmanın tadına doyum olmuyor...

8 Eylül 2012 Cumartesi

1 saat az uyumak çocukta neye mal oluyor?

Tam da Egenin artık öğlenleri uyumak istemiyorum dediği ve kreşte uyumayacağı bu dönemde ben Ege'nin öğlenleri hala uyumaya ihtiyacı olduğunu gözlemliyorken bir de okuduğum bu kitap beni ziyadesiyle düşündürdü. Ben huzursuz ola durayım sonuç değişmiyor, öğlen uykuları bizim evde resmen kalkmış durumda. Okuduğum ve çok beğendiğim ve bizim evdeki durumdan dolayı huzursuzlanmama da neden olan "Eyvah Çocuğum Büyüyor" adlı kitaptaki uyku ile ilgili bölümden en ilginç noktaları yazıp belki birazcık sizi de çocuklarımızın uyku saatleri konusunda huzursuz ederim ya da halihazırda gergin olan anneleri iyice gererim dedim.

Bugünkü çocukların (ilkokuldan lise çağına kadar) bundan 30 yıl önceki çocuklara göre günde bir saat daha az uyuduklarını bilmiyordum ama sebepleri çok bildik aslında; sosyal faaliyetlere aşırı zaman ayrılması, ağır ev ödevleri, esnek uyku saattleri, yatak odalarındaki televizyonlar, cep telefonları, anne-babanın suçluluk duyguları. Son maddeyi açayım biraz; çalışan ve eve geç gelen ebeveynler çocuklarıyla zaman geçirmek istedikleri için onlara yatağa gitmelerini söyleyen kötü kişi olmak istemiyorlar. Mesela Amerika Rhode Island'da yapılan bir çalışma liseye giden gençlerin %94'ünün uyku saatlerini kendilerinin belirlediğini ortaya koymuş. Ben liseye giderken bile annem hala beni 9.00'da yatırıyordu. Nasıl beceriyordu o kısmı hatırlamıyorum ama Ege liseye giderken ben onu 9.00'da yatırabilir miyim diye düşünmeden edemiyorum. Ben şimdi bile hala oğlumu o saatte yatırmayı başarabilmiş değilim de...
 

Aktigraf
Kitaba dönecek olursam, bir saat az uyumanın nasıl bir etkisi olduğunu araştıran bilim adamlarından Tel Aviv Üniversitesi'nde öğretim görevlisi Dr. Avi Sadeh bir deney yapar. 77 dördüncü ve altıncı sınıf öğrencisini 3 gün boyunca erken veya geç uyumalarını bildiren talimatlarla evlerine gönderir. Bileklerine Aktigraf denen uyku faaliyetlerini takip eden bir alet takar. 3 gün sonunda çocuklara nörobiyolojik bir test verir. Bir saatlik uykunun yarattığı verim farkı, 4. sınıf ve 6. sınıf arasındaki farktan daha büyük çıkar. Diğer bir deyişle daha az uyuyan bir 6. sınıf öğrencisi sınıfta ancak 4. sınıf öğrencisi kadar performans gösterir yani 1 saat daha az uyumak, iki yıllık bilişsel olgunlaşma ve gelişme kaybına eşit çıkar!

Brown üniversitesinden Dr. Monique LeBourgeois uykunun okul öncesi dönem çocukları üzerindeki etkisini araştırır. Araştırmada çocuklar günlük toplam uykuda geçen zamanları değiştirilmeksizin sadece Cuma ve Cumartesi günleri her zamankinden geç saatte yatırılır. Bu çocuklara IQ testi verilir ve hafta sonundaki her bir saatlik farkın 7 puana mal olduğu saptanır. Aynı şekilde Virginia Üniversitesinden Dr. Paul Suratt ilkokul öğrencileri üzerinde benzer bir çalışma yapar ve o da 7 puanlık bir düşüş saptar. Aynı zamanda uyku ile ders notları arasında bir ilişki olduğunu saptayan birçok araştırma da var. Minnesota Üniversitesi'nden Dr. Kyla Wahlstrom 7000'in üzerinde lise öğrencisiyle bir çalışma yapar. Derslerinden A alan öğrencilerin B alandan, B alan öğrencilerin C alandan 15 dk. fazla uyudukları tespit edilir. Carskadon'un Rhode Island'daki 3000'in üzerinde lise öğrencisi üzerinde yaptığı çalışmada da neredeyse birebir aynı sonuç çıkar. Anlayacağınız 15 dk. bile büyük önem taşıyor!
  
MRI taramaları sayesinde uyku üzerine birçok araştırma yapılabiliyor. Bu araştırmalardan çıkan birçok bulgu var ama beni en çok şaşırtan bulgu şöyle, Hipokamp: Beynin olumlu veya nötr uyarıcıları algıladığı, işlediği bölgesi. Amigdala: Beynin, olumsuz uyarıcıları işlediği bölgesi şeklinde kısa bir açıklamadan sonra beni şaşırtan sonuca gelelim; uykusuzluk en çok hipokampa zarar veriyor. Bunun anlamı şu; uyku sorunu yaşayan kişiler hoş olayları hatırlayamazken, kötü olayları rahatlıkla hatırlayabiliyorlar.

Araştırmalardan çıkan diğer bir önemli bulgu da, gün içerisinde öğrenilen bilgilerin gece işlenip kalıcı hale geliyor olması. Örneğin yabancı dil öğreniyorken edindiğimiz yeni kelimeler gecenin ilk bölümlerinde rüya görülmeyen, yavaş dalgalı uyku sürecinde sentezleniyor. Telaffuz motor beceriler, uykunun yine rüya görülmeyen ikinci aşamasında işleniyor, işitsel anılar bütün aşamalarda kodlanıyor. Duygu yüklü anılar ise uykunun rüya görülen anlarında işleniyor. Kişi gün içinde ne kadar çok şey öğreniyorsa gece de o kadar fazla uyumaya ihtiyaç duyuyor.  Çocuklar uykularının %40'tan falzasını yavaş dalgalı uykuda geçiriyorlar. Bu da şu anlama geliyor iyi bir gece uykusu çocukların yeni kelimeleri, zaman çizelgelerini, tarih bilgilerini uzun vadeli öğrenmeleri açısından çok önemli.
  
"Az uyuyan çocuklar zayıf olurlar" bu inanış artık tarihe karışıyor. Aslında daha az uyuyan çocuklar, daha fazla uyuyan çocuklara oranla daha şişmanmış. Merak edenleriniz için işleyişi açıklayayım. Uykusuzluk, açlığı haber veren grelin hormonunda artışa(uykusuz kaldıkça daha çok acıkıyoruz), açlığı bastıran leptin hormonunda azalmaya neden olurken, kortizol hormonunun da artmasına neden oluyor. Kortizol vücudu yağ üretmesi için harekete geçiren hormon. Vücuttaki yağın yakılmasında rol oynayan büyüme hormonu da az uyuyan kişilerde az salgılanıyor. Kısaca, az uyursan vücüdun yağ üret diyor, üstelik olanların da yakımını durduruyor.

Son olarak tam karanlık ortamda çocuklarda ve yetişkinlerde beyin melatonin salgılar bu da uyku getirir. Ergenlerde ise durum farklı. Ergenlerde beyin melatonini çocuk ve yetişkinlere göre 90 dk. daha geç salgılamaya başlar. Eğer evde geç uykuya dalan ergen çocuğunuz varsa bu bilgi sanırım tüm ailenizi rahatlatacak. Ben de aklımın bir kenarına yazdım. Ergenleri sabah yataktan kazıyarak çıkarmanın da bilimsel açıklaması bulunmuş. Sabahları beyinleri melatonin salgılamaya devam ettiği için vücut uyku durumuna dönmek istiyormuş. Güzel olan şu ki Amerika'da bu bilgiye dayanarak bazı okul bölgeleri sabahları okullarının başlangıç saatlerini 1 saat ileri almaya karar vermişler. Sonuç olarak Minnesota'da saat değişikliği en çok başarılı öğrencileri etkilemiş. 1 saatlik fazladan uyku başarılı öğrencilerin SAT(sayısal, sözel akademik yetenek testi) sayısal puanlarını 56, sözel puanlarını 156 puan yükseltmiş.

Kaynak: "Eyvah Çocuğum Büyüyor" Po BRONSON&Ashley MERRYMAN. Basım 2010.

5 Eylül 2012 Çarşamba

Övgünün ters etkisi


Columbia Universitesinin yaptigi bir araştırmaya göre, Amerikalı ebeveynlerin %85'i, cocuklarına akıllı olduklarını söylemenin onemli olduğunu düşünüyormuş.
Turkiye'de bu araştırma yapılsa pek farklı bir sonuc çıkmazdi herhalde.

"cok akıllı benim oglum, teyzesi"... hiç düşünmeden sıklıkla söylediğimiz bir cümle!

Bizde övgünun sadece kelimelerle sinirli kalmayip, kreşlerde bir de sticker uygulamalariyla somutlastirildigini görüyorum. "Dişlerini fırçaladigin icin al sana bir sticker", "yemeğini bitirdiğin icin al sana başka bir sticker". Böylece cocuklar cok başarılı olduklarını, iyi isler yaptıklarını düşünüyorlar. Her yaptıkları takdir ediliyor, hem de herkes tarafından.
 
 
Çocugumuza surekli akilli oldugunu soyledigimizde buna kendisinin de inanması halinde ki -bunu cagristiran bir atasozumuz bile var; "Bir seyi kırk kere soylersen olur"- kendine güvenecegi ve zorluklar karşısında pes etmeyeceğine inanıyoruz. Buna Amerikali annelerin de %85'i inanıyormuş. Hatta biraz daha abartip o donemlerde Amerika'lilar çocuklar arasında yapılan yarismalara kotu gozle bakıyor, ogretmenler kirmizi kalemle hatalari isaretlemeyi birakiyor, hatta Massachusetts'te arkadaslarinin karsisinda sendeleyerek kucuk dusmesinler diye ogrencilerin jimnastik dersinde ip olmadan "ip atladiklari" bir okul bile peydahlaniyor.

Oysa bu alanda yapılan araştırmalar durumun farklı yönde olabileceğini ortaya koymuş; çocuklara "akıllı" etiketi yapıştırmak, beklentilerin altında performans göstermelerine sebep bile olabilmekteymiş.
 
Dr. Carol Dweck 10 yıl boyunca Newyork'un 20 farklı okulundaki 500 öğrencide övgünün etkisini araştırmış. Araştırmacılar her sınıftan çocuklar seçip onlara herkesin kolayca yapabileceği birçeşit bulmacadan oluşan sözsüz bir zeka testi uygulamışlar ve sonunda aldıkları puanları belirtip onlara tek bir övgü cümlesi söylemişler. Bir kısım öğrenci zekalarından (bu konuda çok iyisin), bir kısım ise çabalarından (belli ki çok bulmaca çözmüşsün) dolayı övülmüşler. Ardından biri diğerine göre daha zor olan 2 test daha aynı çocuklara gösterilmiş. Çabalarından dolayı övgü alan öğrencilerin %90'ı daha zor olan bulmacaları seçerken, zekalarından ötürü övülenlerin büyük çoğunluğu kolay olanı seçmiş. Yani anlayacağınız "Akıllı" çocuklar işin kolayına kaçmış!
 
Neden?
 
Dweck'e göre "Akıllı" çocuklar utanılacak duruma düşme riskine girmemişler. Ben de şunu eklemeliyim ki anne-baba, öğretmen ve arkadaşlarının gözündeki konumlarını korumayı seçmişler ve onların beklentilerini boşa çıkarmaktan korkmuşlar. 
 
Okuyunca beni daha da endişeye sevkeden şey ise araştırmanın ikinci yarısı oldu. Daha sonra aynı öğrencilere seviyelerinin üzerinde iki test vermişler ve tabii ki hepsi başarısız olmuş. Çabalarından dolayı övülen çocuklar teste fazla konsantre olamadıklarını söylerlerken, "Akıllı" çocuklar başarısızlıklarını aslında o kadar da akıllı olmadıklarının kanıtı olarak görmüşler.
 
Araştırmanın son aşamasında ise tüm çocuklara ilk aşamadaki kadar kolay bir test daha verilerek hepsinin başarılı olması sağlanmış. Sonuçlar karşılaştırıldığında çabalarından dolayı övülenler ilk başlangıçtaki puanlarından %30 fazla, zeki oldukları için övülenler ise ilk puanlarından %20 daha az almışlar. Bu sonuç araştırma yapanları bile şaşırtmış, yanlış övgünün bu kadar yüksek oranda ters etki yapacağını beklemiyorlarmış.
 
Kısaca; verdikleri çabaya vurgu yapmak çocukların kontrol edebilecekleri bir özellikken, doğuştan getirdikleri zekaya vurgu yapmak üzerlerinde kontrolleri olmayan bir durum ve bu çocuklar bir başarısızlıkla karşılaştıklarında nasıl tepki vereceklerini bilemiyorlar. Ayrıca "Akıllı" çocuklar şöyle de düşünüyor "akıllıyım, o zaman çaba harcamama gerek yok!" Bu etki okul öncesi dönemdeki çocuklar da bile saptanmış.
 
O zaman övgu nasıl yapılmalı? sorusunu sormak gerekiyor.

1- Övgü belli bir noktaya odaklanmalı ve somut olmalı.
Buna bir ornek çalısmayı anlatarak cevap vereyim.
Notre Dame Üniversite'sinde sürekli kaybeden hokey takımında övgünün etkisi denenir ve takım Play-off'lara kalır. Övgü faydalı olmuştur. Arastirmalara gore ovgünün faydalı olabilmesi icin belirli bir noktaya odaklanilmasi gerekiyor ve bu çalısmada da hokey takımının oyuncuları rakibin kalesini yoklama sayılarından dolayi ovulmusler.

2- Samimi olmalı. Biz yetiskinlerin aldığımız sahte bir iltifatı anlayabilmemiz gibi 7 yasından büyük cocuklar da övgünun samimiyetini irdelerler.

3- Övgü sonuca değil, süreçteki çabaya yapılmalı. Cocuklar yaptıkları isin sonucuyla degil, surecle ilgilidirler. Asırı övgü onları sonuc odaklı yapar ve sonunda derslerini anlamak icin degil not icin çalışan cocuklar olup çıkarlar.
 
 
Bu yazıda "Eyvah Çocuğum Büyüyor" Po BRONSON&Ashley MERRYMAN, kitabından yararlanılmıştır.

Yazmanın tadına doyum olmuyor...

26 Ağustos 2012 Pazar

Cocuğumu tek basına uyumaya nasil alıştırıyorum?

Ege'nin odasını o, 6 aylıkken ayırmıştım ama bu zamana kadar uykuya dalincaya dek onun yataginda yatiyor, sonra kendi yatagima geciyordum. Ege 4 yasını doldurdu. Her ne kadar onunla birlikte uyumayı sevsem de bir noktada tek basına uyumayı öğrenmesi gerektiğine inandığımdan durduk yerde rahatımı, keyfimi bozdum.
 

Tek basina uyumaya alistirmanin 5.gunundeyiz. Aslinda ikimiz de yeni duruma alışmaya çalışıyoruz. İkimizde diyorum çünkü ilk gece hiç beklemediğim birsey oldu; suçluluk duydum. Tıpkı emzirmeyi bıraktığım günkü gibi... Eğer siz de sucluluk duyarsanız hiç merak etmeyin, doğru şeyi yaptığınızdan emin olun ve asla yarı yolda vazgeçmeyin, bu ilerisi icin daha zor bir duruma davetiye çıkarır.

Ben nasıl yapmadım?

Ben asla cocuğumu odaya koyup "sen buyudun artik kendi basına uyumalisin" diyerek onu yalniz birakmadim. Bilirsiniz TRT'de "Dadi" adinda bir program var. Oradaki psikolog/pedagog (ne oldugundan pek emin değilim!) anneleri tam da boyle yapmaları icin yönlendiriyor malesef. Ağlasa da zirlasa da çare yok. Cocuklar tek baslarına uyuyorlar hem de ilk gunden ama ağlamak ve bağırmaktan yorgun düştükleri icin ve çaresizliği kabul ettikleri icin! Bu tabloya cok üzülüyorum. Tüm bu zorlamaya hiç ihtiyac yok aslında. Umarım bu programi seyreden anneler gördüklerine degil, içgüdülerine inaniyorlardir.



Ben cocuğun tek basına uyumaya ikna edilmesi, kademeli olarak alistirilmasi ve asla terkedilmemesini öneriyorum. Sadece önermiyorum kendim de oyle yapıyorum. Daha kolay olmuyor, zaman alıyor, sürekli açıklama yapmanız, cocuğu dinlemeniz, ağzını degdirip çekeceğini bildiginiz halde usenmeden gidip su getirmeniz, iki degil üç, dort hikaye okumaniz, "anne yanima yaaatt" dedikce yanina yatmamak icin kendinizle savasmaniz gerekiyor...bizde boyle oluyor...ama bu sürecin ardından cocuğunuz o gece mutlu bir sekilde uykuya dalıyor. Ertesi gece yine aynı döngü basliyor...Ege'yle ayni yatakta uyurken ben de dinleniyordum ama 5 gündür bedenen daha cok yoruluyorum.

İlk iki gece yanında uzun oturarak, 3. gece yatağın kenarına iliserek, 4. gece yatağın yanındaki sandalyeye oturarak kitap okudum. Her gece bana neden yaninda yatmadigimi sordugunda ona hep aynı açıklamayı yaptım. "buyuyen cocuklar tek baslarina uyuyabilirler. Ben ve baban gibi sen de tek basına uyuyabilirsin, yeterince büyüdün, öğrenmen icin sana fırsat veriyorum annecim. Büyümen icin sana yardim ediyorum" dedim. İkna olmuş görünüyor. Bizde ise yaradı...

Ne dediğinizden kadar nasıl söylediğiniz onemli. Siz de cocuğunuzu ikna etmenin bir yolunu bulabilirsiniz.

Onları tek baslarına odalarında bırakıp, aglayarak uyuyakalmalarini beklemekten cok daha insancil bir yöntem, degil mi?




Yazmanın tadına doyum olmuyor...

24 Temmuz 2012 Salı

Kardeşler arası ilişkiler...

Kardes kıskançlığı cok sık karşılaşılan bir sorun olması nedeniyle sanki doğalmis gibi algılanır ama bu müdehale edilmesine gerek olmadıgı anlamına gelmemelidir. Aslında kardes kıskançlığı anne sevgisinin kaybedilmesi endişesidir ve kendi haline birakilmasi degil, yonetilmesi gereken bir süreçtir. Bebeğin varlığı ile değişen ortamda büyük çocuğun anne sevgisini kaybetmekten endişe etmesi doğal bir duygudur, bu duygunun davranış sorunlarına dönüşmesi ise sürecin iyi yönetilememesinden kaynaklanır ve doğal olmayan da budur.

Annesinin sevgisini kaybetme endişesi yaşayan büyük çocuk rahatlatilmaya ihtiyaç duyar. Anne baba bu konuda bazı önlemler almalıdırlar. Örneğin anne bebeği severken baba da büyüğü sevebilir ya da tam tersi, anne küçükle ilgilendikten sonra büyüğe de ilgi gösterebilir, bebeği emzirirken büyüğü de okşayabilir, çocuk istekli olduğu sürece bebeğin bakımında kendisine yardımcı olması için anne büyüğe fırsat verebilir gibi... Çevremde sıklıkla görüdüğüm en büyük yanlis büyüğün anneanne/babaanne yanına gönderilmesi, yaz kampları vs.. ile evden uzaklaştırılması oluyor. Kardesler unutmamak gerekir ki kardesi degil, anne babanın sevgisini kıskanır. Yapılan bu yanlış uygulamayla, çocuğun anne/baba tarafından sevilmeyeceği yönündeki algılaması birnevi doğrulanmış oluyor. Bu gibi yanlış yöntemlere başvurmamak için evde anneye destek verebilecek bir yakının olması özellikle bu dönemin atlatılmasında anneye yardımcı olacaktır.

'Kardeş kıskançlığı' demek bana gerçekten çok doğru gelmiyor, 'anne sevgisini kaybetme endişesi' evde devam ettiği sürece bu durumdan muzdarip olan büyük kardeş evin dışında da bazı sıkıntılı anlar yaşar. Çevredeki diğer yetişkinler bebeği severken büyük kardeşin yüzünden ve tavırlarından rahatsızlık duyduğu çok rahat gözlemlenebilir. Bu durumlarda anne/baba anlık yaklaşımlarla durumu idere edebilirler. Garson bebeğinizi severken siz de büyük çocuğa yaklaşabilir, onunla konuşabilirsiniz. Eğer bu sizi ve çocuğu rahatlatacaksa neden yapmayasınız?

Burada asıl sorun kardeşi kıskanmak değil de anne sevgisini kaybetme endişesi ise neden o zaman garson severken de büyük çocukların yüzleri birden değişir? Annesinin sevgisini kabetmesine yol açan kişi olarak büyüğün öfkesi kardeşe yönelir de o yüzden. Sorunun kaynağı anne/babanın tavırları olmasına rağmen çocuğun gözünde sorun bebeğin varlığıdır ama burada güzel haber; dışarıda yaşananlar için çok endişe etmeye gerek yoktur. Anne/baba evde süreci doğru yönetmeye devam ederse zaman içinde büyük kardeş için hassasiyet ortadan kalkar ve bebekle sessiz bir barış anlaşması imzalanır. Bir kere annesinin sevgisinden emin olduktan sonra ise çevreden gelen etkiler çocuk için artık bir sorun teşkil etmez.

Kardeşler arasındaki ilişkilerde anne/babanın tavırları çok belirleyicidir. Bazı kardeşler yetişkin olduklarında dahi sağlıklı bir ilişki kuramıyorlarsa, sebebi önce anne babanın geçmişten beri kendilerine karşı davranışlarında aramak gerekir diye düşünüyorum. Kardeş elbette ki iyidir tabii ki anne/baba ilişkileri iyi yönetebildiği sürece!

15 Temmuz 2012 Pazar

Çocuklarla konuşurken hepimizin düştüğü tuzaklar neler?

Alternatif Anne dergisinden sevgili Tulay'in araciligiyla bir brosurden haberdar oldum. Basligi; "Cocuklarla konusurken- Cocuklari tesvik etmenin 75 degisik yolu". orijinal metni buradan görebilirsiniz:


Maddeleri tek tek inceledim ve katilmadigim ifadelerle ilgili görüşlerimi buradan paylaşıyorum.

4. ve 12. Maddeler:
"Supersin", "Cok efendisin" Abartılı, soyut. Hangi davranışdan bahsediliyor? Çocuk her yönüyle ve gercekten süper galiba!

9. Madde:
"Birlikte yemek pisirelim" yerine "Yemek pişirmek ister mısın?" seklinde olmalı ki karar verme sorumluluğu cocukta olsun. Böylece büyüdüğünde cocuklarınıza sürekli "ders çalış, ödevlerini yap" demek zorunda kalmazsınız.

16. 17. 19. 20. 21 ve 22. Maddeler:
Geri bildirim verilmek istenmiş ancak hepsi soyut. Ornegin 17. Maddeyi somutlastiralim: "İslerinin hepsini bitirdiğin icin oynamaya daha cok zamanın kaldı", iste bu somut oldu.

25, 32 ve 34. madde:
"Birlikte okumak ister misin?", "Birlikte sarki soylemek ister misin?" seklinde olursa sorumluluk cocuğa bırakılır.

30. Madde:
"guzel söyledin" gibi soyut bir ifade yerine;
"açık, anlaşılır, net söyledin" somut olur.

39. Madde:
"eminim başarırsın"...
ya başaramazsa!!! boyle bir ihtimal yok mu yani? Onun yerine; "cabalaman, elinden geleni yapman onemli/yeterli" olabilir.

47.Madde:
"Yaptıklarının icinde bu en güzeli".
Yani şu ana kadar yaptiklarin pek bir seye benzemiyordu... Cocugu motive etmek icin onun onceki calismalarinin degerini azimsamaya gerek var mı gercekten?

51, 52, 53, 57, 59, 60 ve 63. maddeler:
Burada tehlike şu: cogunlukla abartılı ifadeler. Övgü kullanılması en zor motivasyon şeklidir. Cok seyrek ve yerinde kullanilmalidir. Herseyi, her zaman övmek cocukta sahte bir güven duygusuna neden olur ve sürekli kullanılan bu kelimelerin degeri azalır.
4 yaşındaki bir cocuk icin...
Anne: "Ba-ba-sıı oglum cok guzel kaka yaptı"(gereksiz bir övgü)
Baba:"aferin oğluma!"
Bu abartılı övgüye bir ornek olabilir mi?, ne dersiniz?
Bunu aynen yasamış bir psikolog anne olarak ornegin sahsima ait oldugunun da itirafını yapmis olayim.

64.Madde:
"Birlikte oynayalım" yerine ______________ eminim siz tahmin ettiniz coktan:)

65. Madde:
"birlikte cok guzel oynuyorsun" yine soyut,
"seninle birlikte oynamak hoşuma gidiyor" somut.

72. Madde:
"cok yaraticisin"
Soyut. Hangi davranışı yaratıcı buldugumuza vurgu yapmalıyız. "ipin altından geçmen cok yaratıcıydi" somutlastirmaya bir ornek olabilir.

73.Madde:
"cok guzel bir resim"
hem soyut hem sonuc odaklı bir övgü.
"resminde kullandığın renkler cok canlı", "renklerin uyumunu sevdim", "çizgilerin bazı yerlerde cok belirgin sanırım kalemi buralarda bastırmissin" gibi süreci vurgulayan ve somut geribildirim veren ifadeler kullanılmalı.

74. Madde:
(Beynim dondü, gunler torbaya mi girdi bilmiyorum ama yazma ilhami gecenin 2'sinde gelince orijinal cümleyi yazmadan direkt düzeltilmisine geçmişim)
"Duvara asmak ister misin?" basittir ve basit iyidir. Ayni zamanda yine karar verme sorumlulugu cocuga bırakılmış olur.

75. Madde:
"Bu yaptigin seyi bana anlat" bunun bir çeviri hatası olduğunu düşünmek istiyorum. Degilse buna en guzel cevap "Emredersin" olurdu.






Yazmanın tadına doyum olmuyor...

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Anaokulu/Kres'e ilk başlarken nasıl bir yöntem izlenmeli?

İlk olarak Anaokuluna başlama yası konusuna bir açıklık getirmekle baslayalim. Mecbur olunmadigi sürece cocukların 36 aya kadar kendi evlerinde, anne, anneanne/babaanne ya da bakici tarafından bakılması tercih edilmelidir. Burada onemli olan bakan kisinin sabit olması ve cocugun kendi evinde bakılmasidir.

İlk 3 yasta cocuk icin en onemli ihtiyac güvende olma/ hissetme ihtiyacidir. Bu nedenle bakan kisilerin sürekli değişmemesi ve cocuğun kendini en güvende hissettiği yer olan kendi evinde bakılmasını tavsiye ederim.

Simdi bunu saglayamayan ailelerin panik yapmasına ya da suçluluk duymasına da hiç gerek yok aslında. Cocuk psikolojisi pamuk ipliğine bağlı gibi degildir, oyle hemencecik bozuluvermez. Ne zaman yıkıcı etkiler olur? Psikolojik sorunlar uzun sure ve tekrarlayan kötü muameleler sonucunda oluşurlar. Bizler genelde ailelere ideal koşulları anlatırız, buna ne kadar yaklasilabilirse iyidir.

Evet, cocugunuzu anaokuluna gondermeye karar verdiniz, Anaokulunu da sectiniz.(Anaokulları Milli Egitim tarafından, kreşler Saglık Bakanlığı tarafından denetlenirler. Benim kişisel tercihim anaokullarından yanadir. Bu da ayrı bir yazı konusu aslında).
Başlayacağınız güne de karar verdiniz.

Simdi cocugunuzun alisma doneminde nasıl bir yol izleyebilirsiniz?

Okul alışverişlerini cocuğunuzla birlikte yaptınız ayrica çocuğunuzla bir süredir okul hakkında sohbetler ediyordunuz zaten. Orada nasıl bir ortamla karşılaşacağı konusunda bir beklenti oluşturdunuz. Bunu yaparken anne/babaların en sık düştüğü hata okulu gerçekçi olmayan sekilde iyi gostermeleridir. Cocukta beklentinin gercek dısı olmaması icin tepkilerimizde abartıya kacmamamiz gerekir.(zaten her zaman boyle degil mıdır?)

Ev-okul geçişini kolaylaştırmada yardimci bir "geçiş nesnesi" yapabilirsiniz: Mesela biz oğlumla birlikte gülen bir yüz yaptık. Onu okul çantasına astık. Gülen yüzü yaparken de "Bu bizim gülen yüzümüz, okulda bu gülen yüzü gördüğünde seninle konuştuklarımız aklına gelsin, bizim ne kadar iyi vakit geçirdiğimizi ve seni ne kadar sevdiğimi hatırlarsın ve aksama gelirken de evimize getirirsin" gibi konuşmalar yaptık. Eve döneceğinin kesin olduğunu somutlastirmis da olduk.


Cocuklar soyut islem donemine 10 yas civari gecerler yani olaylar arasinda neden sonuc iliskisi 10 yasa kadar kuramazlar. Bu nedenle de somutlastirmak cocuk icin faydalıdır.

(Ben temkinli olmayi seven bir anne olarak çantasına bana ait bir kusak koydum ve dedim ki; "Ege'cim bu kuşağı kreste kimsenin görmediği sadece ikimizin bildigi bir yere saklayalım, aksam seni almaya geldigimde onu sakladigimiz yerden çıkarır evimize getiririz". Ege buna bayıldı!!!)

Okula ilk kez ogrenciler yokken, aksam uzeri gidin. Ogretmenle sakin bir ortamda cocugun tanismasini sagladiktan sonra binayı ogretmen ve cocugunuzla birlikte gezin, gezerken siz araya cok girmeden öğretmenle cocuğun sohbet etmesine fırsat verin. Sonra biraz da bahçede birlikte zaman geçirin. Mesela ogretmenle birlikte cocuğunuzu salıncakta sallayabilirsiniz gibi...İste ilk gün bitti bile.

İkinci gün bahçe saatinde okulda olun, siz biraz kenarda durarak bahçede çocukla öğretmenin ve diger cocuklarin vakit geçirmesine olanak tanıyın. Cocuğunuz sizi yanından ayırmak istemezse sorun yok, yanında durun. İkinci gün de bitti. Cocugunuzun ihtiyacı olduğunu düşünüyorsanız bu gunü ertesi gun tekrar edebilirsiniz.


Diger gün evde kahvaltı yaptıktan sonra yaniniza istedigi bir oyuncagi da alip sınıfınızın serbest zaman/oyun saatinde okulda olun. Kameradan sınıfı birlikte izleyin, gordukleriniz konusunda sohbet edin. İsterse sinifa gidebilecegini, öğretmenin gelip sınıfa çıkmasına yardim edebileceğini, sinifin cocuklar ve ogretmenler icin oldugunu bu nedenle sizin orada kalip kendisini bekleyeceginizi anlatin. Cocuğu zorlamadan sınıfa gitmesine ikna etmek gerekir. Sizin kameradan izleyeceğinizi ve kendisinin el sallayabilecegini vb..söyleyebilirsiniz mesela. İstediği zaman yanınıza gelebileceğini de bilmek cocuk icin herzaman rahatlatıcıdir. O gün cocuğun sıkılmasına fırsat vermeden onu alın ve eve dönün.

Ertesi gün yine kahvaltıyı evde yaptırıp oyun saatinde orada olun, bu sefer dünden biraz daha uzun kalın. Yine sizi her istediginde görmesine fırsat verin. Sınıfta kullanabileceği ipuçları verin öğretmene; örnegin Ege o donemde tamir etmeyi, ertafi silmeyi severdi. Ogretmen bu etkinlikleri yapmasini tesvik edince Ege'nin hem arkadaslarinin yaninda kalabilmesi hem de ayni zamanda bagimsiz hareket edebilmesi icin muthis bir arac oldu.

Ögretmenin bu ilk gunlerde cocuga ozellikle masa basinda oturmasi, etkinlige katılmasi konusunda israrci olmaması gerekir. Bunu kameralardan izleyerek cok rahat takip edebilirsiniz.

Cocuk okula alışmaya başladığını gözlemledikten sonra okulda yarım gün kalacak sekilde bir ayarlama yapılabilir. Arada ben su isimi halledip gelecegim diyerek kisa kisa kaybolmalar yapilir, sonra tam yarim gun kaybolunabilir. Çocugun durumuna bakilarak bir sonraki basamak olan "okulda uyumak" konusunda adımlar atilabilir.
Onemli olan her yeni aşamaya geçmeden once mutlaka çocukla konuşarak bir on hazırlık yapmaya özen gösterilmelidir.

Yeni ortama uyum konusunda süreler, yontemler cocuktan cocuğa değişir, kimi cocuk bunların hiçbirine ihtiyac duymaz kimi cocuk daha hızlı bu basamakları atlatir, kimi daha yavaş. Burada en onemli nokta anne ve öğretmenin cocuğu gözlemlemesi, işbirliği içinde hareket edebilmeleri ve asama asama cocugun hizina uygun alıştırma yoluna gitmeleridir.

Ağlamalar, ısrarla gitmek istememeler şiddetini genellikle bir ay icinde kaybeder. Bazı cocuklarda ise ilk okula başlarken sorun yaşanmaz ancak 9-10 gun sonra isteksizlik ortaya çıkabilir. Bu durumların hepsi normaldir.

Herzaman danisanlarima dedigim gibi anne cocugun duygularini anlar ve cocuga yansıtırsa, normal seyler hissettigini, kendisinde bir sorun olmadigini cocuga hissettirirse, sabırlı, güçlü ve açıklayıcı olursa bu donem daha rahat geçecektir.

Tum okula baslayan cocuklara ve annelerine kisa ve sorunsuz bir gecis sureci diliyorum.


Sevgilerimle,

Yazmanın tadına doyum olmuyor...

15 Mayıs 2012 Salı

Hasan icin ilik bulunmasına artık gerek kalmadı!




Hasan icin de ilik aranıyordu, gerek yok artık, kimse zahmet etmesin!

Evet cok üzgünüm, icimi ruhumu biri sikistiriyor sanki kalbime bir ağırlık oturdu, kalkmıyor. Haybeye yazıyorum, giden gitti!!!

Ben cok üzgünüm, neden daha cok çabalamadım, neden çevremdekileri toplayıp hastaneye goturmedim, "o gün bugün" arkadaslar demedim. Neden israr ederken kendimi kotu hissettim? Neden daha cok israr etmekten cekindim? Ben ve belki bir kac kisi daha kan verdik diye elimden geleni yapmismi oldum. Su an çektiğim vicdan azabını okuyan okurum sen beni anlasan ne olacak, anlamasan ne olacak, küçücük Hasan geri gelmeyecek, onun icin yapmadıklarımi telafi etmeyecek.

Siz elinizden geleni yaptınız mı? O kadar üzgünüm ki bu yüzden kızginim arkadaslarıma. NEDEN ihmal ediyorsunuz? NEDEN umursamiyorsunuz? NEDEN kalkıp Eskisehir Devlet Hastanesine gitmiyorsunuz? NEDEN KAN VERMiYORSUNUZ?
Hasan'ı görünce içinizde hicbirsey kıpırdamamış olamaz, bunu biliyorum. Gerisi NEDEN gelmiyor!!!! Belki de ölmeyecekti diye dusunmekten kendimi alamıyorum. Belki hepiniz kan verseydiniz bir umudu olacaktı. Üzerinize fazla mı geldim? Anlayışla karşılayın.. ama ilik bekleyen başka Hasanlar da Ardalar da var. Hissettiğiniz insanı duygunun geçip gitmesine izin vermeyin daha fazla, LÜTFEN.



Yazmanın tadına doyum olmuyor...

10 Mayıs 2012 Perşembe

EDÜTEG "Organik Tarim" Seminer Notları

EDUTEG olarak Organik Tarimla ilgili merak ettiklerimizi Eskisehir Tarim İl Mudurlugu Ziraat Muhendisi Muazzez Gunay'dan öğrendik. İste seminer notlarım:

Toprak canlı bir varlıktır. İçinde birçok mikroorganizma, bakteriler ve canlılar bulunur. Bunlar olmazsa toprak verimsizdir ve işe yaramaz. Topraktaki organizmalar 0-10 cm. derinlikte olur. Bu nedenle toprağı sürerken derinlere inilmemeli ve canlılara zarar verilmemelidir. Bu iş için özel makineler kullanılmalıdır.

İlaçlar, gübreler, pestisit ve insektisitler topraktaki mikroorganizma faaliyetlerini engeller, kısmen veya tamamen yok ederler. Ayrıca kimyasal tarim ilaclari aşırı dozda kullanılınca bitkide kalıntı bırakarak insan sağlığına da zarar verirler.


Organik Tarım;
Kimyasal girdilerin olmadığı,
Üretimden tüketime her aşamanın kontrol edildiği,
Sertifikalı bir tarım şeklidir.

Bazen sebzelerde çekirdek olmuyor, neden?
Hormonlar yüzünden!
Tüketici hormon deyince daha çok domatesi düşünüyor ama yediğimiz ekmekte daha çok hormon var çünkü buğdaya hormon etkili olan yabancı ot ilacı atılıyor.


Hormonlar çeşit çeşit; bitkinin büyümesini durduranlar, bitkiyi olgunlaştıranlar, döllenmeyi teşvik edenler. Hormonlar ulaşılması kolay ve ucuzdurlar, tenekelerle bile satılırlar. Sadece döllenmeyi teşvik eden ilaçlar pahalıdır ve bunlar daha çok domates-patlıcan-kabakta kullanılırlar.
Bu şekilde hormonla döllenme teşvik edildiğinde aslında gerçekten bir döllenme olmadan bitkinin böyle zannetmesi sağlanır ve bitki tomurcuklanmaya, filizlenmeye başlar. Bu yüzdendir ki böyle yetiştirilen sebzelerde çekirdek göremezsiniz. Bu istenmedik bir durumdur, ornegin Avrupa Birliği hormonla döllenen ürünleri bizden almaz, iç pazarda tüketilir.


Tarımsal Mücadele- Örneğin Yabancı otlarla nasıl mücadele ediliyor?
Organik Tarımda en önemli sorun yabancı otlar. Sıra aralarındaki otları makineler alırken, sıra üstlerindeki otları işçiler tek tek toplar bu yüzden maliyet artar. Örneğin maydanozların yaprakları arasından her bir ot tek tek işçiler tarafından elle toplanır. Bugün maydanozun hakkettiği fiyat 4.5 Tl’dir fakat bu fiyata satılamayacağı için üreticiler maydanozdan zarar etmektedirler. Maydanozdan ettikleri zararı diğer ürünlerle telafi etme yoluna giderler.

Tarımsal mücadelede uygulanması gereken birçok yöntem vardır. Bu yöntemlerin işe yaramamasi durumunda son çare olarak ilaç kullanılması gereklidir ancak malesef konvansiyonel tarımda çiftçilerimiz hiçbir yöntemi uygulamadan direkt ilaca başvurmaktadırlar.

Konvansiyonel tarımla yetiştirilen sebze ve meyvelerin tadı neden yok?
Bitkiler gübreyle hızlı büyütüluyorlar bundan dolayı tadları olmuyor. Ayrica hızlı büyüyen sebzelerin dokuları gevşek olduğu için çabuk hastalanırlar ve dolaplarınızda beklerken çabuk bozulurlar.


-Organik tarımda kimyasal gübre kullanılmaz. Bitki ve hayvan kompostları ve fosfat kayaçları kullanılır.
-Toprak her dikimden önce analiz edilmeli, gübrede ne kadar fosfat olduğuna bakılarak gübrenin nasıl kullanılacağına karar verilmelidir.
-Ayrıca organik tarım yapan çiftçiler gübreleri organik tarım yapan firmalardan satın almalıdır.

Tohum
Organik tarımda tohum ve fidan organik metodlarla üretilmiş olmalı, İlaç kullanılmamalıdır.

Sulama
Tarla bitkilerinde yağmurlama, bahçe bitkilerinde damla modeli kullanılarak yapılmalıdır.

Hasat
Ürünler makinelerle toplanmadan once konvansiyonel üretimde kullanılma ihtimaline karşı makinelerin iyi temizlenmesi gereklidir.

Organik tarım nerelerde yapılabilir?
Otoyoldan(anayoldan) 1 km mesafedeki tarım arazilerinde,
Kuşuçuşu 3km yarıçapta konvansiyonel tarım yapılan bir arazinin olmadıgı bir bölgede yapılmalıdır.

Organik Tarımda Örgüt Şeması :

Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı

Sertifikasyon Kuruluşları(20 sertifikasyon şirketi var)

Firmalar

Projeler

Çiftçiler

Kısa kısa:

Sertifikalandirmada; önce çiftlikler sonra da ürünler sertifikalandırılır.
Denetimler sertifika kuruluşlarınca yapılır, tarım bakanliği da sertifika şirketlerini denetler. Denetimler en az yılda bir kez ve habersiz olarak yapılır.
Sulamada kullanılan su kuyu sularıdır. Ornegin Porsuk suyunda ağır metaller olduğundan sulamada kullanılmaz.
Organik Ürünler marketlerde ayrı bölümlerde satılmalıdır aksi takdirde cezası yüksektir.
Semt pazarlarındaki organik ürünlere asla itibar edilmemelidir.
Organik ürünlerin konvansiyonel ürünlere oranla 1.5 kat kadar yüksek fiyatlı olması normaldir.
Eskisehir Carrefur’da organik ekmek satışı vardır.
Organik yumurta sertifikası alınabilmesi için civcivlerin 3 günlükten itibaren alinip uygun kosullarda yetiştirilmiş olması gerekir.



Yazmanın tadına doyum olmuyor...

25 Nisan 2012 Çarşamba

Okul Sütü Projesi- Bir velinin bilmesi gerekenler!

"Okul Sutu Projesi". Buyrun projeye ve uygulanmasina iliskin bir ornek uygulamayi okuyun.

İlk olarak, okullarda süt dağıtılmasının desteklediğim bir proje olduğunu söylemek isterim ancak UHT sütlerinin doktorlar tarafından özellikle bağışıklık sistemine zarar verdiği ve alerjiye neden olduğu açıklamalarından sonra çocuklarımız için süt olarak pastorize günlük sütlerin çok daha faydalı olduğu kanısındayım. Pastorize sütlerin dağıtımında ortaya çıkabilecek zorluktan dolayı belki bu kampanyaya dahil olmamış olabilir ama bu çocuklarımızın UHT süte mahkum bırakılması durumunu değiştirmiyor. Projeyle ilgili bu durum ilk gunden beri canımı fevkalade sıkıyor. İyi bir sey yapmak isteniyorsa pastorize gunluk sutleri dagitmanın bir yolunun bulunması sanırım yine yetkililere düşüyor.

Tebligde olusan arz fazlalığını dengelemek amaçlı yaptıklarını söylüyorlar;
"Program doğrultusunda dağıtılacak sütün üretimi ve dağıtımı ile takvimi, mevsimsel süt arzı fazlalığının olduğu dönemler dikkate alınarak Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından belirlenir."
Sütte arz fazlalığı soyleminin da gündemi takip eden biri olarak gerçek dışı olduğunu düşünüyorum. Arz fazlalığı çiğ süt üretimindeki fazlalıktan değil, muhtemelen süt tozu kullanılarak yapılan sütlerin fazlalığından kaynaklanıyor . Yoksa çiğ süt üreten küçük üretici neden yardım çığlıkları atıyor? Bildiriler yayınlıyor. İnternete girip araştırın göreceksiniz bildirilerini.

Günlük sütlerde arz fazlalığı yok mu sorusu da insanın aklına gelmiyor değil!! Gerçi yoktur, çünkü pastorize günlük süt üretien firmalar o kadar az ki..Pastorize sütte süt tozu kullanılamıyor yani çok da karlı olmayabilir. Benimki sadece bir yorum...

Durum buysa o zaman "tamam, benim cocuklarıma UHT süt verin, zararı yok, ne de olsa bedava ne de olsa süt. Uzun ısıl işlemlerden geciyormuş, sütun protein yapısında degisiklikler oluşuyormuş, alerjiye sebep veriyormuş, bağışıklık sistemini zayıflatıyormuş, hiiiic farketmez." diyemeyeceğim.


Bir de aşağıdaki maddeye bakın...
"Süte karşı duyarlılığı olan öğrencilerin okul yönetimleri, öğretmenler ve aile hekimlerince tespiti yapılarak Programın dışında tutulmaları sağlanır."

Okullara gidin de bir görün...kaç veli farkında cocugundaki süt duyarlılığının. Peki ya hangi ögretmen bilebilir bunu?
Öğretmenler de tespit edecekmis duyarlılığı olanları!!! Ne kadar gerçekçi?
Evrak dağıtiyorlar ogretmenlere; sutu içtikten sonra 6 saat icinde mide bulantisi, karin agrisi, kusma gibi seyler gorulurse yandaki kutucuklara çek atacaklar. Sanırım tespit yöntemi bu olacak.(yanlis anlaşılmasın eleştirim öğretmenlere degildir, konustugum hicbir Ogretmen bu durumdan oyle veya boyle memnun degil)

Veliye sorulacak "cocuğun süt icsin mı?" diye. Evet derse cocuk sisteme dahil olacak. Buradaki konu şu; veliye sütun faydaları anlatılacak öğretmenler tarafından, sonra UHT sütleri dayayacağız cocuklara. Sag gosterip sol vuracagiz bir nevi yani.. Kimse UHT süt konusundaki endişelerden velileri haberdar etmeyecek. Önce her türlü bilgilendir sonra seçenek sun, o zaman tamam, hiç lafım yok. Bu şekliyle ahlaka sığar mı? Alisveriste biri bize bir malı övse sonra da başka mal satsa...bence aynı şey. Bu kadar net düşünüyorum bu konuda. Ben evime sokmadigim, cocuğuma içimediğim sütun pazarlamasının öğrencilere yapılmasını is-te-mı-yo-rum!


Var mı ötesi?
Vaaarr.
Yapılmak zorununda, çünkü öyle işte...burada kesiyorum zira siyasi algılanmak istemiyorum. Bu yazımın bütün nedeni ne yediği ve çocuğuna ne yedirildiği konusunda duyarlı bir anne olmamdır.

Diger bir konu, sutu icecek cocuklar icin belli bir ders saati belirlenecek, o saatte cocuklar sütlerini icmek ve bitirmek zorunda tutulacaklar, sanırım yerlere atmasın, çantada dökmesin, sut bekleyip de bozulmasin, süte duyarlilik gosterenler de okulda tespit edilsin diye.
Cocuk bir insan, sırf velisi "süt içsin" dediği icin başkasının belirlediği dakikada süt icmek zorunda tutulması size mantıklı geliyor mu? Bana gelmiyor da.. Ben 4 yaşındaki oğluma bile boyle bir dayatma ve saygısızlık yapmazken, koca koca cocuklara yapılması tabii ki beni rahatsız ediyor. Hemen ayakustu bir cozum önerisi; okul çıkışında dagitilabilir, isteyen evinde ailesinin gözetiminde istediği kadar icebilir..cok zor degil, degil mı? (okuduğum hicbir resmi yayında uygulamayla ilgili ayrıntılar belirtilmediginden yorumum uygulama sekline okul yönetimlerinin karar vereceği yönünde oldu. Bu konuda farklı bilgiye sahip olan varsa yorum kısmında belirtebilir)

Aklıma ne geldi? Bir zamanlar kaynanalarin ogullarina gelin adaylarıni sectigi abuk subuk bir program vardı. Ata'nın annesi orada beni şok eden cümleyi kurmuştu:
" Ata sen aşık degilsin yavrum, ben asik oldugunda sana söylerim!!!"
"Çocum canin süt içmek istemiyor simdi, istedigi zamanı ben sana söylerim!" Her gün son derste!!!


Daha bitmedi...
"İçmesin" diyen velinin çocuğuyla "içsin" diyen velinin çocuğu aynı sınıfta nasıl olacak? Cocuklar sut içerken ögretmen ders yapmayacağına göre, icmeyen cocuk oturacak içenlerin içmesini seyredecek. Ben, (bence) doğrusunu yapıp içirmiyorum diye benim cocuğumun günahı ne? Ufacik anasinifi cocuğuna nasıl anlatacaksınız buradaki çarpıklığı. Bedeli içmeyen cocuklarin kendilerini dışarıda kalmış hissetmeleri mı olacak? Nerede kaldı benim veli olarak özgür secimim? Ben gercekten özgür muyum?

Ben burada;
Saglikli beslenmeyi degil, elde kalan ve içilmesi doktorlar tarafından önerilmeyen UHT sut stoklarinin eritilmesini görüyorum.
Cocuğun isteklerine, ihtiyaclarina saygıyı degil, dayatmayı görüyorum, bu dayatmadan UTANÇ duyuyorum.

Bu yazıyı okuyan sevgili veliler, sizin de önünüze "sut icsin izin kağıdı" geldiginde "evet" ya da "hayir" demeden once lütfen UHT süt ve pastorize günlük sut konusunu araştırın ve okul yöneriminize sorun:
Çocuğum bu sutu istediği zaman istediği kadar mı icecek? yoksa yönetimin belirlediği bir saatte icmek ve hatta bitirmek zorunda mı tutulacak?




Yazmanın tadına doyum olmuyor...

21 Nisan 2012 Cumartesi

GDO'lu 3 Mısır İzni Aldı, Simdi Kapımda! Yakında Çocuğumun Midesinde!

Biyoguvenlik kurulunun 19 Nolu kararini okudum:

Once kararin oycoklugu ile alınmış oldugu dikkatimi cekti: karsı çıkanlar olmuş demek ki!

Kurul kararı alırken kamuoyu görüşlerini de değerlendirdigini ifade etmis: Ben GDO İSTERİZ diyenleri kacirmisim. Yoksa "YERLER" mı demiştik!!!

"Biyogüvenlik Kurulu tarafından gerek görülmesi halinde, izleme raporlarına dayanarak komitelere bilimsel değerlendirme yaptırılması, bu değerlendirmelerin Kurul tarafından uygun bulunması halinde iznin devam etmesi, herhangi bir risk tespiti halinde iznin iptali" demis:
Yani risk var, oyle mı? Bravo diyor baska birsey diyemiyorum. Buraya yazamadigim kısımlar sifayen su an söylenmektedir.




"Adı geçen geni taşıyan mısır ve ürünlerinin ithalatı için başvurularda, mısırın taşımış olduğu gen ile ilgili ülkemizdeki ya da ithal edildiği ülkedeki akredite bir laboratuvardan alınan Analiz Raporu eşliğinde uygun olanların gümrük ve ithalat işlemlerinin gerçekleştirilmesi" demiş:
Yanlışsam duzeltin. Benim anladığım; "gelen misir bizim İzin verdigimiz misir mi ona bakin da gumrukten içeri oyle alın" diyor. Kapıyı bir kez aralayinca içeri girişlerde labaratuar sonuclarının güvenilirliğine kaldik yani. Ayrica konu gümrük olunca bir kere daha düşünen ben yine düşünüyorum(kimse üstüne kisisel alınmasın!)

Risk yönetim planı hazirlanmali ve kurula sunulmaliymis:
Allah allah bir risk mi var ki plan istenmis? Bak ben simdi cok iskillendim. Nedir bu risk lafları kararın basından beri canım!!!

"İzleme koşullarının ilgililer tarafından yerine getirilmesi" demiş:
Kim bu ilgili dedikleri?
Bu izleme işlemi hali hazirda baska urunler icin ne kadar saglikli yapılabiliyor? Yapılabiliyor mü ki? Nasıl güveneceğiz?
Bu ilgililer bilgi verecekmiş Gıda Denetim ve Kontrol müdürlüğüne. Ben bu müdürlük yetkilileri izleyecek sanmıştım. Yani "durum bu bu bu" diye ilgililer!! aktaracak mudurluk de izlemis mı olacak yoksa gidip bilgileri yerinde denetleyecek mı? Yani beyana göre mı is tutulacak? ben anlamadım ki!!!




Okudukça sorularim artti, sordukca endiselerim artti ve simdi okuyacaginiz kisimla da artik nabzım tavan yaptı.

"Konu olan mısır ve ürünlerinin ambalajlama, taşıma, muhafaza ve nakillerinde bulaşmayı engelleyici tedbirlerin ürün sahibi ve taşıyıcı tarafından işbirliği içinde alınması"; Taşırken kamyonun üstünün kapatilmasi; Kamyon kaza gecirirse diye bir eylem plani hazırlanması : Benim bir eylem planim var; dokulen misirlari etrafta ucan bortu bocegin agzindan toplayama işi icin adi gecen müdürlükte eleman bulundursunlar!!!
Kamyonun üstünü örtüyle örtme meselesine ne demeli? Allah'im tasima yapilirken kamyon şoförünün insafına mı kalmış olduk yani nedir!!!

Ben karari okudukca icim sisti arkadas. Simdi bir kısmını siz de okudunuz!!!!
Buyrun meydana....


Yazmanın tadına doyum olmuyor...

18 Nisan 2012 Çarşamba

Oyun Grubu Nedir?

Oyun Gruplarıyla ilgili bir dizi bilgilendirici yazı hazırladım, buyrun ilki:

Oyun, çocuk için ciddi bir İŞ’tir. Oyun oynamanın dışında çocukların düzenli olarak yaptıkları başka bir faaliyet daha yoktur. Çocuk, oyun sırasında çevresindeki eşyaların, seslerin ve hareketlerin farkına varır ve bu şekilde çevresini algılar. Oyun oynarken kararlar verir, hayal gücünü kullanır, problem çözme becerisini geliştirir, bir işe konsantre olmayı öğrenir ve oyun oynayarak konsantrasyon süresinin uzamasını sağlayan alıştırmalar yapar. Sırasını bekleme, işbirliği yapma, yardımlaşma, başkalarının hakkına saygı gösterme, kendi isteklerini ifade edebilme, parmaklarını kullanma becerisini geliştirme, bedenini kullanmayı öğrenme gibi yeterlilikleri oyun oynama sırasında pekiştirir.

Büyük şehirde yaşamak, iş-ev koşuşturması ailelerin sosyalleşmelerini zorlaştırdıkça çocuklar da bu durumdan etkileniyorlar. Sadece bir yetişkin gözetiminde bulunan çocuklarımız yaşıtlarıyla iletişimlerinde kazanabileceklerini bizlerden alabilirler mi? Onlarla birebir oyun oynamak, kitap okumak çocuklar için yeterli olur mu? Bu endişeleri en aza indirmenin bir yolu olarak oyun grupları oluşturmak aileler için cazip bir seçenek.



Oyun grupları, 3 ve daha fazla çocuğun bir araya getirilmesiyle oluşturulan ve önceden hazırlanmış aktivitelerin yapıldığı, oyunların oynandığı; ideal olarak haftada bir ya da iki kere toplanılan; sosyalleşme ve öğrenme sürecini başlatan ve destekleyen ortamlardır. Oyun gruplarıyla çocuklar diğer çocuklarla aynı ortamı paylaşma, akranlarıyla iletişim becerilerini geliştirme ve diğer annelerle iletişim kurma fırsatını yakalamış olurlar.

0–3 yaş, özellikle ilgi sürelerinin çok kısa, temel ihtiyaçlarının zamanında karşılanmasının gerekli olduğu, beyin fonksiyonlarının en yüksek olduğu dönemdir. Bu bilincle, oyun grupları çoğunlukla 0-3 yaş arası çocukların aileleri tarafından, çocukların sosyalleşmeleri için tercih edilir.

Bir sonraki yazı: Oyun grubu çeşitleri üzerine olacak.



Yazmanın tadına doyum olmuyor...

Dün İlginç Birsey Oldu

Bir ilkogretim okulunda psikolojik danışman olarak çalışıyorum. Dün odamda veli gorusmesindeyken kapı çaldı. Aralıktan hafifçe basını uzatmış, çıtı pıtı bir genc kiz "pardon sonra geleyim" diyerek kapıyı kapattı. Merak ettim, ne bir veli ne bir ogrenci olabilirdi. Görüşmem bitince içeri davet etmek icin kapiyi actim. Yanında sonradan sınıf arkadaşı olduğunu öğrendiğim temiz yüzlü pırıl pırıl bir genc daha vardı.

Anadolu Üniversitesi Gazetecilik Bölümü son sınıf ogrencisi olan bu iki genç beni ziyarete gelmişlerdi. Hem de taaa buraya. (Okulum Merkez'den ulaşımı zor bir konumda)





Donör olmak konusunda bir haber hazırlayan bu genclerden Müge Bencoşan söze başladı, o konustukca ben nasil sasirdim nasil mutlu oldum anlatamam. Donör olmakla ilgili ne düşündüğümü, insanların neden donör olmadıklarını, donör olunabilmesi icin neler yapılması gerektiğini, Gamze'ye ilik bagisi surecinde neler yasadigimi anlattım onlara. (Ses kaydina her ne kadar ogrenciligimden alışkın olsam da bu sefer doğru seyleri söyleyebilme kaygısından gerilmedim degil)

Bu neden onemli benim icin biliyor musunuz?
Onlar cok genç, birakin o yasları, ben bundan bir yıl oncesinde bile bu bilinçte değildim. Bu soruları sormak aklıma hayalime gelmezdi.

Yoneticilerdeki ihmalin, sistemdeki tum eksikliklerin üzerine siz iki genç iyi ki odama geldiniz, bana umut getirdiniz, duyarliliginizla beni en cok siz sevindirdiniz.

Hersey daha guzel olacak:)

Sevgilerimle



Yazmanın tadına doyum olmuyor...

17 Nisan 2012 Salı

5 Yas Cok Erken mı?

Yeni çıkan kanuna göre 60 aylıktan itibaren cocuklar okula başlayabilecek. Bu konunun birçok boyutu ve bileşeni var. Salt cocuğun yasından dolayi "okula başlamak icin erken" ifadesini kullanirsak eksik ifade etmiş oluruz. 5 yas egitim icin erken degildir ancak verilecek egitimin icerigi, nasil verilecegi yani surec, kim tarafindan ve hangi fiziksel koşullarda verileceği cok belirleyicidir.

5 yaşındaki cocukların su anki ilkogretim sistemine nasıl entegre edileceği cok net olmamakla birlikte, var olan koşulları gözlemlediğimizde bazı endişelerden soz etmek mümkün:

1- 5-6 yas cocugunun ihtiyaclarina cevap verebilecek bir egitim olacak mi?

Bu yas cocuğunun henüz küçük kas gelişimini tamamlamadigini, oyunun hala cok onemli olduğunu, cocuklarin oynayarak ogrendigini dusunursek onları akademik çalısmalara boğmak doğru olmayacaktır. Bu durumda müfredat anasinifi düzeyinde hazirlanmali ve anasinifi öğretmenlerince verilmelidir.

Birinci sınıfın ilk 3 ayı okuma yazma çalışmaları yapılmayarak daha çok oyuna zaman ayrılması kararlaştırıldı. Okul öncesinde olduğu gibi öğretime değil, eğitime ağırlık verilecekmiş. Müfredat anasınıfı müfredatına uydurulacaksa ve iki haftalık seminer dönemindeki uzaktan eğitim ile bir sınıf öğretmeninden okul öncesi eğitimcisi çıkartılmaya çalışılacaksa neden zaten varolan anasınıfları ve okul öncesi eğitimcileri kullanılmıyor? Bunu anlamak mümkün değil. Tüm bunların sebebini acıklayan oldu da ben mi kaçırdım bilemiyorum...



2- İlk 3 ay öğretim yok, Egitim sureci nasil isleyecek?

Eğitim deyince kastedilen şu; çocuğun dinleme, ifade etme becerisinin geliştirilmesi, arkadaşlarıyla kavga etmeden sorunlarını çözmesi, ders saati kavramına alıştırılması, ders süresince dikkatini toplamayı öğrenmesi, ihtiyaçlarını erteleyip teneffüsü beklemesi vb.

Düşünüyorum da okul öncesi eğitim konusunda hiçbir bilgisi ve deneyimi olmayan sınıf öğretmenleri bir sınıf dolusu koşuşturmak isteyen, çok çabuk sıkılan, topluca tuvalete ve su içmeye gitmek isteyen, ihtiyaçlarını bekletemeyen, özbakım becerisi sınırlı çocukla tek başına ne yapacak? Tuvalete gönderse bir dert göndermese iki dert. Anasınıflarında yardımcı teyzeler var, zavallı öğretmenimin yanında kim var? Anasınıflarında ilgi köşeleri var, isterse çocuklar ayağa kalkar, isterse sandalyede oturur, isterse yerlerde yatar yuvarlanır, ortam ona uygun ve kimse de yerine otur demez. Sınıfta ne var?

Olacağı söyleyeyim, bu çocuklar kontrol altında tutulmaya çalışılacak sonuç elbette ki ya sinmiş bir çocuk ya da isyanda, uyum sağlayamıyor etiketi almış bir çocuk olacak. Bu çocuk burada yapamıyor diyen zavallı sınıf öğretmeni soluğu diger bir zavallı öğretmen olan rehber öğretmenin yanında alacak. Rehber öğretmen de çocuk normal, tepkileri normal diyecek, aileyle görüşecek, çocuğun kaydını anasınıfına alması için ikna etmeye çalışacak. Sonuç değişmeyecek çünkü kenar mahallelerdeki veliler anasınıfı paralarını yüksek buldukları için çocuklarını ilkokula vermeyi her zaman tercih edecek! Demedi demeyin....

3- Çocuklarin güvende olma ihtiyaci karşılanabilecek mı?

Evin disinda da güvenli bir ortamda bulunmak her cocuğun en temel ihtiyacidir. Bir cocuk ihtiyaclarini kendisi gorebildigi bir ortamda kendini guvende hisseder. Suanki ilkokul binaları yetişkinlere göre yapılmaktadır. Kocaman ve yuksek binalar, buyuk, ağır demir kapılar, kendilerinden yasca cok büyük diğer cocuklar, tuvalet kuyrukları, yetersiz kantin ortamlarında birbirlerinin üzerinden uzanarak alışveriş yapmak zorunluluğu, hicbir oyun alanı olmayan kuru beton bahçeler gibi birçok uygunsuz koşula sahip bu binalara henüz oyun cocuğu olan 5 yas grubunun sokulması girilmemesi gereken bir risktir.

Bu sistemde, henuz yukarida sayilan kosullar saglanmadığından cocuklarin bir yıl anasinifi egitimi alarak 72 ay dolduktan sonra ilkokula başlatilmaları uygundur.

Ben diyorum, psikiyatristler diyorlar, öğretmenler olarak, anne olarak diyoruz...


Yazmanın tadına doyum olmuyor...

16 Nisan 2012 Pazartesi

Emzirme Saglikli Bicimde Nasıl Bitirilir?

Alternatif Anne'deki yeni yazım; emzirmeyi bırakmayı düşünen anneler icin...

Emzirmeyi bırakmadan önce çocuğumuzun yaşına göre sütü bardaktan ya da biberondan içeceğini anlatmak ve çocuğun psikolojik olarak on hazırlık yapmasına yardımcı olmak faydalı olur.

Çocuk sütten kesilirken birden bıraktırmaya çalışılmamalıdır. Çocuğun daha rahat uyum sağlaması için kademeli olarak emzirme sayısının gün gün azaltılması en uygunudur. Azaltmaya gündüz saatlerinden başlanması çocuğun dikkatini farklı yönlere kaydırma şansımızın daha yüksek olmasından dolayı avantajlıdır.

Emzirme sayısını gün gün azaltırken bebeğin buna uyum sağlaması beklenip, uyum sağladıktan sonra ertesi gün sayı biraz daha azaltılabilir.

Bazen anneler göğüslerindeki acıyı azaltmak ihtiyacı duyabilirler, o zaman dikkat edilmesi gereken nokta bunu bebeği emzirme yöntemiyle yapmamaları.



Gece uyanan bebeği emzirmek istemiyorsak (artık bu noktaya gelindiyse), babadan, anneanneden/babaanneden/bakıcıdan yardım almak gerekebilir. Babalar gece kalkıp bebeği sakinleştirme işini anneden almalıdırlar. Annelerin düştüğü en büyük hatalardan biri “ortadan kaybolmak”tır. Kesinlikle anneler evden gitmeyerek hala bebeğin yanında olduklarını hissettirmelidirler. Annelerin uyguladığı bir diğer yöntem ise göğüslerine kötü kokan, kötü görünen, değişik malzemeler sürmeleri. Bütün bunlara gerek kalmadan da bebeklerimizi yukarıda anlattığımız şekilde kademeli olarak emzirmeden ayırabiliriz. Sabır, tutarlılık ve sosyal destekle bebeklerimizi sütten kesmek çok daha kolay…

http://alternatifanne.com/emzirme-saglikli-bicimde-nasil-bitirilir/


Yazmanın tadına doyum olmuyor...

6 Nisan 2012 Cuma

İlik mi? Gamze mi? Bulunmuş mu?

Yok yok arkadas sabahin 5.30'unda ne yapacagimi sasirdim, dayanamadim Murat'i uyandirdim. Korktu yazik,

"Gamze'ye ilik bulunmus!!" sonunda inanabiliyor musun?"

Yuzundeki endise aninda kayboldu, gulumsedi, "cok sukur, hemen gidip kan verecegim, baskalari da kurtulsun" dedi.

Bu mucize haberi sabah 5.30 gibi öğrendim, bulduğum her yere yazdım, esimi dürttüm paylaştım, agladim ama yok arkadas sokaklara çıkıp, bağıra bağıra haberi verip, herkese sarilasim varrrrrrr.

Gamze cok şükür Gamzeeeeeee:))))))))))))))

Bir tüp kan vermeye devam, ne mutlu!!!!

Eskişehir'den donör olmak icin:
Eskisehir Devlet Hastanesi
Organ Bağışı Bölümü
Zübeyde Hanim
Her Pzt-Salı
17.00' ye kadar.





Yazmanın tadına doyum olmuyor...

28 Mart 2012 Çarşamba

Konvansiyonel Pazar Ürunü mü? Organik Ürün mü?

Eskişehir'de üreticiyi taniyarak dogal urun alabilecegimiz bir organizasyon kurduk. Zaman zaman ureticilerle biraraya gelip tuketiciler olarak onlara istedigimiz soruyu sorma sansi buluyoruz. Ben bu girişimi yaparken hem tuketici hem üretici kazansın istedim. Biz tuketici olarak bilgi alma ve hesap sorma şansı buluyoruz. Üreticileri de toplu alışverişlerimizle destekliyoruz.

Neden semt pazari, koy pazarina gitmiyorum?

Semt pazarina gidince cogunlukla kabzimaldan urun alıyorum, dogal mi dogal tabii, sonucta sebze meyve ama ilac kullanilmiyor mu? ya da kimyasal gubre? Ya tohum?Üreticiyi tanımıyorum ve muhattab bulamiyorum.

Koy pazarına gelince daha iyi bir seçenek gibi durmasına karsın orada ki sorun da bilinçsiz ilaç kullanimi. İlaç mümessilleri koylere kadar girdiler ve köylüye "bak bu ilaci at, iki kat ürün topla" vaatleriyle ilaç satıyorlar. Kısaca köylü artık bildiginiz eski köylü yöntemlerini terk ediyor.

Bu durumda peki ya sen organik ürünlere şüpheyle yaklaşan insan sen semt pazarına, koy pazarına hakkinda hicbirsey bilmedigin ureticilere cok mu güveniyorsun ki sertifikayı küçümsüyorsun?





Aşağıya bir alıntı yaptım, Slow Food Türkiye Fikir Sahibi Damaklar kurucusu Defne Koryurek'in söyleşisi.

Organik ürün her türlü derdin dermanı mı? Bir ürün organik olunca kesin sağlıklı mı oluyor? Sertifika sistemi nasıl çalışıyor?

Konvansiyonele bakmamız gerekiyor. Ona güveniyor muyuz ki organiğe güvenmemeyi konuşalım? Organik ürünle konvansiyonel arasında ki en büyük fark sertifikasyon. Sertifikasyon dediğin anda, üreticisinden başka birilerinin daha sözü devreye giriyor. Bu önemli bir şey, üreticiyi kontrol eden ikinci veya üçüncü bileşen.

15 milyonluk bir megapolde yaşıyorsan sertifika önemlidir, organik de önemli bir sertifikadır. Eğer organik ile ilgili şüphelerin varsa o sertifikayı veren kurumları sorgulamalısın. Şirketlerin adları var açarsın telefonu bu sertifikayı neye göre verdiniz ben nasıl güvenirim diye onları terletirsin ki doğru olan da budur. Gıdanı sen seçecek, sen takip edeceksin."


Güvendiğiniz Gidayi Tuketiniz!

Sevgilerimle:)

Eskisehir Doğal Urun Talep Edenler Grubu:
https://m.facebook.com/groups/290560501002409?refid=8



Yazmanın tadına doyum olmuyor...

Annelere Ne Kadar Yakın Oturmalı?

Evli ve cocuklu çiftlerin yegane ortak sorusu annelere yakın otursak da mı yasasak? Oturmasak da mı yasasak?

Kendi anne ve babasıyla aynı sehirde oturan arkadaslarıma imreniyorum. Bazı arkadaslarim hem anneanne hem babaanne şansına sahip, alinmayin da onlara illet oluyorum, fesatlaniyorum.





Oğlumu cok seviyorum da ama insaf yani...bir günden bir güne Murat'la sinemaya gidemedik, İzmir kordonun yerini tutmaz ama bir Porsuk boyunda gezemedik, sessizlik icinde, bolunecek telasi yasamadan sohbet edemedik. Murat'la başbaşa kalabildiğimiz ender anlardan biri sehirlerarasi yolculuk yaparken Ege'nin arabada uyuduğu saatler. Burada da sorun şu ki arabada tek uyuyan Ege degil. Küçüklüğümden beri arabalar bende aynı etkiyi yaratır.

Size de olur mu bilmem? Hani cocuk uyumaz sizi de uyutmaz, sonra cocuk bir gün uyumaya baslar ama siz simdi uyanacak telaşından bir türlü rahatlayıp uyuyamazsiniz ya. İste böyle birsey, esinizle bir türlü sakın bir zaman dilimi bulamayip sonra bulunca da saskin saskin birbirinize bakakalirsiniz. Aslinda konusmak isteyip de konusamadiklarinizin listesini ortaya cikarma zamanidir. Bizim evde zaman zaman durum aynen bu.

Simdi siz söyleyin hem anne hem kayınvalideyle aynı sehirde oturtulmaz mı yani?



Yazmanın tadına doyum olmuyor...

İlik Bekleyen Hastalara Eskişehir'den Donör Olmak

Bu yazıyı yazmak icin aylardır basladigimiz isin sonuclanmasini bekliyordum, sonunda oldu...
Sagligim bana bahşedilmiş bir hediye ve ben de baskasına boyle degerli hediye verebilirim düşüncesi beni cok heyecanlandirmisti. Bu heyecanla bir ise kalkıştım ki sormayın.
Ulkemizde İstanbul ve Ankara olmak üzere sadece 2 tane kan bankasi var. Bu illerin disindan ilik donoru olabilmek icin sistemi öğrendiğimde tam anlamıyla şaşkına döndüm. Özetle:
• Herhangi bir saglık kuruluşundan kan aldırıyorsunuz.
• Şişeyi pamuğa sarıp kargoya veriyorsunuz. 24 saat icinde kan bankasına kırılmadan, dökülmeden, bozulmadan ulaşabilmesi icin de arkasından dua ediyorsunuz.
•Bu arada hemen kargoya veremezseniz kanı +4 derecede birkaç gün bekletebiliyorsunuz. Eminim herkesin evinde bir gün olur da kanımı bekletmem gerekirse diye +4 derecede bekleyen bir buzdolabı vardır ama bende yok.
Buradaki saçmalıkları asmak icin kendi kendime dedim ki. Bir hastane ayarlansa, kanları alsa, saklasa ve topluca kargoyla gönderse.
Sen misin? bunu düşünen... Nelerle karşılaşacağından habersiz bir cahil olarak döküldüm yollara birkac hastaneye gittim, Facebook'tan beni takip eden bilir, yasadiklarimi tek tek anlatsam ayrı bir blog yazısı olur. İsin özü su ki, kazın ayağı başkaymis. Haftalarca uğraştım, inat ettim birakmadim, başhekimlerle görüştüm, olmadı. Yasadigim caresizligi dile getirmeye gazetelere gittim. Bir bilinç uyandırdım elimin erdiğine ama sonuçta saglık bakanlığının da izniyle bir .... beceremedim.
Geceleri yastiga basimi koyup da engellenmislik duygumla bogusup, sinir harbi yaşarken aslında ayni sehirde, başka bir evde, başka bir yastıkta, aynı savası veren başka bir insan daha varmış.
Elif Akbas beni aradığında o kadar rahatladım ki sonucta artik bir umudum kalmiyordu, vazgecmek uzereydim ve bu sehirde benden baskasının da benim gibi sınırlarını zorladigini bilmek beni cok rahatlatmıştı. Artık ben bir sonuca varamasam da Gamzeler icin hala bir umut olacak demekti.
Benim cabalarım malesef olumlu sonuc vermedi ama Elif'in cabaları sonucunda artık bizim de Eskişehir'de ilik bağışi icin kan verebilecegimiz ve bu islemin surekli yapilacagi bir hastanemiz var.
Saglık Bakanlığının böylesi onemli bir konuda bunca zamandir hastaneler ile kan bankasi arasında bir sistem kurmamasi inanılır gibi degil. Bu bağlamda bunu başardığı icin Elif Akbas ve Ailesine minnet duyuyorum.

Eskişehir'den ilik donöru olmak icin basvuracaginiz yer:

Eskisehir Devlet Hastanesi
A Blok
Organ Bağışı Bölümü
Zübeyde Hanim.

Herkese saglikli günler diliyorum.















Yazmanın tadına doyum olmaz.

27 Mart 2012 Salı

Çocuğunuzu Tek Başına Parka Gönderme Yaşı

Bir önceki yazıyı yazma fikrim "Cocugunuzu Evde Yalniz Birakma Yasi" aslında bu yazıyı yazma fikrimden doğmuştu. Dün yine bir ilk yaşandı ve bu sefer gercekten tembellikten degil, çaresizlikten gelişen bir durumdu.
Eşim evde yok, hava güzel, Ege dışarı çıkmak ister, öğlene yemek yapılmak ister... iki ayağım bir pabuçta şaşkına dönmüş haldeyim. Yetismesi gereken isler ve istekleri tatmin edilmesi gereken bir cocuk kesinlikle hic kolay bir karisim degil. Bu baglamda tek başına cocuk büyüten annelerin önünde saygıyla eğiliyorum.
Neyse, kabul göreceğini ummadan, çaresizlikten ağzımdan " tek başına inmek ister misin?" çıkıverdi. "Tamam" cevabı gelince belli edilmemeye calisilan kısa bir şaşkınlık anindan sonra giydirme faslına geçtik. Ege o anda içimi parçalayan bir cümle kurdu:
"anne korkuyorum!"
Ayy ölucem, duygusal anneyim ben vesselam. İçim kıyıldı resmen.
Aylin Anne elindeki ispanaklari bir kenara bırakıp "tamam hadi beraber gidelim"diyecek oldu ama "Ege'cim ilk defa yaptığın bir şeyde korkmani anliyorum bunu söylediğin icin cok memnun oldum" dedi Psikolog Aylin ve ekledi; "tercih senin istersen bekle işim bitince gideriz istersen simdi inmek ben sana yardımcı olurum".
İçimi eriten ikinci cümle geldi "anne korkuyorum ama incem"... bu nasıl bir duygu, Allahim ben ne edeyim, bir tuhaf oldum. Aylin annenin baloncugunda "ay ben seni yerim, koca adam olmuş benim oğlum" varken ağzında
"korktuğun halde inmeye karar vermen çok cesurca, seninle gurur duyuyorum" vardi. Sarıldım kocaman, optum sıkıstıra sıkıstıra. Asansöre binerken bana el sallayıp "yarın görüşürüz anne" dedi.





Ve iste oğlum ilk kez asansöre tek basına bindi, karşıya tek basına gecti, parkta tek basina oynadı.
Ben de Ege'yi hissettirmeden balkondan kontrol edecegim diye bir ispanagi yarım saatte doğradım ama dogradigim en heyecanlı en keyifli ispanakti:))

Not: Ege,fotodaki beyaz gölge:)


Yazmanın tadına doyum olmuyor...

26 Mart 2012 Pazartesi

Cocuğunuzu Evde Yalnız Bırakma Yaşı

Başlığı böyle koyunca oldugundan daha mı ürkütücü görünüyor acaba?
Gecen sene bir kis aksamiydi. Ege'yi giydirmek zor gelince "amaan iki dakikada gider gelirim" diyerek aklıma tüylerimi diken diken eden bir fikir geldi. Fikir güzeldi ama Ege daha 2.5 yaşindaydi.
Acaba yalniz kalabilir mı?
Balkonun kapısını acar mı?
Mutfak tezgahina uzanır mı?
Banyoya gider de kayip kafayi köser mi?(Ege çarpmak fiilini kullanmıyor, genelde köstüm der!, neden acaba???)
Ben diyeyim vesvese siz deyin tedbir...bir sürü soru geldi aklıma. Tembel insanım ben, cocuğu giydirmeyecegim motivasyonuyla Psikolog Aylin'in Anne Aylin'e "koruyucu olma" demesi birleşti ve Ege'yle konuştum, "ben bakkala insem beni evde bekler mısın? Cevap, "hi hi" olunca denemeden bilinmeze karar verip, Ege'nin eline ev telefonunu tutusturdum, cepten onunla konusarak bakkala gittim. Yol boyunca konuştum, zaten toplamda 5 dk. icinde eve dönmüştüm.

Aksamina Ege kendisiyle gururlu, babasına "annem gitti ben evde yalnız kaldım" diye anlatmaz mı?
Bu cümleyi duyunca benim mutlaka anneanneyle ve babaanneyle Ege'den once konuşmam gerektiği açıktı. Mazallah ne düşünürlerdi yoksa!!!!
Bu yazımı okuyan sevgili okur yaptıgım hakkında sen ne düşünüyorsun?
a- Delilik
b- Sorumsuzluk
c- Cesaret
d- Bağımsızlık icin bir deneme.
e- Hicbiri deyip kendi şıkkınızi koyabilirsiniz.
Kabul ediyorum motivasyonum cok da ulvi bir deger tasimiyor ama yorumlarda merhametli olun valla karışmam😉

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...